Bugün Kürdler, Ortadoğu’nun ortasında, Müslüman devletlerin ortasında, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu süreci, bilimin kavramlarıyla açıklamak, tartışmak mümkündür. Ama bu süreç dinin kavramlarıyla nasıl açıklanabilir, bunu kestiremiyorum. Kürdleri bölen, parçalayan, paylaşan, Kürdlerin temel hak ve özgürlüklerini gasbeden devletlerinin hepsinin de İslam devleti olduğunu bildiğimizde bu açıklama nasıl yapılabilir.
Bu bölümü okurken, 12 Mart Rejimi’nde, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde gerçekleşen bir yargılama aklıma geldi. Bir Kürd genci, Silvan Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda, sohbet sırasında, ‘her yerde anadilimizle konuşmalıyız. Anadilimizle konuşmayı, okumayı, yazmayı geliştirmeliyiz….’ şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Bu konuşmalar dava konusu yapılmış. Duruşma sırasında mahkeme başkanı gence, ‘anadilimiz, diyerek konuşma yapmışsın, anadilin dedir? ‘ diye sormuş. Genç ‘anadilim Kürdçe’dir’ diye cevap vermiş. Mahkeme başkanı gence ikinci bir soru daha sormuş, ‘Türkçe nedir?’ Kürd genci ‘Türkçe benim için yabancı dildir, İngilizce, Almanca gibi, Türkçe’de benim için yabancı dildir’ ...
Hazro Beyleri’nin Mustafa Kemal’le tanışması 1916 yılında gerçekleşmiştir. Aynı yıl, İttihat ve Terakki’nin organize ettiği büyük Kürd tehcirinin gerçekleştiği yıldır. Aynı yıl, Erzurum, Bitlis, Van, Muş, Bingöl, Ağrı gibi yörelerden bir milyonun üzerinde Kürd, Rus işgali bahanesiyle, kış aylarında, tehcire tabii tutulmuştur. Bu Kürdler, Kürdistan’dan koparılarak Batı illerine sürgün edilmektedir. Esas amaç, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonunu gerçekleştirmektir. Geri dönüşleri de imkansız kılınacaktır. Tehcire tabii tutulan bu Kürdlerin yarısı yollarla, soğuktan, açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan imha olmuştur.
Ezidilik hem dinsel aidiyeti, hem etnik, milli aidiyeti gösteren bir kavramdır. Ezidilik, Mitra kökenli bir dindir. Doğa dinidir. Zerdüştlük gibi, Mani gibi Mitra kökenli bir inançtır. Örneğin, Yahudilikten de eski bir inançtır. İsa’dan önce 4000 yıllara varan bir inançtır. İran’da Yaresan, Irak’ta Kakai denen inanç, Ezidilik, ve, örneğin Dersim’de yaşayan Alevilik, Rêya Hekîyê, bir ulu çınarın üç dalı gibidir. Bu inancın, İslam’dan önce, Farslar ve özellikle Kürdler arasına geliştiği de yakından bilinmektedir. Buna rağmen, Nadia Murad’ın Ezidileri, Araplar, Türkler, Farslar gibi ayrı bir etnik kategori olarak değerlendirmesi, Kürd olarak değerlendirmemesi şaşırtıcıdır.
Kürdler için devletleşme söz konusu olduğunda, bazı Kürdler arasında, ‘Devlet kötüdür. Kürdlere devlet gerekmez’ görüşü ileri sürülür. Bu görüş, Kürdlerin değil, Türkiye Devleti, Irak Devleti, İran Devleti, Suriye Devleti veya genel olarak, Kürdleri sömürge statüsünde tutmak isteyenlerin görüşüdür. Bu devletlerin, kendi görüşlerini Kürdlere söyletmesi, Kürdler için değil, budevletler için başarı ve kazançtır. Eğer devletiniz yoksa hiçbir şeyin, hiçbir siyasi iradenin, hiçbir kurumun sahibi olamazsınız. Müze bile kuramazsınız, mezarlıklarınızı bile koruyamazsınız. Kürdistan’ın güneyinde, Kürdlerin bu kurumlara, bu niteliklere, ancak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi döneminde yani özerk yönetim döneminde sahip olabildikleri bilinmektedir.
