12 Eylül Bitmedi, Uygulamaları ile Hayatın Her Alanında Devam Ediyor

21 Eylül 2025 - 17:40
21 Eylül 2025 - 17:40
 0
12 Eylül Bitmedi, Uygulamaları ile Hayatın Her Alanında Devam Ediyor

Türkiye'de üstü örtülü ve her on yılda bir açık yapılan darbelerin nedenlerini ve yarattığı sonuçları ile hatalardan ders alarak gelecek nesillere aktarmak zorundayız. Aynı hatalar tekrar edilirse aynı yenilgiler de tekrar eder.

12 Eylül'ün yıldönümünde günümüze kadar devam eden plan ve projeleri yerine daha çok darbenin yapıldığı dönemdeki faşizan baskılara değinildi.

Benzin ve yağ gibi ihtiyaç duyulan tüketim maddelerinin karaborsaya düştüğü, önü alınamayan enflasyon, 25 cente muhtaç, dibe vurmuş bir ekonomi vardı. Milletvekili transferleri ile iktidarların sürekli değişmesi, var olan sorunları daha da artırıyordu.
12 Eylül öncesi Kıbrıs'a yapılan müdahale sonrası dış politikada Türkiye'ye uygulanan ambargolar devam ediyordu. Müdahale sonrası ayrılan Yunanistan'ın tekrar NATO'ya dönmesi için verilmesi gereken onayı, halkın göstereceği tepkiden çekinen yöneticiler vermediği için ABD ile sorunlar yaşanıyordu.

Diğer yandan derinlerde hazırlanan projelerle sağ ve sol arasındaki kavgaların önü alınmadığı için silahlı çatışmalara dönüşmesi beklendi. Fakülteler, yurtlar, mahalleler, hatta sokaklar sağ-sol arasında bölünmüştü. Misilleme yapılacağı belli olaylar, organize edildi; karanlık eller tarafından sağdan ve soldan aynı silahla insanlar öldürüldü. Olaylara müdahale edilmediği için darbecilerin istediği kaos ortamının uzun süre devam etmesi sağlandı.

Aslında provokasyon yapmak için özel bir çabaya da gerek yoktu. 1977 yılında 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı'nda 500 bin kişi toplanmıştı. Katılanlar bilir, alana girmek isteyen bazı gruplara engel olunmak istendi. Yaşanan gergin ortamda, otelden ve belediyenin Sular İdaresi'ne bağlı olan yerden açılan ateş ile çıkarılan kargaşada 34 kişinin ölmesi verilebilecek güzel bir örnektir.

Yine aynı yıllarda 74 affı ile çıkan 68 kuşağının önder kadroları arasında (THKP-C ve THKO gibi) farklılaşan ideolojik görüşler nedeniyle bölünmeler yaşandı. Bölünmelerden sonra gruplar arasında taban üzerinde hâkimiyetini ele geçirmek için de ölümle sonuçlanan kavgalar yaşandı.

Bu çatışmalar kısa sürede Kürdistan'a da yansıdı. Yıllarca PKK-KUK, PKK-HK, PKK ile diğer gruplar arasında kanlı şiddet olayları devam etti. O dönem Kürdistan ile ilgili görüşleriyle PKK'ye en yakın olan TEKOŞİN hareketini savunanları, PKK tek tek öldürerek bitirdi.

12 Eylül öncesi dış politikada Türkiye'ye Kıbrıs'a yaptığı müdahale sonrası uygulanan ambargolar devam ediyordu. Müdahale sonrası tepki olarak Yunanistan NATO'dan ayrılmıştı. Yunanistan'ın NATO'ya tekrar geri dönmesi için Türkiye'nin de onay vermesi gerekiyordu. Halkın tepkisinden çekinen sivil yöneticiler bu onayı vermeye cesaret edemediği için ABD ile sorunlar yaşanıyordu.

Kısaca değinmek istediğim, 12 Eylül öncesi Türkiye'de devrim yapacak koşullar olmasına rağmen devrim yapacak kapasitede bir örgütlenme yoktu. Bırakın devrim yapmayı, kadrolarını koruyarak geri çekilen örgüt bile olmadı. Sorunlar karşısında çözüm üretemeyen oligarşik sisteme yeniden ayar vermek için darbe yapıldı. Çin, SSCB, Vietnam ve Küba gibi devrim yapan ülkeleri kopya etmek dışında Türk solunun ortaya koyduğu bir devrim modeli bile yoktu.

