Suriye’de Çözüm Arayışı: Federalizm mi, Konfederasyon mu?
HTŞ’nin Aralık 2024’te Şam’ı ele geçirmesinden bu yana azınlık topluluklara yönelik saldırılar artarken, Dürziler Süveyda’da kendi kaderini tayin hakkı ve bağımsızlık talebiyle sokağa çıktı. Uzmanlara göre, merkeziyetçi yapı Suriye’deki çeşitliliği bastırarak yeni çatışmalara yol açıyor. Çözüm olarak federal ya da konfederal bir modelin, azınlıkların kimliklerini ve haklarını güvence altına alarak kalıcı istikrar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Süveyda’daki Dürzi toplumu tarafından düzenlenen, kendi kaderini tayin hakkı talep eden ve Suriye’den bağımsızlık ilan eden gösteriler, ne geçici bir hadise ne de geçen Temmuz ayında Şam’daki geçiş otoritesinin başlattığı acımasız baskıya verilen basit bir tepkiydi. Dürzi Dağı’na yönelik bu saldırı binlerce can kaybına ve ağır insan hakları ihlallerine yol açarak toplumda kalıcı yaralar açtı.
El-Kaide’nin Levant kolu olan El-Nusra Cephesi’nin (bugünkü Heyet Tahrir el-Şam / HTŞ) Aralık 2024’te diktatör Beşar Esad’ın kaçışı sonrası Şam’ı ele geçirmesinden bu yana, Suriye’nin azınlık toplulukları derin bir endişe içinde yaşıyor. Bu kaygının kaynağı yalnızca HTŞ’nin ve lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin –ki artık kendisini “geçiş dönemi başkanı Ahmed el-Şara” olarak tanıtıyor– geçmişteki terörist sicili değil, aynı zamanda otoritenin son dokuz ay boyunca sürdürdüğü sistematik ihlaller.
Suriye: Kırılgan Bağlarla Birbirine Tutunan Çeşitli Toplulukların Bir Mozaiği
Süveyda’daki Dürzilere yönelik vahşi kampanyadan önce, Mart ayında sahil bölgesinde Alevi topluluğuna karşı gerçekleştirilen katliam binlerce kişinin ölümüne yol açtı. BM Suriye Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu bunu savaş suçu olarak nitelendirdi. Şam’da bir Hristiyan kilisesini hedef alan intihar saldırısı, azınlıkların kırılganlığını daha da derinleştirdi. Bu sırada HTŞ’nin medya organları ve bağlı isimler, Kürtlerin imhasını alenen savunan nefret söylemlerini sürekli yaydı.
Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın HTŞ’yi aklama çabalarına rağmen, ihlallerin boyutu gizlenemez hale geldi. Sadece son dokuz ayda HTŞ’nin işlediği suçlar ve Suriye’yi saran kaos 10 binden fazla can aldı – bu, 2011’de savaşın ilk yılındaki kayıpların iki katı. Bu gidişat, Colani ve HTŞ’nin Şam’da iktidarda kalması halinde durumun daha da kötüleşeceğine dair ciddi endişeler doğuruyor.
Aslında, bir asır önce Sykes-Picot ve San Remo anlaşmalarıyla Fransa ve Britanya tarafından kurulan Suriye, daima kırılgan bağlarla birbirine tutunan çeşitli toplulukların bir yaması oldu.
Kuzey ve kuzeydoğu Suriye’nin tarihsel olarak Kürdistan’ın parçası sayılan toprakları için, yeni kurulan Suriye devletine katılım bölünme ve ilhak anlamına geldi. Suriye’de nüfusun yaklaşık %20’sini oluşturan Kürtler, sistematik biçimde siyasi ve kültürel haklarından mahrum bırakıldı. Yüzbinlercesinin vatandaşlığı elinden alındı; bölgeleri Araplaştırma ve sonrasında Türkiye’nin Şahba (2016), Afrin (2018), Serêkanîye/Ras el-Ayn ve Girêsipî/Tel Abyad (2019) ele geçirmesiyleTürkleştirme politikalarına maruz bırakıldı.