İslam tarihinde Nakib-ul Eşraf denen kurumlar vardı. Bu, Peygamber ailesinin, torunlarının vs. rahat yaşamasını, sorunlarıyla ilgilenilmesini, sorunlarının giderilmesini sağlayan bir kurumdu. Bu kurumun, İstanbul’da, Tahran’da, Necef’de, Kerbela’da, Bağdat’da, Şam’da büroları vardı. Nakib-ul Eşraf kurumu, isteyen kişilere, ailelere, belirli bir para veya hediye karşılığında soyağacı da düzenliyordu.
Kişi olarak, ‘senin rengin kara, sen beyazların içine karışma, senin yaşam alanların, bütün toplumsal kurumların … ayrı olsun’, ırkçılığına göre, ‘Kürdler, Türklerle birlikte yaşayacak, ayrım-gayrım yok, sen Türklerle birlikte yaşayacaksın, ama, kendi kimliğini, dilini kültürünü reddederek, Türkleşerek, Türk olarak, Türk dili ve kültürüyle yaşayacaksın, Türk gibi yaşayacaksın … ‘ ırkçılığının çok daha ağır, ezici, yok edici bir ırkçılık olduğunu düşünüyorum.
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının ve bunun 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin iki emperyal gücünün ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletinin iş birliğiyle ve güçbirliğiyle gerçekleştirildiğinin bilincine varmayan bir sol, istenildiği kadar Marks’tan, Lenin’den, Stalin’den alıntılar yapsın, enternasyonalizmden söz etsin Kürd solu değildir.
Doğu-Güneydoğu Dernekleri Platformu’nda, alfabetik sıraya göre, Adıyaman, Ağrı, Amed, Batman, Bingöl, Bitlis, Erzurum, Dersim, Hakkari, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Urfa, Van illeri yer almış durumda.
Kürdler, Kürdler konusunu, Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını ve özgürlüklerini gündeme getirdikleri zaman, hemen, Türkiye’nin güvenliği konuşulmaya başlar. Sadece Türkiye’nin değil, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın güvenliği de gündeme gelir. Kürdler tarafından gündeme getirilen hakların, özgürlüklerin bu devletlerin, Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin güvenliği için tehdit oluşturduğu vurgulanır.
Juli’nin Sesi romanında . dikkatimi çeken en önemli husus, yazarın Kürdçe’ye çok önem vermesi. Bu çok bilinçli bir tutum. Bütün insan isimleri Kürdçe yazılmış. Bütün dağ, ova, yayla, nehir, göl vs. isimleri Kürdçe yazılmış. Köy isimleri Kürdçe yazılmış, mahalle, semt isimleri Kürdçe yazılmış. Bütün bitki, ağaç, ot vs. isimler Kürdçe yazılmış. Yemek isimleri, daha birçok konunun, malzemenin isimleri Kürdçe yazılmış. Bu tutumun, Kürd/Kürdistan sorununda çok önemli, çok yüksek bir bilinç olduğunu düşünüyorum.
17 Ekim 2020 günü, Haşdi Şabi yanlıları, Bağdat’da, Kürdistan Demokrat Partisi binasını ve Kürdistan Bayrağı’nı yaktı. Hatırlayalım, 16 Eylül tarihli Kürd Basını, Bağdat’da, bir Kürd ailenin, ana, baba ve kızlarının katledildiğini yazmıştı. Ana-baba devlet memurluğundan emekliydi. Kızları Tıp Fakültesinde öğrenciydi. Bu ailenin oturduğu semtin, çok güvenlikli bir güvenlikli bir semt olduğu, bu semte sıradan insanların giremeyeceği, ancak devlet memurlarının girebileceği de vurgulanıyordu. Yeşil Semt denen bölge… Bu katliamı gerçekleştiren dört kişiden biri,katliamın ertesi günü, Kürdistan Asayiş Güçleri tarafından, Hewler’de yakalanmıştı. Bu, Irak İçişleri Bakanlığı’nda çalışan bir memurdu.