Kenan Evren, görevi olduğu halde halkın desteğini almak için olaylara müdahale edilmediğini, darbe yapmak için şartların olgunlaşmasını beklediklerini itiraf etti. Önceki darbeler gibi 12 Eylül darbesi de oligarşik sistemin eksiklerini tamamlamak için yapıldı. Kısaca, Türkiye'de devrim koşulları vardı; ancak devrim yapacak kapasitede bir grup yoktu.

Oligarşik sisteme ayar vermenin yanında, darbenin önemli bir diğer gerekçesi 74 affı ile cezaevlerinden çıkan önderler sayesinde Kürdistan'da hızla yükselen ulusal potansiyelin oldu. Legal siyasette henüz örgütlenme aşamasında olan Özgürlük Yolu grubu, 77 yılında Diyarbakır'da ve Ağrı'da yapılan seçimlerde belediye başkanlıklarını kazandılar. Kürd'ler arasında oluşan ulusal potansiyelin alınması, oligarşik sisteme yeniden ayar vermenin yanında darbenin önemli nedenidir. Aynı tarihlerde Alparslan Türkeş, seçim çalışması yapmak için kolluk kuvvetlerinin desteğine rağmen, halkın gösterdiği tepki sonucu Diyarbakır'a girememişti.

Aradan 45 yıl geçti. Ortadoğu'da ve Türkiye'de çok şey değişti. Bu değişimlerle birlikte 12 Eylül darbesini ve günümüze kadar gelen etkilerini değerlendirmek yerine, hâlâ duygulara hitap eden sloganlarla değerlendiriliyor.

13 Eylül sabahı darbe yapmak için neden diye öne sürülen sağ-sol arasında yaşanan çatışmalar bıçakla kesilir gibi bitti. Yunanistan'ın NATO'ya tekrar dönmesi için siyasilerin cesaret edemediği onayı darbeciler sessiz sedasız verdi.

Yeni anayasa ve hazırlanan yeni yasalarla birlikte sivil siyaset yeniden dizayn edilerek siyasal İslam'ın önü açıldı.

Bilindiği gibi, yapılan her darbe sonrasında hedefe konulup mağdur edilen, en ağır bedeli ödeyen yine Kürd'ler oldu. 12 Eylül sonrasında da bu gelenek bozulmadı. Darbecilerin Fırat'ın iki yakasında farklı uygulamalarına bakarak daha iyi görebiliriz. Mesela Kurtuluş grubunun üyeleri Fırat'ın öte yakasında 141-142'den (komünizm propagandasından) yargılanırken, bu yakasında 168/1-168/2'den (silahlı çete üyesi olmaktan) yargılandılar. Sonra 141-142 maddeleri kaldırıldığı için bu maddeden yargılanan arkadaşların sabıka kayıtları da silindi. 168'den yargılananlarınki hâlâ devam ediyor.

Yine Fırat'ın öte yakasında cezaevlerinde sağcı ve solcular için "Karıştır-Barıştır" politikası zorla uygulanmak istendi. Fırat'ın bu yakasında ise Diyarbakır'da bulunan 5 No'lu Askeri Cezaevi'nde seçilmiş uzman yöneticiler tarafından uygulanan belli programlar ile akla hayale gelmeyen insanlık dışı suçlar işlendi. Bir nesli yok etmek için yapılan bu uygulamalara tepki olarak başlatılan silahlı mücadele ile de deyim yerindeyse ulusal mücadeleye erken doğum yaptırıldı. Bir karış yeri kurtaramayanlar, Türk askerini kendileri ile birlikte güneye taşıdılar. Güney Kürdistan'daki federe yapıyı sıkıntıya sokacak şekilde yıllarca eylemler oradan devam ettirildi.

Öcalan'ın ve PKK'nin içinde kurulduğu günden beri var olan derin PKK'nin yönlendirmesi ile, somut şartlar el vermediği halde "Öncü savaşı ve Kurtarılmış Bölge anlayışı" ile on binlerce insanın ölümüne yol açan silahlı mücadele başladı. Öcalan'ın ve derin PKK'nin yarım asırlık silahlı mücadeleyi nasıl yönlendirdiğini yaşanan olaylar ve yarattığı sonuçları ile birlikte değerlendirmeden, bugün savunulan "Türkiye'lileşme" görüşünü anlamak mümkün olmaz. Silahlı mücadeleyi birleşik bağımsız Kürdistan için başlatan Öcalan, koşullar değişmediği halde ulusal değerleri ve ulusal mücadeleyi aşağılaması, 12 Eylül sonrası devreye sokulan Yalçın Küçük, Perinçek ve legal partilere İmralı'dan atanan kayyumlar ile birlikte değerlendirilmelidir.

