Unutturulan anımsamanın direnişi: İsmail Sever (Simko) ve Kürt ulusal hafızasının sessiz çığlığı

İsmail Sever'in ölümü, sıradan bir bireyin kaybı değil; bastırılmış, unutturulmak istenmiş bir tarihsel bilincin yeniden gündeme gelişi olarak değerlendirilmelidir.
Onun kişiliğinde somutlaşan toplumsal ve siyasal hat, yalnızca bir ailenin değil, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde iz bırakmış köklü bir geleneğin temsilidir. Sever, Osmanlı ve erken cumhuriyet döneminde Kürt kimliğini açıkça savunan, bu uğurda hem silahlı hem de siyasal direniş biçimlerini örgütleyen Azadî Hareketi'nin kurucusu Cibranlı Halid Bey'in torunu olarak, kimliğini taşımanın ötesinde, tarihsel bir misyonun da temsilcisiydi.
Cibranlı ailesi, Kürtlerin modern dönemdeki siyasal bilincinin oluşumunda belirleyici roller üstlenmiş, Osmanlı'nın merkeziyetçi politikalarına ve Cumhuriyetin inkârcı yaklaşımına karşı ulusal taleplerin örgütlü bir biçimde ifade edildiği ilk örneklerden birini oluşturmuştur.
Halid Bey'in Osmanlı ordusunda ulaştığı paşalık rütbesini terk ederek Kürt halkının talepleri uğruna siyasal mücadeleye yönelmesi, bireysel bir karardan çok tarihsel bir kırılmanın simgesidir. Onun 1925'teki idamı, dönemin devlet politikaları açısından yalnızca bir isyanın bastırılması değil; aynı zamanda Kürt ulusal talebinin sembolik olarak idam edilmesi anlamına gelmiştir.
Cumhuriyet rejimi, sadece ayaklanmaları bastırmakla yetinmemiş; bu hareketlerin taşıdığı düşünsel ve siyasal içerikleri kolektif hafızadan silmeye yönelik kapsamlı bir ideolojik seferberliğe girişmiştir. Bu strateji, bireylerin ve ailelerin sürgün, tehcir ve imha politikalarıyla toplumun dışına itilmesi kadar, anlatıların yok sayılması ve yerine sahte, kontrollü hafızaların inşası üzerinden yürütülmüştür.
Cibranlı ailesine yönelik muamele de bu politikanın bir parçasıdır. İsmail Sever'in yaşadığı dışlanma ve görünmez kılınma, sadece bireysel bir yazgı değil; Kürt ulusal bilincinin dönüştürülmesine yönelik çok katmanlı bir hegemonya inşasının sonucudur.
Sever'in yaşamı boyunca takındığı duruş, bu hegemonik yeniden yazıma karşı bir direniş biçimi olarak değerlendirilebilir. Devletin makbul Kürt yaratma stratejisine karşı sessiz ama ısrarlı bir itiraz olarak şekillenen bu tutum, Kürt kimliğinin folklorize edilmesine, siyasal içeriğinden arındırılmasına ve güncel siyasal çıkarlar uğruna araçsallaştırılmasına karşı bir reddiyedir. O, kimliğini pazarlık konusu yapmadan, herhangi bir örgütsel veya ideolojik bağlılıkla sınırlı olmayan; fakat tarihsel bir çizgiye sadakatle bağlı bir duruşun temsilcisiydi.
Bu çizgi, yalnızca Azadî Hareketi'yle sınırlı kalmayan; Koçgiri'den Dersim'e, Mahabad'dan günümüze dek süregelen laik, halkçı ve ulusal temelli bir mücadelenin damarını oluşturur.
Bugünün Kürt siyasal sahnesine bakıldığında, Cibranlılar gibi tarihsel öncüllerin sistemli biçimde unutturulduğu ve yerine kimlik bulanıklığı taşıyan, pragmatik, çoğu zaman dinî söylemlerle harmanlanmış bir siyasal temsil biçiminin egemen kılındığı görülmektedir. Bu dönüşüm, sadece ideolojik bir sapma değil; aynı zamanda Kürt milletinin kendi geçmişine ve kolektif hafızasına yabancılaştırılmasının sonucudur.
Oysa Azadî çizgisi, sınıf merkezli analizlerin ötesine geçen ve Kürt ulusal sorununun temel parametrelerini millet temelinde tanımlayan bir bakış açısına sahiptir. Bu yönüyle Türk solunun sınıf mücadelesi veya bölgesel aktörlerin ümmetçi perspektiflerine entegre edilemeyen bir çizgidir.
İsmail Sever'in temsil ettiği tarihsel hat, bugün birçok çevrede bilinçli bir şekilde dışlanmakta, onun gibi adlar ne anmalarda ne de yazılı kaynaklarda yer bulabilmektedir. Bu durum, sadece bireysel bir ihmalkârlık değil; Kürt mücadelesinin resmîleştirilmiş, kontrol altına alınmış versiyonlarının hegemonya kurduğu bir siyasal iklimin sonucudur.
Ankara ile müzakere ancak, Lozan'a alternatif bir siyasal sistem üzerinden anlam kazanabilir; çünkü bu çizgi, mevcut rejimin sınırlarını aşan yeni bir ulusal inşa perspektifini esas alır. Ankara ile müzakere etmeye değil; Lozan'a alternatif bir milli proje üretmeye çalışan bu damar, mevcut Kürt siyasetinde çoğu zaman radikal ya da geçmişte kalmış olarak etiketlenerek marjinalleştirilmektedir. Oysa bu çizgi, ulusal bağımsızlık talebini açıkça dile getiren, kendi kaderini tayin hakkını uluslararası hukuk düzleminde savunan, kültürel özerklikle yetinmeyen bir siyasal vizyona sahiptir.
İsmail Sever'in ardından yazılanlar, sadece bir ağıt değil; aynı zamanda bir tanıklık, bir vefa ve bir çağrıdır.
Onun, "Dik durun… Geleneğimiz en yurtsever damardır. Özenle koruyun ve ulusal çizgiden asla taviz vermeyin…" sözleri, yalnızca bir vedanın değil, bir vasiyetin tanımıdır.
Bu çağrı, yoldaşlarına ve gelecek kuşaklara yöneltilmiş tarihsel bir sorumluluk yüklemektedir. O sözlerin içinden geçen ses, aslında yok edilmek istenen Kürt tarihinin, bastırılmak istenen hafızasının ve unutturulan bir kuşağın sessiz çığlığıdır.
Bugün, İsmail Sever'in yaşamına ve mirasına sahip çıkmak, Kürt halkının yitirilmek istenen onur hafızasını yeniden kurmak anlamına gelir. Çünkü unutmak, sadece kimlik kaybı değil; aynı zamanda yön kaybıdır. Onun adı, halk belleğinde yalnızca bir birey olarak değil; bir dönemin onurlu, vakur ve sadık bir neferi olarak kalacaktır. Simko yoldaş, artık aramızda değil; fakat mirası, mücadele azmi ve ideolojik netliğiyle geleceğe yol göstermeye devam edecektir.
Bu pusulanın gösterdiği yol, sadece geçmişin anılarını değil; geleceğin stratejik vizyonunu da içinde taşımaktadır.
Son güncellenme: 08:55:01