Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-IV
“Önceliği olmayan ulusların geleceği olamaz.” Qazî Mihemmed, ulusal statü ve kimliği birinci öncelik olarak belirlemiş; Melê Mustafa Barzanî, bağımsızlık mücadelesine ek olarak direnişi ve sürekliliği öncelik edinmiş; Mesud Barzanî ise bu zinciri siyasi bir çatıya dönüştürmüştür. Her biri, farklı koşullarda farklı strateji ve taktikler geliştirseler de öncelikleri, Kürd ulusunun bir statü sahibi olması için mücadele etmek olmuştur.

Bir ulusun kaderini büyük oranda liderlerinin idealleri şekillendirir ve belirler. Kendi ulusunun özgürlüğünü öncelik edinmeyen bir lider hem kendisini hem de ulusunu kölelikten kurtaramaz. Eğer bir liderin önceliği, kendi ulusunu özgürleştirmek değil de başka halkların özgürlüğü için çabalamaksa, o liderin düşünce dünyasında kendi ulusunun özgürlüğü yer bulamıyorsa ne o ulus ne de o lider özgür olabilir. Böyle bir durumda her ikisi de hayatları boyunca köleliğe mahkûm olmaktan kurtulamaz.
Tarihsel olarak incelendiğinde, 20. yüzyılın başlarında Araplar, Balkan halkları Arnavutlar, Makedonlar, Yunanlar ve Bulgarlar ulusal bağımsızlığı temel öncelikleri olarak belirlemiş ve bu doğrultuda mücadele ederek özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu içindeki Kürd ulusunun ileri gelenlerinin ve aydınlarının büyük bir kesimi, kendi ulusal bağımsızlıklarını öncelemek yerine, Osmanlı’nın birliğini koruma çabasına öncelik vermişlerdir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını önlemek adına Birinci Dünya Savaşı’na katılmışlar ve Osmanlı ile entegrasyonu esas almışlardır. Doğal olarak diğer halklar özgürlüklerini kazanırken, Kürdler bu önceliği benimsemedikleri için kendi bağımsızlıklarını elde edememiş, aksine kendi elleriyle köleliklerini pekiştirmişlerdir. Bu durum, Kürd ulusunun bugünkü statüsüne de doğrudan etki eden tarihsel bir yanlışın sonucudur.
Bir ulusun aydınları, siyasal öncüleri ve akademisyenleri temel ulusal öncelikleri açık biçimde belirleyip savunmadıkça, o toplumun özgürleşmesi mümkün değildir. 1900’lı yılların başında Kürd aydınlarının büyük bölümü, bağımsızlık düşüncesini geri plana itmiş; imparatorluk içinde etnik ve kültürel kimliği koruma arayışıyla sınırlı bir perspektif geliştirmiştir. Ancak Emin Ali Bedirhan, Abdürrezzak Bedirhan, Hacı Kadri Koyi, Nuri Dersimî, Şeyh Abdüsselam Barzanî ve öncesinde Ubeydullah Nehrî gibi birkaç öncü şahsiyet, toprak temelli milliyetçiliği savunarak bağımsızlık bilincinin temellerini atmışlardır. Ne yazık ki bu bağımsızlıkçı akım belirleyici olamamıştır.
Kürd siyasal mücadelesindeki birlikci yaklaşım, çelişkili ve muğlak bir stratejiye işaret ediyordu. Bir yandan Osmanlı’nın birliğini savunurken, diğer yandan imparatorluk içinde Kürd dilinin ve kimliğinin korunmasını amaçlamak, sorunu etnik bir milliyet derecesine indirgeniyordu. Bu nedenle Kürd ulusal öncelikleri belirsiz kaldı ve Osmanlı sonrası dönemde de bağımsızlık yönünde bir irade ortaya konulamadı.
Benzer bir muğlaklık günümüzde de devam etmektedir. Kuzey Kürdistan’daki Kürd hareketinin öncüleri ve liderleri, başlangıçta net anti-kolonyal önceliklere sahipti. 1976-77’den 1990’ların sonuna kadar bağımsız, birleşik ve demokratik bir Kürdistan hedefi savunuldu. Ancak zaman içinde paradigmal bir değişim yaşandı ve Kürdlerin ulusal öncelikleri sistematik bir şekilde gölgelenmeye çalışıldı. Bağımsızlık hedefinin yerini önce federalizm, ardından özerklik, daha sonra demokratik özerklik ve nihayetinde “demokratik Türkiye” gibi daha geniş ve belirsiz bir söylem aldı.
Bu durum, ulusal öncülük iddiasında bulunan hareketlerin stratejik netlikten uzaklaştığında, ulusun özgürleşme sürecinin de kesintiye uğradığını göstermektedir. Eğer Kürd hareketi başlangıçta özerklikten başlayarak federasyon ve nihayetinde bağımsızlığa uzanan aşamalı bir paradigma değişikliği öngörseydi ve bu doğrultuda güçlü bir teorik zemin oluştursaydı, Kürdlerin özgürlüğü ve ulusal varlığı daha sağlam temeller üzerine inşa edilebilirdi. Ancak belirsizlik, stratejik tutarsızlık ve sürekli değişen hedefler, bir ulusun kendi kaderini tayin etmesini engelleyen en büyük faktörlerden biri olmuştur.