Yaklaşık bir milyon nüfusa sahip Dürziler için ise HTŞ’nin Şam’da iktidara yükselişi kaygıları derinleştirdi. İsrail’deki Dürzi liderlerin talebi üzerine İsrail Savunma Kuvvetleri’nin müdahalesi olmasaydı, Süveyda’daki Dürziler büyük çaplı bir etnik temizlikle karşı karşıya kalabilirdi. İsrail bayrağının teşekkür amacıyla meydanlarda dalgalandırılması ve açıkça dile getirilen kendi kaderini tayin çağrıları, varoluşsal kaygılarının derinliğini yansıtıyor.
Nüfusun yaklaşık %15’ini oluşturan ve batı sahilinde yaşayan Aleviler, on yıllar boyunca Hafez Esad ve ardından oğlu Beşar tarafından siyasi olarak temsil edildiler. Ancak dini farklılıkları, Esad rejiminin iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla ya Sünni Arap çoğunluğa ya da Şii mezhebine bağlanarak kasıtlı biçimde gizlendi. Yine de bu, Esad’ın düşüşünden sonra Sünni Arap intikamından korunmalarını sağlamadı. Bugün birçok Alevi, hayatta kalmanın yolunun kültürel ve dini kimliklerini korumaktan ve özerk yönetim yapılarına yönelmekten geçtiğini kabul ediyor.
Sıklıkla “çoğunluk” olarak tanımlanan Sünni Araplar dahi homojen bir blok değil. Nüfusun yaklaşık %40’ını oluşturmalarına rağmen üç ana gruba ayrılıyorlar:
• Çöl ve doğu bölgelerinde (kısmen güney ve merkezde de) yaşayan kabile ve bedevi toplulukları,
• Şam, Halep ve Hama gibi şehirlerdeki kentsel nüfus (çoğu zaman Araplaştırılmış, ancak Kürt, Süryani, Türkmen ve Bizans köklerine sahip aile bağları etrafında örgütlenen kesimler),
• Kırsal tarım toplulukları.
Bu grupların çıkarları, bağlılıkları ve yönelimleri ciddi farklılıklar gösteriyor. Onlara ifade özgürlüğü tanınsa bu ayrışmalar çok daha belirgin hale gelirdi. Bu durum, Suriye’nin yüz yılı aşkın süredir farklı etnik, dini ve kültürel topluluklarını kapsayan bir ulusal kimlik oluşturmayı başaramadığını ortaya koyuyor.
Fransız Mandası döneminde (1920–1946) Kürtler, Dürziler ve Aleviler farklı derecelerde özerklik talep ettiler; fakat zorla merkezi Suriye devletine entegre edildiler. Bu durum, Fransa’nın stratejik hesaplarını ve aynı dönemde Türkiye ile ilişkilerini yansıtıyordu. Türkiye o sırada Dersim Soykırımı (1937–1939) dahil olmak üzere Kürt ulusal taleplerini kanla bastırıyor, Fransa ise çok etnili İskenderun Sancağı’nı (Hatay) Türkiye’ye devrediyordu.
Sonrasında Arap milliyetçiliği söylemleriyle merkezileşme dayatıldı; bu, onlarca yıl boyunca çevre bölgelerin ve farklı toplulukların sistematik biçimde bastırılmasına yol açtı. Arap birliği sloganları, İsrail karşıtlığı ve Hamas ile Hizbullah gibi İslamcı hareketlerin araçsallaştırılması, siyasi meşruiyet aracı olarak kullanıldı.
Bu dayatılmış birlik, 2011’de patlak veren iç savaşa dönüştü; terör örgütleri, hem bu kaosu hem de yapay sınırlar içinde bastırılmış derin toplumsal bölünmeleri istismar etti.