Kürdistan denince genel olarak dört parça Kürdistan anlaşılır. Türkiye’deki, Irak’daki, İran’daki, Suriye’deki Kürdistan parçaları. Kürdistan’ın bir kesiminin de Kafkasya’da olduğu yakından bilinmektedir. Hejarê Şamil, yıllar önce yayımladığı kitaplarda bu durumu vurgulamıştı. Diaspora Kürtleri, Sovyet Kürtleri Hakkında, Tarihi ve Güncel İnceleme (Peri Yayınları, İstanbul 2005) Azarbaycan Kürtleri (Peri Yayınları İstanbul, 2007) kitapları bu bakımdan önemlidir. Hejarê Şamil’in Ezizê Ziyo Bedirxan’dan çevirdiği KIzıl Kürdistan kitabı da önemlidir. ( Peri Yayınları, İstanbul, 2010)
16 Eylül 2020 tarihli Kürd basını, Bağdat’da yaşayan bir Kürd ailenin vahşice katledildiğini yazdı. Baba Dara Reûf, anne Xatû Aliye Reşîd, kızları kızları Şilan Dara gizlice eve giren Haşdi Şabi teröristleri tarafından bıçaklanarak katledilmişler. Baba ve annenin emekli olduğu, kızları Şİlan Dara’nın Tıp Fakültesinde öğrenci olduğu bildiriliyor. Şilan Dara’nın Bağdat’daki protesto eylemlerine katıldığı, ailenin, yaralanan, baskıyla karşılaşan eylemcilere maddi, manevi yardım ettiği dile getiriliyor. Baba-anne, bir devlet kurumunda 40 yıldan fazla çalışmış, emekli olmuşlar.
İran Kürdistan Demokrat Partisi peşmergesi, Mustafa Selîmî’nin idamından dolayı çok derin bir acı, hüzün yaşamaktayım. Bu acı, hüzün, sadece, değerli peşmerge Mustafa Selîmî’nin kendisiyle, çocuklarıyla, ailesiyle ilgili değildir, aynı zamanda, Kürdlerin, Kürdistan’ın geleceğiyle de ilgilidir.
İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Türk milleti odağında yeniden organize etmek gibi bir tasarımı vardı. Adriyatik Denizi’nden Çin’e kadar uzayan topraklarda bir imparatorluk kurulacak, ama, bu imparatorluk sınırları içinde sadece Türkler yaşayacaktı. Bu, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan, Rumları, Pontusları, Ermenileri, Asuri-Kildanileri, Süryanileri, Kürdleri, bugün Alevi olarak dile getirilen Rêya Heqîyê’yi, Ezididler’i vs. çok yakından ilgilendiren bir tasarımdı.
Ziya Gökalp, bin senelik müşterek dilden, müşterek tarihten söz ediyor. Bu, Kürdlerin, dil, kültür değerlerinin, Kürdçe’nin, hiç görülmediği, umursanmadığı anlamına gelmektedir. Halbuki, o zaman, Kürd aydınları, yazarlar, Kürdistan, Rojî Kürd, Hetawî Kürd, Jîn gibi dergilerde, Kürdçe’yi gündeme getiriyor,
Bu olumsuz durumlar, gelişmeler nasıl aşılabilir? Her şeyden önce Kürdlere/Kürdistan’a ilişkin tarihsel gelişmelerin, haksızlıkların bilincine varmak gerekir. Zaaflardan arınmak gerekir. Bölünme, parçalanma, paylaşılma süreçlerinin, haksızlıkların bilincine varanlar, zaaflardan arınmaya çalışanlar düşmanlarına değil, birbirlerine taviz verme gereği üzerinde durur. Birlikte hareket etmeye, güç olmaya çalışır. Kürd Kürde taviz verirse, Kürd Kürdle uzlaşırsa, sonuç olarak Kürdler büyür, Kürdistan büyür. Ama bir Kürd Kürdlere hasım güçlere taviz verir, Kürdü arkasından hançerlerse, bu bütün Kürdlerde onulmaz bir yara açar.
