Robert Fisk: \"Kürdler Ortadoğu\'da ihanete ugramak İçin doğdu.\"
Türkiye 1984\'ten beri dengeli ve sınırları belli bir \"kalkışma\" yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Kalkışmanın tutunduğu coğrafi ve insani kökene bakarak, sürecin Kürd ve Kürdistan\'la ilgili olduğu düşünülmemelidir. Türkiye\'nin \"demokrasi güçlerinin\" (devrimcilerin), demokrasi gücü olarak görmediklerine (karşı-devrimcilere) karşı kendilerini kabullendirme, etken olma ve egemenlik kazanma kalkışmasıdır. PKK, Türkiye\'nin bölünmez bütünlüğünün teminatlarındandır.
Türkiye’nin o günün aktif ve baskın hükmedicilerince hazırlanarak 2013 Newroz’unda yürürlüğe soktuğu metnin sonuçlarının sorumluları bellidir. Birilerini destek vermekle suçlamadan önce, biraz yakın geçmişteki şeffaf ve samimi flört dönemini unutmamak gerekir.
Epeydir devlet bölgede göze batmaz hale geldi, kayboldu. Yargılamalar, yasaklamalar, cezalandırmalar, oluşturulan, izin verilen boşluklara dolmalar hızla arttı. Diyarbakır ve tüm yerler bir kaosa, akıl dışılığın karanlığına gömüldü. Yönetimdekiler tarihimize, kültürümüze, değerlerimize, geleneklerimize o kadar yabancı ve ilgisizdi ki; örneğin, göz bebeğimiz Kırklar dağı göz kırpılmadan emekli albaya verildi. Muhteşem Dicle vadisinde su biriktirip balık üretme çiftliği bile kuruldu.
Bir zamanlar aşiret mekteplerine çocuklarını verenler, günümüzde siyaset akademilerine teslim etmeye başladı. Abdülhamid\'in payeleri günümüzde de irili ufaklı dağıtıldı, dağıtımdan pay kapmamak akılsızlıkla eşdeğer hale geldi. Bu dağıtım devletin kuzeydeki tezahürü eliyle yapıldı. Mesele çıkarları, yaşam standartları, ailesinin bireylerinin yaşantısı, geleceği olunca rasyonel ve son derece dikkatli olan kişiler, birdenbire ortadoğunun demokratikleştirilmesi ve, daha şaşırtıcı olarak hiç anlamasalar da; Afrika kabilelerini örneklerle kutsayarak \"ilkel komünal yaşamı hayata geçirmeyi\" canla başla savunmaya başladı. Önderliği en iyi anladığını kanıtlayan kazandı. Herşeyini inanarak feda etmiş gururlu insanlar bu yaşananlara kahırla sustu.
Niteliği, sayısı ve kapasitesi ne olursa olsun ulusal kesimlerinizi çarçur edenler ve ulusal birikimlerinizi görmezden gelenler zaten sizin iyiliğiniz için düşünmüyordur. Ulusallığın, bireyleşmenin ve insanlık değerlerinin billurlaştığı kesimler toprakların ve geleceğin sigortasıdır. Ulusal kültürü günlük yaşantısında doğallıkla yansıtan aileler bölgeyi terk ederken, yeni “emaneten zenginler” türetildi. Tüm sermaye ve pozisyonu bir anda elinden alınabilecek, daha doğrusu sermayenin emaneten teslim edildiği bir çevre.
Devletin alanı tamamen terk edermiş gibi göründüğü bu süreç boyunca ülkemiz hep kaybetti; rasyonelliğini, binlerce evladını, ekonomisini, sermayesini, kentleşme şansını, kaynaklarının yerinde kullanımını, adaleti, eleştiriyi ve geleceğe güvenini kaybetti. İnsanların bölgede yaşamak için geçerli tek bir nedeni kalmadı. Demokratik modernite ve radikal demokrasi büyük kazanırken, Kürdler ‘büyük kaybetti’. Alevi Kürdler daha büyük kaybetti.
Ne oldu da PKK kendisi için böylesine bereketli ve gittikçe kalkanlaşan bir ateşkes dönemini unutuverdi? Değişen koşulları doğru değerlendirip uygun strateji ve taktiği belirleyemedi? Nasıl oldu da halkların partisi olmak yerine klasik Ortadoğu örgütü davranışları sergilemeye başladı? Bir bildikleri var mıdır? Ateşkesin verdiği enerjinin harcandığı Türkiyelileşme ve onun sunduğu güç, şimdilerde hızla kaybedildi.
Amerika ve Avrupa’nın 2000’lerdeki planlı ve acil toleransını Türkiye bir dönem yanlış değerlendirdiyse, PKK de sürecin kendine tanıdığı toleransı yanlış değerlendirdi. 6-8 Ekim’de \'bayrağa ve büste dokunmayacağız\' şemsiyesi altında linç, yağma, tahribat ve kundaklamalar yapıldı. İnsanlık suçu olaylar yaşanınca Türkiye’nin itibarı perişan oldu ve kamu düzeni sürekli dillendirilmeye başlandı.
AKP devleti temsil ediyorsa, PKK de kendisini aynı devletin sahibi, temsilcisi ve koruyucusu sayıyor. (Örneğin, Karasu, orduya geçenlerde samimi tavsiyede bulunuyor: \"Ordu kendisini kullandırmamalı. Ordu \'ben vatan koruyucusuyum\' diyor. Vatan AKP midir?\") Egemenliğin kimde olduğu, kimde ve hangi oranda kalacağı bugün de hala netleşmedi, yaşanan çatışmalar hala aşılamadı.