Buna karşın, Melê Mustafa Barzanî ve Qazî Mihemmed gibi liderler, öncelikle kendi ulusunun özgürlüğüne odaklanarak ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş ve uluslarını bağımsız bir geleceğe taşımıştır. Bir halkın kaderini belirleyen en temel unsur, liderinin idealleri ve kararlılığıdır. Tarih boyunca, bir liderin kendi ulusunun özgürlüğüne odaklanıp odaklanmaması, o ulusun ya özgürleşmesine ya da esarete mahkûm olmasına yol açmıştır.
Bu çalışmamda, çeşitli tarihî örnekler üzerinden liderlik ve ulusun özgürlüğü arasındaki bu bağ incelenecektir. Özellikle Melê Mustafa Barzanî, Qazî Mihemmed, Ho Şi Min, Charles de Gaulle, Golda Meir, Mahatma Gandhi ve Nelson Mandela gibi liderlerin örneklerinden hareketle, liderlik ideallerinin halkların geleceği üzerindeki etkileri kısaca ele alınacaktır. Bu liderler, önce kendi halkının varlığının, güvenliğinin korunmasına ve bağımsızlığına odaklanarak mücadeleyi yürütmüş ve halkını özgür bir geleceğe taşımayı başarmıştır.
Ulusların tarihsel deneyimi, stratejik önceliklerin belirlenmesinin bir toplumun kaderinde kritik bir rol oynadığını göstermektedir. Önceliklerin muğlaklaştığı toplumlarda bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri başarısızlıkla sonuçlanırken; net önceliklere sahip hareketler, uluslarını ortak bir ideal etrafında birleştirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda, ulusal liderlerin vizyonu ve belirledikleri öncelikler, yalnızca dönemin politik koşullarını değil, aynı zamanda geleceğin inşasını da şekillendirmektedir.
Şimdi de sorunun daha iyi anlaşılabilmesi için yukarıda isimlerini zikrettiğim liderlerin siyasal mücadelelerini ve önceliklerini analiz etmeye çalışacağım.
Liderlik Kültünün Ulusun Kaderi Üzerindeki Rolü
Yukarıda Osmanlı döneminde merkezi otoritenin çıkarlarına hizmet eden Kürd liderlerinin tavrının, uluslarının uzun süre baskı altında yaşamasına neden olduğunu kısaca anlattık. Buna karşın, Melê Mustafa Barzanî ve Qazî Mihemmed gibi liderler, bağımsızlık idealini merkeze alarak uluslarını özgür bir geleceğe taşımaya çalışmıştır.
Ho Şi Min, Charles de Gaulle, Golda Meir, Mahatma Gandhi ve Nelson Mandela gibi örnekler de aynı hakikati teyit eder: Bir liderin vizyonu ve öncelikleri, yalnızca çağının politik koşullarını değil, aynı zamanda ulusun geleceğini de tayin eder. Lider, kendi ulusunun zincirlerini kırmayı hedeflediğinde ulus da özgürlüğe yürür. Lider, bağımsızlık idealinden saparsa, ulus da esaretin zincirlerini kıramaz.
Ulusların tarihsel deneyimleri, stratejik önceliklerin netliğinin özgürleşmenin anahtarı olduğunu göstermektedir. Öncelikleri muğlak ya da ikincil hedeflere yönelmiş hareketler başarısızlığa uğrarken; bağımsızlık ve özgürlük ideali etrafında birleşmiş hareketler tarih sahnesinde varlıklarını kalıcı kılabilmiştir. Bu nedenle hem ulusların hem de liderlerin asli görevi, temel öncelikleri net bir şekilde belirlemek ve onları sapmadan savunmaktır.
Öncelikler Bağlamında Liderlilerin Analizi
Bu makale, “Öncelikleri olmayan milletlerin geleceği olmaz.” önermesini hareket noktası alarak Qazî Mihemmed, Melê Mustafa Barzanî, Ho Şi Min, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela, Golda Meir ve Charles de Gaulle gibi önde gelen siyasal liderlerin mücadelelerini “öncelik” kavramı etrafında incelemektedir. Çalışma, her bir liderin ulusal kurtuluş, bağımsızlık, güvenlik, eşitlik ve egemenlik gibi farklı öncelikler belirleyerek toplumlarını seferber ettiğini göstermektedir. Karşılaştırmalı analiz, önceliklerin netliği ve sürekliliğinin ulusal hareketlerin başarısında belirleyici bir faktör olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu analiz, farklı tarihsel bağlamlarda liderlerin farklı öncelikler belirlediğini; ancak bu önceliklerin netliği ve sürekliliğinin ortak bir başarı koşulu olduğunu ortaya koymaktadır. Mustafa Barzanî’nin statü talebi (özerklik, federalizm ve bağımsızlık), De Gaulle’ün egemenlik kararlılığı, Golda Meir’in güvenlik stratejisi, Mahatma Gandhi’nin ahlaki temelli bağımsızlık arayışı ve Nelson Mandela’nın eşitlik ideali; her biri halklarını ortak bir hedef etrafında birleştirmiştir. Buna karşılık, önceliklerini yitiren ya da muğlaklaştıran ulusal hareketler, tarihsel sahnede başarısızlığa mahkûm olmuştur. Dolayısıyla önceliklerin belirlenmesi yalnızca stratejik bir gereklilik değil; aynı zamanda ulusların geleceğini tayin eden temel ilkedir.