Bölünmeyle, parçalanmayla, paylaşılmayla, Kürdler, Kürdistan’ın anahtarını kaybetmişlerdir. Anahtar, Kürdleri, Kürdistan’ı bölenlerin, parçalayanların paylaşanların eline geçmiştir. Anahtar, ikinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Büyük Britanya’nın, Fransa’nın, Türk, Arap ve Fars yönetimlerinin elindeydi. Bir anahtarında Sovyetler Birliği’nin elinde olduğunu unutmamak gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere, özel mülkünü devrediyormuş gibi, Kürdlerin isteğini, iradesini hiç dikkate almadan, Kürdistan’ı Irak’a devletti. Fransa’da elinde tuttuğu Kürdistan’ı Suriye’ye devretti.
Bugün, dünyada, nüfusu bir milyonu bile bulmaya devletler, birkaç milyon nüfusa sahip halklar, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı, Arap Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerde, ‘Kürdlere şu olmasın bu olmasın diyerek, Kürdlerin geleceğini belirlemeye çalışıyorlar. Dikkat edelim, bu sözler sadece Kürdler için söyleniyor. Örneğin, Filistinli Araplar için söylenmiyor. Sen de bunları hiç dert etmiyorsun…
Bir düşünceyi, bir görüşü, kamuoyuna açıklamanın, kamuoyu ile paylaşmanın anlamı şudur: Herhangi bir kişi, açıklanan bu düşüncelerle ilgileniyorsa, bu konularda bilgisi varsa, eğer isterse, bu düşünceleri eleştirebilir, bu düşüncelerdeki doğruluğu, yanlışlığı dile getirebilir, kendi doğrularını önerebilir. Düşünceleri kamuoyu ile paylaşmanın en önemli anlamı budur.
Son kırk yılda, Kürdistan’da, toplumsal yapıda çok büyük değişimler oldu. Bunu, toplumsal yapı alt-üst oldu, şeklinde de ifade edebiliriz. Köylerin yakılması-yıkılması, beyaz arabalar, faili meçhul cinayetler, köyleri evlerin yakılması-yıkılması sürecinde, nüfus kırsal alanlardan şehirlere doğru hareketlenmeye başladı. Yine bu sürecin yoğunlaşması, yaygınlaşması sırasında, Kürd şehirlerinin birbirleri arasında da göçler çoğaldı. Kürd şehirlerinden Türkiye’nin Batı illerine göçler de arttı.
Bugün, Aleviliği Oniki İmamlara, Şiiliğe bağlamaya çalışan her görüş asimilasyon göstergesidir. Sadece Aleviler değil, Rêya Heqîyê’nin diğer kolları, Ezidiliğin, Ehl-i Hak’ın, Kakailer’in de İslam’a döndürülmesi için, tarihte çok büyük operasyonlar yapılmştır. Bu çerçevede, Kürdistan’ın çeşitli alanlarında, kitlesel katliamlar, sürgünler, etnik temizlik operasyonları ardı ardına gündem gelmiştir.
Bugün, ‘Alevilik’ dile getirilen inancın esas adı Rêya Heqîyê’dir. Rêya Heqîyê doğa dinidir. İnsanlar, doğanın, kendilerini korumasını isterler. Bunun için de doğaya, örneğin, dağlara, sulara, ağaçlara, bazı hayvanlara vs. adaklar sunarak, doğanın kendilerinden yana olmasını, kendilerini korumasını sağlamaya çalışırlar.