Yapılan her darbenin faşizmi aratmayan uygulamalar olmasına rağmen, Türk solu tarafından yapılan her darbe (60 darbesi hariç) kendilerine karşı yapılmış faşizm olarak değerlendiriliyor. Darbelerin sola karşı yapılması için solun iktidara alternatif olması gerekir. Soldan kasıt CHP değilse, Türkiye'de sol iktidara hiçbir zaman alternatif olmadı.

Ayrıca Türkiye'de yapılan darbeleri Arap ülkelerinde ve Latin Amerika'da yapılan darbeler ile karıştırmamak gerekir. Latin Amerika ve Arap ülkelerinde darbeciler, ikinci bir darbeye kadar iktidarda kalırlar. Türkiye'de ise darbeciler, kurucu iradeye bağlı kalarak zamanla ortaya çıkan yasal düzenlemeleri yapıp oligarşik düzene muhalefet eden Kürd ve sol grupları etkisiz hale getirdikten sonra seçimleri yapıp yönetimi yeniden kontrollü bir şekilde sivil yöneticilere devrettiler. Evren ve arkadaşları da bu geleneği bozmadılar. Oligarşik düzenin eksikliklerini yeni anayasa ve yasalarla tamamlayıp, darbeden kısa bir süre sonra 1983'te yapılan seçimler ile ekonominin yönetimini Özal'a devrettiler. Yasaklanan siyasi partiler yeniden açıldı. Darbeye neden gösterilen yasaklı liderlere herhangi bir cezai işlem uygulanmadı. Kısa süre sonra partileri açıldı ve siyasi yaşama tekrar döndüler. 12 Eylül sonrası Demirel başbakan, sonra cumhurbaşkanı oldu. Sonra Ecevit ve Erbakan da başbakan oldular. Sadece Erbakan, başbakan olduktan sonra Sincan'da tanklar yürütülerek yapılan örtülü darbe ile istifa etmek zorunda bırakıldı ve partisi kapatıldı.

Evren ve arkadaşları yargılandı diye 12 Eylül bitti diyemeyiz. Türkiye hâlâ Evren'in oligarşik düzene, çağın koşullarına uygun yeniden ayar vermek için yaptığı anayasa ve çıkarttığı yasalar ile yönetiliyor. 12 Eylül sonrası her iktidarın "Herkesin benim anayasam diyeceği anayasa yapacağız" demelerine rağmen 12 Eylül Anayasası hâlâ değişmedi. Çünkü söylediklerinde samimi değiller. Etnik ve inançta farklı olanların eşitlik taleplerine Evren Anayasası’nın değişmez denilen ilk dört maddesini göstererek karşı çıkarlar. Savundukları oligarşik sistem içindeki tekçi anlayışı, adaleti ve kendileri için demokrasiyi savunuyorlar. Değiştirmeye niyetleri olmadığı halde Kürd'lerden de anayasayı değiştirmek için ilk dört maddesine dokunmadan destek isteniyor.

12 Eylül sonrası PKK'nin tek söz sahibi olan Öcalan'ın, 50 yıldır sürdürdüğü silahlı mücadeleden adım adım bugün savunulan Demokratik Modernite, Demokratik Ulus, Entegrasyon ve Kürd sorununu kültüralist çözümlerle değerlendirmesi incelenmesi ve üzerinde cesaret ile durulması gereken konulardır.

Bir zamanlar Ergenekoncuları savunan Öcalan bugün kankası Bahçeli ile birlikte İsrail'i düşman ilan ederek Kürd'lerden AKP'ye destek istiyor. Ortadoğu'daki gelişmeler ile birlikte İran'a bağlı Hamas ve Hizbullah'ın etkisiz hale getirilmesi, Suriye Esad yönetiminin değişmesi, Rojava'da olası ulusal kazanımlar ile Güney Kürdistan ile ittifak kurma ihtimalinin gündeme gelmesi ile birlikte değişen dengeler egemen ulusun statükosunun yanında olan sol geçinen sosyal şovenistler, Doğu Kurdistan'da Kürd halkına uygulanan zulmü, Rojava'da İSİD'e karşı verilen mücadele ile elde edilen kazanımları bir kalemde silip ABD'nin bölgedeki varlığını bahane ederek İran mollalarının ve İŞİD'in Suriye kolu HTŞ lideri Ahmed el Şara'nın yanında yer aldılar. Zaten Türk solundan beklenen de buydu.

