Türkiye’de bir köşe yazarıysanız dünkü ‘Yolsuzluk operasyonu’nu es geçemezsiniz.
Farklı bir açıdan ‘konu’ya yaklaşmayı deneyelim.
İngilizce bir söz vardır ‘Power corrupts’ diye; devamı da şöyledir: ‘Absolute powers corrupts absolutely.’ Türkçeye şöyle çevrilebilir: “İktidar bozar” ve “Mutlak iktidar mutlaka bozar.”
Fiil olarak ‘corrupt’ sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘bozmak’ ama fiilin isim hali olan ‘corruption’ sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘yolsuzluk’. Dünyanın her yanındaki yatırımcıların, borsaların, bankacıların ve ekonomi-politik karar vericilerinin dikkatle izlediği Financial Times (FT), dün İstanbul ve Ankara’da başlatılan operasyonu “Erdogan allies held as anti-corruption probe deepens”. Yani, “Erdoğan müttefikleri göz altına alınırken, yolsuzluk soruşturması derinleşiyor” gibi çevrilmeye uygun bir başlık.
Türkiye’yi izleyen uluslararası ekonomi ve siyaset karar vericileri, FT üzerinden, dünkü gelişmeleri, Tayyip Erdoğan iktidarına ‘meydan okumak’ olarak değerlendireceklerdir. Başbakan’ın dünkü Konya konuşmasındaki ifadesiyle ‘karanlık odaklar’dan kastedilenler, bu uluslararası ekonomi ve siyaset karar vericileri olmalı.
Biri İçişleri Bakanı, diğeri Sanayi, bir diğeri de konuttan sorumlu üç bakanın oğlunun, müteahhitlere kredi sağlayan bir büyük kamu bankasının genel müdürünün, son yıllarda birdenbire ‘Yaşam Mimarı’ sıfatıyla ortaya çıkan/çıkartılan ve İstanbul’un en ziyade rant getiren alanlarında faaliyet gösteren bir müteahhidin, bir Ak Partili belediye başkanının, bu yazı yazılana dek 37 kişinin gözaltına alındığı bu operasyonun, yöneldiği ‘adreslere’ bakıldığında iktidar odağını hedef aldığı çok anlamlı değil mi?
Hemen arkasından Başbakan’ın Konya’da “Türkiye, kendisine operasyon yapılacak bir ülke değildir” diye haykırması, yine ‘sandık’ vurgusu yapması ve Gezi olaylarında ‘faiz lobisi’ni işaret ettiği gibi, bu kez de ‘karanlık odaklar’ diye ‘uluslararası mihraklar’a gönderme yapması da anlamlıdır.
Muhtemeldir ki, FT’nin başlığı da dünkü The Guardian gazetesinin ‘Turkey: Lecturing not listening’ yani ‘Türkiye: Ders veriyor dinlemiyor’ diye bizzat Tayyip Erdoğan’ı anlatan ve eleştiri hedefine yerleştiren başyazısı da ‘uluslararası mihraklar’ ile irtibatlanacaktır.
Söz konusu başyazının alt başlığı “A new Turkey has emerged during Recep Tayyip Erdogan’s years in charge. He and his party need to live what they have created” yani “Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkenin başında bulunduğu dönemde yeni bir Türkiye ortaya çıktı. O ve partisi yarattıklarıyla birlikte yaşamak zorundalar” idi.
The Guardian’ın başyazısı, Erdoğan’ın iktidar döneminin Türkiye’deki birçok başarısına işaret etmekten geri kalmıyor. Bunların hepsi bizim kendisini desteklediğimiz (ve bu nedenle ulusalcı çevrelerin gazabının üzerimizden hiç eksilmediği) olumlu adımlardı. Ancak Erdoğan, 2011’den itibaren ‘ustalık’ döneminde bambaşka biri haline bürünmeye başladı. ‘Mutlakiyetçi’ eğilimler ortaya koymaya başladı ve ‘mutlak iktidar’ arayışına girdi. “Mutlak iktidar mutlaka bozar”. Bunun sonucunda, haliyle Türkiye’nin ‘yukarı tırmanışı’nın yerini ‘aşağıya iniş’ alıyor ama iktidar bunu görmediği, görmeyi reddettiği gibi, göstermek isteyenlere de düşman kesiliyor.
İktidar bozuldu. Görülmemiş ölçüde olduğu öne sürülen ‘yolsuzluk’ şayiaları ortalığı çoktandır kaplamıştı. ‘Medya karartması’ndan ötürü yeterince ortaya çıkmıyor, çıkarılmıyor, kamuoyuna yansımıyordu. Bunların üzerine gidilmesi ve ortaya çıkartılmasının, ‘Türkiye’ye karşı operasyon’ ya da ‘karanlık odaklar’ın işi olduğunu öne sürmenin pek bir inandırıcılığı, herhalde olamaz. Türkiye’de ‘iktidar mutlak bozulma’ya uğramamış olsa, dün başlatılan yolsuzluk operasyonu ve benzerlerinin çoktan yapılmış olması gerekirdi ve bu, hiç de şaşkınlık yaratmazdı.