Neden bir Kürdistan kurulmamıştır? Kaldı ki, o dönemde, Kürdistan’ın güneyinde, Şeyh Mahmud Berzenci’nin, Büyük Britanya’ya karşı ileri sürdüğü, ‘Ben Kürdistan Kralıyım’ şeklinde bir söylem de vardı. Dönemin emperyal güçlerinin, Büyük Britanya ve Fransa’nın, ise, değil bağımsız bir Kürdistan, sömürge bir Kürdistan’a bile izin vermedikleriydi. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bir statüko kuruluyor ama bu statüko Kürdlere, Kürdistan’a hiçbir statü vermiyordu. Ulusları Kendi Geleceklerini Belirleme Hakkı’nın en çok konuşulduğu bir dönemde, Kürdlere karşı böyle bir politika uygulanmıştı. Bu politika sonunda, Uluslararası Anti- Kürd bir Dünya Düzeni kuruldu.
Konferansta, Türkiye’de, büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağının Ermeni malları, Rum malları, Pontus malları olduğu vurgulandı. Kürdistan’da bazı Kürd aşiretlerinin, şeyhlerinin, toprak sahiplerinin zenginliğinin kaynağının, yine, Ermeni malları, Asuri-Süryani malları olduğu belirtildi. Ve, bütün bunların, Osmanlı’ya ‘hasta adam’ denilen bir dönemde gerçeklemiş olması dikkate değer bir durumdur.
Kürlerin, Kürd aydınlarının, Kürd siyasetçilerinin bu konudaki tutumları elbette çok önemlidir. Bunların çok önemli bir kısmı da Kürdçe konuşmayarak, yazmayarak, Kürdçe öğrenmeyerek, çocuklarına, Kürdçe öğretmeyerek, çocuklarının, Kürdçe öğrenmesini, konuşmasını sağlayacak bir ortamın oluşmasını sağlamayarak, her alanda, Türkçe kullanarak, devletin bu politikalarına, uygulamalarına büyük bir katkı sunuyorlar. Halkın sesi ve tarihi de bu süreçte siliniyor.
Referandum ilanından sonra, sık sık yapılan bu açıklamalar şu anlama geliyordu. Siz Kürdler, kendi geleceğinizi belirleme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz. Siz kendinizi yönetemezsiniz. Siz şimdiye kadar hep, kültürde ve medeniyetde sizden çok daha ileride olanlar tarafından yönetildiniz. Bundan sonra da böyle olacak, Ne faydalıdır, ne zararlıdır, ne doğrudur, ne yanlıştır, neyin zamanı gelmiştir, neyin zamanı gelmemiştir, siz bunları bilecek, ölçecek, anlayacak, kavrayacak güçte değilsiniz. Bu bakımdan, sizin geleceğinizi ancak “biz” belirleriz…
Bu koşullarda Referandumun gerçekleştirilmiş olması başlı başına bir başarıdır. Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a, Komel’e rağmen, YNK’nin, Ala Talabani, Bafil Talabani gibi bir kesimine rağmen, ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, AB’ye, BM’ye rağmen, Irak’ın birliği, diye çırpınanlara rağmen, bu Referandum’un gerçekleşmiş olması bir başarıdır. Büyük bir başarıdır. Böylece, Kürdler, iradesi olan, iradesini kullanan bir ulus olduğunu göstermiştir.
Suriye’de iç savaşın gelişmesi, Irak’a, Kürdistan’a, Şengal bölgesine de yansır. IŞİD’in Şengal’e saldırısı ihtimali arttıkça Şengal şehrinden, köylerinden ayrılıp Şengal Dağı’na sığınmalar da başlar. Yezda ve Ağabeyi Musafir de, babalarını, evden ayrılıp Şengal Dağı’na sığınma konusunda ikna etmeye çalışır. Fakat, babaları Pir Casim evi terk etmek istemez. “Öleceksem evimde öleyim” der. Tanrı Ezda’nın, Melek Tawus’un, Şeyh Adi’nin, kendilerini koruyacağını söyler.
Genel olarak, Kürdlerin, Ermeni soykırımında, rol almadıklarını, o dönemde, Kürdlerin de çok büyük baskılar altında kaldıklarını, sürgünler yaşadıklarını, bazı bölgelerde yaşanan ve soykırım denebilecek süreçlerin bütün Kürdlere teşmil edilemeyeceğini, soykırımın, İttihat ve Teakki tarafından planlandığını, Kürdlerin önemli bir kısmının da örneğin, Eğil beylerinin de, birçok Ermeni’yi korumaya çalıştığını, onları canlarını kurtardıklarını vs. anlatmaktadır.