Suriye’de Federal ya da Konfederal Bir Çözüm
HTŞ de hem Baas rejiminin hem de iç savaşın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bugün aynı otoriter kalıpları tekrar ediyor; tek tip bir ulusal kimliği İslamcı ideolojiyle birleştirerek dayatıyor. Tarihin trajik biçimde tekerrür etmesini önlemek, kaosa ve aşırıcılığın yayılmasına dönüşü engellemek için Suriye’nin federal –hatta konfederal– bir yönetişim sistemine ihtiyacı var.
Böyle bir model, farklı toplulukların kimliklerini ve taleplerini tanır, onları boyun eğdirmek yerine güçlendirir, siyasi ve ekonomik dışlanma kaygılarını giderir ve gerçek anlamda özyönetim sağlar. Çatışma sonrası dönemde kapsayıcı katılımı ve temsiliyeti güvence altına alır.
Bu yaklaşımın uygulanabilmesi için bağlayıcı uluslararası garantilere, BM, ABD ve AB öncülüğünde ortak denetime ihtiyaç vardır. Bu düzenlemeler şu başlıklar altında toplanabilir:
•Yeni anayasa: Federal hükümet ile bölgesel birimlerin yetkilerini açıkça tanımlamalı; konfederal modelde ise her bir birimin yetkisi belirlenmeli. Tüm toplulukların kimliğini ve haklarını koruyacak açık hükümler içermeli.
• Çok katmanlı güvenlik garantileri: Her bölgenin kendi güvenlik ve savunma güçlerini, ulusal bir koordinasyon ve disiplin çerçevesinde korumasına izin vermeli. Sivil denetim ve bağlayıcı insan hakları güvenceleri şart.
• Adil ve şeffaf yeniden inşa programları: Kaynakların hakkaniyetli dağılımını güvence altına alan bir gelir paylaşım sistemi üzerine kurulmalı. Fonların suistimalini veya teröre yönlendirilmesini önlemek için güçlü denetim mekanizmaları olmalı.
• Geçiş dönemi adaleti ve uzlaşı mekanizmaları: Tüm tarafların işlediği büyük suçlar için hesap verebilirlik ve tazminatlar sağlanmalı. Yerel uzlaşı komiteleri, hem yerli hem de uluslararası saygınlığa sahip kişiler tarafından yönetilerek toplumsal iyileşmeye öncülük etmeli.
• Çift meclisli parlamento: Tüm topluluklara yasama ve yargı kurumlarında güçlü temsiliyet garantisi sağlamalı. Bireysel hakların yanı sıra toplulukların kolektif haklarını da güvence altına alacak anayasal uyuşmazlık çözüm mekanizmaları içermeli.
Suriye’nin Şiddet Döngülerine Daha Kalıcı Bir Yanıt
Federalizm, Suriye’nin yeniden iç savaşa, kronik istikrarsızlığa ve terörizme sürüklenmesini önleyecek en uygulanabilir çerçeveyi sunuyor. Ancak bunun önünde ciddi engeller var: bazı toplulukların birlikte yaşamı reddetmesi, HTŞ’nin gerçek bir siyasi geçişe ve özyönetim tanımaya karşı inatçı tavrı, özellikle Türkiye’nin sürekli olumsuz müdahaleleri.
Bu durumda federalizmin alternatifi, zoraki merkezileşmeye ve dayatılmış birliğe dönüş değil; konfederasyonun kurulması –hatta bağımsız devletlerin ortaya çıkması– ve bunların yeniden tanımlanmış bir jeopolitik çerçevede barış içinde bir arada yaşaması olabilir. Bu yol, Suriye’nin şiddet, inkâr ve bitmeyen çatışma döngülerine daha kalıcı bir yanıt sunar; bölgelerde istikrarı, adem-i merkeziyetçi yönetişim ve pratik güç paylaşımıyla kökleştirir. (Çeleng Ömer- Middle East Media Research Institute)
Son güncellenme: 17:52:13