“Barış söylemleri, barış mitingleri, sana savaş yaptırtmayacağız sözü” pratikte yaşananları perdeleyemeyecek ve kimseyi inandıramayacak kadar yetersiz. IŞİD\'çi denilerek evinin avlusunda yemek yerken hamile eşinin ve üç çocuğunun gözü önünde katledişin, PKK\'nin daha doğrusu \"demokrasi güçlerinin\" geleneğinde var olup olmadığını açıkça tartışmaları gerekiyor.
Kamu düzeninin tesisi, sürdürülmesi ve cezalandırmayı tüm Türkiye sathında kendi hakkı gibi görenler, şu günlerde bu hakkını meşrulaştırmak ve olağanlaştırmak için çaba harcıyor. Örneğin, Suruç katliamından sonra bırakın Ceylanpınar’da uyurken kafalara sıkılarak yapılan infazı, Adana ve İstanbul’da da iki kişinin IŞİD\'çi denilerek infaz edilmesini vs hiçbir devlet kabul edemezdi. Türkiye o kadar öfkelendi ki (İsrail öfkesi gibi), Aydar panik halde “üçüncü göz” istedi, HDP Türkiye’yi BM’ye şikayet etti, yine bir başkası “buyursunlar savaşalım” dedi. Devletin HDP heyetiyle yaptığı görüşme çok ilginçti ve talimatlar çok net olmalı ki, görüşmenin ardından geziler başladı.
Yoğunlaşan saldırılar koalisyon hükümeti kurulmasını da sağlayabilir. Böylece, Türkiye’nin muğlak bir seçim süreciyle yeni bir kaosa sürüklenmesinin önüne geçilmiş olunacaktır. Çatışmaların “hükümetsizliğin bir sonucu olduğunu ve bu nedenle koalisyona mecbur kaldıklarını” ileri sürecek koalisyon ortakları ise haklı, rahat ve onurlu bir nefes alacaktır. Gerçekte PKK\'nin üzerine gitmek için hükümete ihtiyaç olmasa gerek. Türkiye’nin yaptığı son anlaşmalar ve bunların yakın gelecekte uygulanacak olması hükümetsizliği kaldıramaz. Elbette saldırıların amacı bu olmayabilir de, ancak “yan ürün” olarak gerçekleşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Peşmergenin Suriye’ye girişiyle ve Amerikan bombardımanıyla Kobané’nin daha fazla \"Sarıkamışlaşması\" durdurulmuş, \"Çanakkaleleşmesi\" sağlanmıştı. Bugüne kadar peşmergenin Diyarbakır’a sığındığını, Botan’da gerillacılık yaptığını, kamplar kurduğunu, Hewler’deki savaşı Diyarbakır’dan koordine ettiğini duydunuz mu? Irak ordusunun ve savaş uçaklarının Osmaniye’yi bombaladığına tanık oldunuz mu? Tek amacı devlet sisteminin \"(milli) demokratik dönüşümü\" olan PKK’nin Türkiye’den silahlı güçlerini çekmesi ne anlama geliyor ve nereye ve niçin çekecek? Silahlı vur-kaça başladığından beri Güneyde güvenle yaşayan PKK, Türkiye’den silahlı güçlerini çekecekse, her ikisi de uluslararası alanda saygınlık kazanmış PYD’nin ya da peşmergenin komutasına katılması uygun olacaktır.
Biz kolayca modernize olabileceğimizi sayısız kez ortaya koyduk ve bu nedenle, dünyanın ilgisini ve desteğini almaya devam ediyoruz. Bu nedenle, içimizi nefretle ve öfkeyle yoğuranlara, bizi birbirimize ve başkalarına düşmanlaştıranlara karşı temkinli olmalıyız. Bizler asıl iç yaşamımızda öfke, nefret duygularından uzak durmaya, kurtulmaya çalışmalıyız. Çatışmacı değil, uzlaşmacı olmalıyız. Nefret ve öfkenin yönlendirdiği biri yapıcı ve huzurlu olamaz. Gençlerimizin, özellikle çocuklarımızın radikalize ve militarize edilmesi, sürekli gergin tutulması hepimizi endişelendirmelidir. Çinli, Yunan, Bulgar, Ermeni vs nefretinin benzerlerini toplumumuza ikame etme çabaları açıkça ortadadır. Nefret, öfke ve şiddeti kanıksatmaya çalışana karşı uyanık olmalı, deşifre etmeli, direnç göstermeli ve toplumumuzu uyarmaya, sahip çıkmaya devam etmeliyiz.
“Saray, saray gladyosu, geçici savaş hükümeti, Erdoğan, AKP, Amerika, Barzani, KDP, HüdaPar, gerici, ırkçı, faşist, kapitalist, emperyalist, neo-liberal” adı altında içimize öfkeyi, nefreti serpip bunu şiddete dönüştürmeyi amaçlayanlar başarısız olacaktır. Rasyonel, çağcıl olmalıyız ve işimize bakmalı; öfke ve nefret yoluyla oy verme sırasına giren ya da sokaklara dökülüp kırıp döken, yakan, öldüren bireyler olmamalıyız.
Nefret ve öfke bir kez damarlarımızda dolaşmaya başladı mı, o nefreti pompalayanlar dozu ayarlayarak size hükmetmeye başlar. Sizse, bunun diyalektiğine kendinizi ütopik ve romantikçe kaptırır, olanlara ve ölümlere mantıklı ve tarihsel sebepler ve suçlular bulmaya çalışarak “vaad edilen” yöne doğru hız kesmezsiniz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.