Beklenmeyen, Türk solu içinde 70'li yıllarda Kürdistan'ın sömürge olduğunu kabul eden ve UKKTH'yi savunduğu için Türk solunun Kaypakkaya'dan sonra yüz akı olan grubun içinden çıkan farklı sesler oldu. Bu grup, 12 Eylül öncesi Türkiye ve Kürdistan'da birbirine "pamuk ipliği" ile bağlı iki merkezli ortak seksiyon örgütlenmeyi savunuyordu. Gerektiğinde iki merkez arasındaki bağ koparılarak kolayca ayrılabileceğini savunuyordu. Bugün bu grupta yer alan önemli bir isim, Kürd'lere CHP'nin peşinden gitmesini "Devlet saldırılarını sıraya koydu. Şimdilik sıranın başında CHP var, herkesin sırasının geleceğini HERKES de biliyor. İsteyen sırasını bekler, isteyen de ön sıradaki direnişi geliştirmek üzere sırayı bozup öne geçer. Bütün muhalefete düşen bu faşist saldırıya, dayanışma için değil kendi varlığını korumak için CHP'lilerle birlikte direnmektir." diyerek savunuyor.

Kurulduğu günden bugüne, aradan yüzyıl geçmesine rağmen hâlâ Bağımsız Türkiye diyenlerin amacı Ortadoğu'da etkin olma isteği ile birlikte ABD ve İsrail'e karşı olmaları, AKP ve CHP'ye destek vermeleri anlaşılabilir. Ancak "AKP faşizmine karşı" Kürd'lere CHP'nin peşine takılması için davetiye çıkarmanın hiç ama hiç anlaşılır bir tarafı yok. Türk solunun nereden nereye gelindi diye insan düşünmeden edemiyor.

Asimilasyon politikası Demokles'in Kılıcı gibi Kürd'lerin üzerinde sallanırken uygulanan baskı politikalarını, Kürdistan'ın statüsünün değişmesini dahi dillendirmeden üstüne basa basa "AKP faşizmi geliyor" diyerek Kürd'leri CHP'nin peşine takmak görevi sonunda 12 Eylül öncesi antifaşist mücadele ile antisömürgeci mücadelenin birlikte verilmesi gerektiğini savunanlara mı kaldı?

İktidara gelen her partinin savunmak zorunda olduğu etnik ve inançta tekçiliği savunan devletin kurucu partisi CHP değil mi? Devleti kuran CHP ne zamandan beri devletin hedefinde? Bir kere CHP'ye saldıran devlet değil, AKP iktidarıdır. İktidar mücadelesi için AKP'nin CHP'ye karşı malzeme de herkesin bildiği ama söylemekten imtina ettiği, belediyelerde yaşanan ve ayyuka çıkan rüşvet, yolsuzluk iddiaları ve oyların satın alındığı şaibeli kongredir. Yenilir yutulur olmayan bu iddialar İstanbul'da veya İzmir'de yaşanan Kürd'leri ilgilendirir. Buna kimsenin itirazı yok. Halkın oyları ile seçtiği belediye başkanlarının yerine atanan kayyumlar dururken CHP ve AKP arasındaki iktidar mücadelesi diasporada ve Fırat'ın bu yakasında yaşayan Kürd'leri neden ilgilendirsin?

CHP'ye destek çağrısı yapmadan önce Anıtkabir'e yürüyerek darbe çağrısı yapanları, başörtüsü için fakültelerde ikna odası kuranları, Kürd, Ermeni ve Rum'ların katili olduğunu bile bile "Topal Osman'ın torunuyum" diyen Ekrem İmamoğlu'nu, Afrin'e atılacak bombalara imza atan Özlem Çerçioğlu'nu ve asimilasyon amaçlı Andımız Marşı'nı yeniden "İlkokullarda okutacağım" diyen Kılıçdaroğlu'nu Kürd'ler unutmadı. CHP önce belediye başkanlarının AKP'ye neden geçtiklerini ve görülen davalardaki itirafçıların yaptığı itirafları yanıtlasın.

Bugüne kadar sağda ve solda yer alan, tekçi düşünen partilerin iktidar mücadelesinde (İstanbul'daki belediye başkanlığı seçiminde sonucu etkileyen oylarına rağmen) oyları bölünen Kürd'lerin ulusal anlamda bir kazanımları olmadı. Bugün AKP ile CHP arasında bölünerek böyle devam etmesi ile bir yüzyıl daha Kürd'ler bir araya gelmesin, tekçi düzen sürsün diye isteniyor.