Gezi olayları sırasında görülmemiş ölçüde biber gazı ve orantısız güç kullandırılan polisi ‘destan yazmış’ olmakla nitelemiş olan ve yeri geldiğince ‘bağımsız yargı’dan söz eden Başbakan, dün olan-bitenden sonra ‘yargı’yı ve ‘polis’i suçlarsa, herhalde bunun da pek inandırıcılığı olamaz. Artık Başbakan Tayyip Erdoğan, The Guardian’ın sözünü ettiği ‘yeni Türkiye’de yarattıkları ile birlikte yaşamak’ zorundadır. Tıpkı Gezi’de olmuş olduğu gibi...
“Mutlak iktidar mutlaka bozar” ya, bozulan mutlak iktidar sahibi de mutlaka ‘zincirleme hatalar’ yapar. Hataların başında alçakgönüllülükten uzaklaşmak ve kadirbilmezlik geliyor. Bu durumun iletişim alanındaki yansıması, Zaman gazetesinin önceki günkü sayısında ‘Çap bu mu olmalı?’ başlıklı yazıdaki şu ibret verici satırlarda ifade edildi:
“Maalesef nevzuhur kalemşorlar eşliğinde infaz mangaları kuruldu. Hiçbirinin birkaç yıl öncesine kadar adı sanı bilinmiyordu. Ama şimdi hepsi gazeteci-yazar sıfatıyla ekranlarda boy gösteriyor, bol bol tweet atıyor. İl ve ilçe teşkilatlarına ‘Bu kişilerin mesajlarını takip edin’ diye talimatlar veriliyor. Bazılarının adı sanı duyulmamış internet sitelerinden başka bir evveliyatı bulunmuyor. Bazıları karanlık odalardan devşirilmiş, tetikçi unvanıyla sahaya sürülmüş. Yalan, iftira, karalama, itibarsızlaştırma...
Vefasız,.. bazı coşkun kişilerin yanına başka diyarlardan devşirilmiş kişiler eklemlenmiş. Şimdilerde yükselmenin şifresi ‘cemaat’e saldırmak, insanları itibarsızlaştırmak, etrafa korku salmak...”
İktidar çevresinin tavrını tanımlamak açısından bu satırların kelimesi kelimesine gerçeği yansıttığını içerde ve dışarda herkes görebiliyor. İşte The Guardian başyazısının şu satırları:
“Tutturulan yol, hükümete karşı çıkabilecek, tüm güçlere baş eğdirme ya da caydırma arzusu olarak görülebilir. Şimdi, muhtemelen, küçük ölçekte de olsa dengeyi muhalefet lehine değiştirebilecek bir oy hissesine sahip bulunmasından ötürü olmalı, AKP’nin eski müttefikleri ve ılımlı bir İslami hareket olan Hizmet hedefe oturtulmuş durumda. Bu arada, Erdoğan, diyet için en iyisinin esmer ekmek olduğundan aile planlamasına kadar (her çiftin üç çocuk sahibi olması gerektiği) her alanda ulusa ders vermeyi sürdürüyor. Eğer becerebiliyorsa, -ki bu bir soru olarak kalıyor- daha az dayılanmalı ve daha çok dinlemeli. Ülkesinin başında bulunduğu dönemde yeni bir Türkiye ortaya çıktı. O ve partisi artık yarattıklarıyla birlikte yaşamak zorundalar.”
Dolayısıyla böyle bir Türkiye fotoğrafında iktidar mücadelesinin bir boyutunun da dünkü gibi bir ‘yolsuzluk operasyonu’ olmasında şaşırtıcı bir yan yok. Söz konusu operasyonun ne boyutlara ulaşacağını bilmiyoruz ama seçim öncesinde gerçekleşmiş olması ayrıca dikkat çekici.
Türkiye, 2002’de Ak Parti’yi ‘tek başına’ iktidara getirirken, daha önce iktidar ortağı olmuş bir dizi geleneksel partiyi özellikle ‘yolsuzluk’la ilişkileri nedeniyle ağır biçimde cezalandırmış, hatta siyasi haritadan silmişti.
‘Yolsuzluk’un, Ak Parti iktidarının ‘aşil topuğu’ haline gelme ihtimali, Türkiye’nin ‘siyasi geleceği’ bakımından önemli ipuçları taşıyor.
Devam edeceğiz...