Halepçe Otuz beşinci yılını doldurdu. Lanetliyor, tarihe soykırım olarak geçmesini talep ediyorum...
Dünya Tarihe Halepçeyi, kara gün olarak not etti..
16.Mart’a Halepçe 'de 5 bin Kürt kimyasal gazlarla katliama uğratılmıştı. Yedi binden fazlada yaralı, Vardı Bu katliama; Dünya uzun süre sessiz kalmıştı Katliamın sorumlusu olarak bilinen Diktatör Saddam Hüseyin, rejimi ile birlikte yıkıldı...
Saddam, Halepçe için ayrıca yargılandı...
Halepçemin halen yarası sarılamadı… Halepçe kan ağlıyor. Katliamın 35 yılında Halepçeliler on altı Mart 1988'i anlattı;
“Uçaklar yüreksiz bir insanını andırıyordu. İlk etapta kıyamet koptu sandım...
Belli belirsiz sis yükseldi, kehribar hareleri halinde bulutlar dalgalar oluşturdu. Gözlerimiz yandı, bedenimiz tutuştu. Her yer karardı pusa kesti...
Hardal kokulu yağmurda, aynı başıboş hayvan sürüsüydük.
Derin bir kuyuya düşmüştük… Çığlıklar O kadar çılgındı ki ,birbirimizin çığlığını bastırıyorduk zaman ilerledikçe; Kesik çığlıklar, böğürtüler ve sessizlik hakim oluyordu...
Ana çocuğunu, kedi yavrusunu, koyun kuzusunu terk ermişti. Ölülerimize basıp geçtik... Aç susuz kimsesiz, sınıra doğru... Dağlar, Dağların eteğine varınca evler, acımızın karanlığında birer leke gibi gözüküyordu...
Koynumuza yapışan korkuyu taşıyorduk. Dağların suskunluğu korkutucuydu.
Bizi sanki kendi içine çekmişti. Yine de, bize dağlar ihanet etmemişti... Sarmalamıştı
Taşlar, dağlar, dereler kan ağlıyordu. Kan kokuyordu...Fırat ve Dicle’nin kıyısı ölü kuş yığını; üç beş kuşun ölüme çırpınışı içler acısıydı...
Yaşananlar tufandı. Duymak istemediğimiz bir tufan. Etten şerit oluşturmuştuk. Çamurlu yollarda sürünerek yürüdükçe, yaralarımız, saatler geçtikçe açılıyordu. Gözyaşlarımız safran sarısıydı.”
Bir kadın Böyle haykırıyordu… Boğuk, Boğuk
“Avuçlarıma döküyordu saçlarım” diyordu...
Tıpkı beraberimdekiler gibi...Birbirimize çok benziyorduk.
Galiba, Cehennem dedikleri buydu.!!!
Tel örgülerin ötesinde, kan bağıyla birbirimize bağlı olduğumuzun sınırıydı. Ilık bir sevgiyle kuşatılmıştık...
Yinede kuşkuya kapıldık...
Çadırlardaydık. Geceleri hiç bitmeyen inleyişler, yağmur sesleri. Sanki, bilinmeyen iklimden gelen dilsizlerdik....
Ama insanların gözlerinde acıyı bilmenin yardım etmenin hazzı titriyordu. Kararmış bedenler, morarmış yarı aralık korkunç suratlarımız belirsizdi....
Tüm bunları ben bizzat dinledim ve izlerken, Göz yaşlarıma hakim olamıyordum... Çok çaresiz ve bitkindik...
Dönemin Kürt milletvekillerinin girişimleri insani olmanın ötesinde; Yurtseverlik de hakim olmuştu. Benim de içinde bulunduğum bir grup Kürt genci; ciddi bir baskı grubu oluşturmuştuk.
Ben, Hakkari M.vekili Sevgili Büyüğüm Mikail İlçin’le koordine olmuştum. Dünyayı ayağa kaldırmaya çalışıyorduk, her yere ulaşmaya çalışıyorduk. Bazı yerlere mektupla bazılarına telgrafla ulaşabilmiştik. Dünya önce sesiz kalmıştı....
Ancak Kızılhaç en insani duruşunu sergilemişti. Bu arada Kürtlerin hassasiyeti ve yardımı kelimelerle anlatılacak gibi değildi.
Her fert kendi çapında yardımcıydı.
Dünya yardım kuruluşları geçte olsa devreye girmişlerdi.
Özellikle yanıkların insanların yüzündeki görüntüsü korkunçtu, burda da ciddi yardımlar almıştık...
Kürtler kimyasal silahların hedefi olmaktan kurtulamadılar.
Bunu söylerken; Kürt olmanın acısını da çok iyi biliyorum. Umuyorum ve diliyorum 21 yy. da artık bunlar yaşanmaz... Kimyacı Ali’lerin dünyasında yaşamı paylaşmak kaderimiz olmaktan çıkmalı...
Umutla, Sevgiyle Çoğalalım...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.