Şimdi de liderlerin kısaca duruşlarını, önceliklerini ve amaçlarını irdeleyelim.
Qazî Mihemmed
22 Ocak 1946’da Mahabad’da ilan edilen Kürd Cumhuriyeti, Kürd ulusunun tarihindeki ilk modern devlet girişimi olarak kabul edilmiştir. On üç bakanlı bir hükümet kurulmuş, Mahabad başkent ilan edilmiş ve Qazî Mihemmed devlet başkanı olmuştur. Cumhuriyetin temel önceliği, Kürd ulusunun bağımsız bir siyasi varlık kazanmasıydı. Ancak Sovyetler Birliği’nin desteğini çekmesiyle bu hedef çoğu zaman kültürel ve siyasi özerklik düzeyinde sınırlandı.
Qazî Mihemmed’in öncelikleri arasında, Kürd kimliğinin kurumsallaşması önemli bir yer tutuyordu. Kürdçeyi resmî dil ilan ederek dil ve kültürün korunmasını hedeflemiş; eğitimde Kürdçe kullanımı ve zorunlu ilköğretimin yaygınlaştırılmasıyla kültürel kimliği sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Basın, yayın ve edebiyat üretimini teşvik ederek ulusal bilinci canlı tutmayı amaçlamıştır. Ayrıca aşiretçi bölünmelerin üstesinden gelerek ortak bir kimlik ve dayanışma ruhu oluşturmayı öncelik edinmiştir.
Qazî Mihemmed’in liderliği, yalnızca siyasi bir organizasyonun ötesinde, Kürd ulusunun birlik, dayanışma ve hak arayışını derinleştiren bir ilham kaynağı olmuştur. Kürdistan Meclisi’nin kurulması, kamu hizmetlerinin örgütlenmesi ve toplumsal refahın desteklenmesi, ulus-devlet inşası çabalarının somut yansımaları olmuştur. Bu yönüyle Mahabad’ta kurulan Kürd Cumhuriyeti, Kürdlerin varoluş mücadelesine siyasi bir zemin kazandırmıştır.
Sömürgeci İran devleti, Qazî Mihemmed’e kritik bir alternatif sunmuştu: Silahlı güçlerin geri çekilmesi karşılığında halkın soykırımdan kurtulacağı, yalnızca kendisinin yargılanarak cezalandırılacağı vaadi. Bu durum karşısında Qazî Mihemmed, Kürdistan bayrağını Melê Mustafa Barzanî’ye emanet ederek geri çekilme emrini vermiş, ardından yargılanmış ve 31 Mart 1947’de Mahabad’ın Çarçira Meydanı’nda idam edilmiştir. Onun bu tutumu, bir ulusun varlığını sürdürmesi için kendi yaşamını adayan örnek bir fedakârlık olarak kolektif belleğe kazınmıştır.
Kürdistan bayrağını devralan Melê Mustafa Barzanî, İran ordusunun yanı sıra Türkiye, İngiltere, Rusya ve İran’ın ortak müdahaleleriyle yüzleşmiş, kendisine emanet edilen bayrağı koruyarak Güney Kürdistan’da mücadelenin yeni bir safhasını başlatmıştır. Zamanla bu mücadele, Mesud Barzanî tarafından bir federasyonun kuruluşuyla taçlandırılmıştır.
Tüm bu deneyim şu temel gerçeği gözler önüne sermektedir: “Önceliği olmayan ulusların geleceği olamaz.” Qazî Mihemmed, ulusal statü ve kimliği birinci öncelik olarak belirlemiş; Melê Mustafa Barzanî, bağımsızlık mücadelesine ek olarak direnişi ve sürekliliği öncelik edinmiş; Mesud Barzanî ise bu zinciri siyasi bir çatıya dönüştürmüştür. Her biri, farklı koşullarda farklı strateji ve taktikler geliştirseler de öncelikleri, Kürd ulusunun bir statü sahibi olması için mücadele etmek olmuştur. Önceliğini bağımsızlık, kimlik ve özgürlükten yana belirleyen bu mücadele, Kürd ulusunun kolektif hafızasında sönmeyen bir meşale olarak yaşamaktadır.
Yazı devam edecek…
Son güncellenme: 00:44:54