Kürd'ler tek parti döneminde yapılanları nasıl unutsun? Söylendiği gibi CHP iktidara geldiğinde Kürd'ler ve ulusal hakları ile ilgili dünden farklı olarak ne düşünüyor, değişen ne olacak? Demokrasiyi savunanlar önce demokrat olmalı ve farklılıklara saygı göstermeli. Demokrasi söylendiği gibi halkların kardeşliği ile değil, eşitliği ile sağlanır. Ortada herhangi bir ittifak veya verilmiş söz olmadığı halde CHP'nin veya AKP'nin peşine takılmasını istemek, en iyi niyetli yorum ile Kürd'leri ulusal amaçlarından koparıp yeniden Türk sağı ve Türk solu arasında bölmektir. Ortada ulusal sorunla ilgili ciddiye alınacak verilmiş tek bir söz olmadığı halde Öcalan gibi dindar Kürd'leri AKP'ye, laikliği savunanlara Türk solu gibi CHP'yi kurtarıcı gibi göstermek, destek için yönlendirmek hangi gerekçeler ile savunuluyorsa savunulan, Kürd'lere uygulanan "Böl ve yönet" politikasıdır. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarak inancı devlet denetimine alan CHP olduğunu da unutmamak gerekir.

Söylendiği gibi "Önce demokrasi gelsin, sonra Kürd'lerin sorunlarını çözeriz" demek koca bir aldatmacadır. Kürd sorunu çözülmeden Türkiye'ye demokrasi gelmez. Türkiye'ye demokrasinin gelmesi isteniyorsa önce tekçi anlayışın değişmesi gerekiyor. Bunun için de "Halkların veya ümmetin kardeşliğini" değil, EŞİTLİĞİNİ savunmak gerekir, bunun başka yolu yok.

"AKP faşizmine karşı" diyerek Kürd'leri CHP'nin peşine takmak, 12 Eylül öncesi antisömürgeci mücadele ile antifaşist mücadelenin birlikte verilmesi gerektiğini savunanlara mı kaldı? Kürd'ler antifaşist mücadeleye CHP'nin peşinde çağrılıyorsa antisömürgeci mücadeleden neden söz edilmiyor? Bir kere söylendiği gibi CHP'ye saldıran devlet değil, AKP iktidarıdır. Kullanılan malzeme de herkesin bildiği ama söylemekten imtina ettiği, belediyelerde yaşanan ve ayyuka çıkan rüşvet, yolsuzluk iddiaları ve oyların satın alındığı şaibeli kongredir. Yenilir yutulur olmayan bu iddialar İstanbul'da veya İzmir'de yaşanan Kürd'leri ilgilendirir. Buna kimsenin itirazı yok. Halkın oyları ile seçtiği belediye başkanlarının yerine atanan kayyumlar dururken CHP ve AKP arasındaki iktidar mücadelesi için kullanılan malzemeler Fırat'ın bu yakasında ve diasporada yaşayan Kürd'leri neden ilgilendirsin?

Fırat'ın bu yakasında ve diasporada yaşayan Kürd'lerin ilgilendiği, Topal Osman'ın torunu olduğunu pervasızca söyleyen Ekrem İmamoğlu, Afrin'e atılacak bombalara imza atan Özlem Çerçioğlu ve asimilasyon amaçlı Andımız Marşı'nı yeniden "İlkokullarda okutacağım" diyen Kılıçdaroğlu'dur. CHP önce belediye başkanlarının AKP'ye neden geçtiklerini ve belediyeler ile yapılan kongre ile ilgili görülen davalardaki itirafçıların itiraflarına yanıt versin.

Söylendiği gibi "Önce demokrasi gelsin, sonra Kürd sorunu çözülür" demek koca bir aldatmacadır. Türkiye'ye Kürd sorunu çözülmeden demokrasi gelmez.

Ortadoğu'daki gelişmelerin yarattığı süreç ile birlikte Kürd'ler, ulusal ilkeler ile birlik olup, ulus yararına ilkeli ittifaklar kurup siyaset yapmak zorundadır. CHP veya AKP'nin peşinde bu mümkün değildir. Türkiye'nin kurulduğu günden bugüne savunulan tekçi anlayış ve kırmızı çizgilerin değişmesi için halkların kardeşliğini değil, EŞİTLİĞİNİ savunmak gerekir, bunun başka yolu yok.

 

Bu yazı toplam 259 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 18:41:32