O dönemde, Kürdlerden, Kürdçe’den söz etmek, çok ağır bir suçtu. Yazılarda, konuşmalarda, Kürdlerden, Kürdçe’den söze etmek, birçok idari ve cezai yaptırımı gündeme getirebiliyordu. Muhbir-tanık profesörler, Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu, Kürdlerden, Kürdçe’den söz etmenin çok büyük bir suç olduğunu, vatana ihanet olduğunu, bu suçun cezasız bırakılamayacağını vurguluyorlardı.
Kürd edebiyatı da Kürd diliyle yazılan eserlerden oluşur. Kürdistan’ı, Kürdleri konu edinen, gerilla mücadelesini, köylerin yakılıp yıkılmasının, göçleri, Kürd yurtseverlerin kaçırılıp yok edilmesini, zulmü işkenceyi, hapishaneleri, çöplükleri kurcalayan çocukları anlatan ama, Türk diliyle, Arap diliyle, Farsça, İngilizce vs. yazılan eserler, Kürd edebiyatı çevresinde değerlendirilmez.
Şu an, Türkiye’de, ‘Alevilik’ olarak bilinen inancın asıl adı Yaresan’dır. ‘Alevi’ adı, Türkler tarafından kullanılmaktadır. Aslında, bu adın, Türklerden Kürtlere geçtiğini düşünüyorum. Türkler, Alevilik, (Türk Aleviliği) üzerine düzinelerle kitap yazmalarına rağmen, hiçbir zaman bu inancın kaynağını gerçek anlamda belirtmezler. Daha doğrusu, Türk Aleviliği’nin kaynağı, ‘Yaresan (Ehl-i Hak), Rêya Heqîyê dinidir.
Pervin Erbil, “Zağros’un Ötesinde, Zamana Yayılmış, Kürd Tehcir Gerçeği”, incelemesinde, 11 Mayıs 1919 tarihli Tasvir-i Efkar Gazetesi’ne dayanarak, 902 bin 965 Kürd’ün göçe zorlandığını, vurgulamaktadır. Bunlardan 701 bin 166 Kürd’ün, göç yollarında, hastalıktan, açlıktan, soğuktan donarak kırıldığını dile getirir. Devletin gösterdiği yeni yerleşim yerine, ancak, 201 bin, 699 Kürd’ün ulaşabildiğine işaret eder. (s. 23, 258)
Irak, 1980’lerdeki gücüne kavuşsa, Kürdler de silah araç-gereçleri bakımından zayıfsa, soykırım yine gündeme gelebilir. Bu konuyla ilgili olarak Irak tarafının bir yüzleşme yapmadığı biliniyor. Irak, kendini güçlü, Kürdleri zayıf hissettiği anda, ilk işi, yine soykırım planlamak olacaktır. Kürdlerin dünyadaki en büyük devletsiz halk olduğu da bilinmektedir. Bütün bunların, Kürdlerde bağımsız devlet bilinci yaratmaması çok şaşırtıcıdır. Bu bir zihin aşınmasıdır. Bu zihin aşınmasının temel nedeni, kanımca, tarih bilincine, toplum bilincine sahip olmamaktır. Bu, Kürdistan’ın, Kürdlerin, bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının yarattığı bir durumdur
Bindestê Bindestan. Ortadoğu’daki tüm Kürd halkının, -Sünni Kürdlerin, Alevi Kürdlerin, Hristiyan Kürdlerin, Yahudi Kürdlerin, ve Êzidî Kürdlerin kendilerinin- Êzidî Kürdler için kullandığı bir deyim. El altındakilerin el altındakileri, ezilenin ezileni, anlamında kullanılmaktadır. Yani ezilenlerin ezilenleri, ötekilerin ötekileri, azınlığın azınlığı, Kürdlerin Kürdleri.