Güney Kürdistan bölgesindeki politik İslam’ın teorik ve pratik yöntemle ilk tanışması 1950 yılında İhvan-i Müslim hareketinin bölgeye yerleşmesiyle başlar. İhvan hareketinin kurucusu ve lideri Hasan El-Benna tarafından Güney Kürdistan’a gönderilen Arap kökenli ve El- Ezher mezunu Şeyh Mahmud Savvaf tarafından yürütülür. 1954 yılında Şeyh Osman İhvan hareketiyle tanışır. Kısa bir süre içinde Kürdistan bölgesinde yürüttükleri İslami faaliyetlerle Şeyh Osman Bin Abdulaziz ve kardeşleri Ali ve Sıddık Abdulaziz Kürdistan İslami hareketin öncü kadroları konumuna yükselirler.
Bu üç kardeş, Kürdistan halkının içinde bulunduğu keşmekeş hayatın bir an önce son bulması için Rabıta hareketetiyle kuracakları organik bağ ile sonuç alabileceklerini düşünürler. Şeyh Osman ve kardeşleri sahip oldukları geleneksel İslami medrese düşüncesini, Hasan El- Benna’nın yeniden yorumladığı Ehl-i Sünnet İslamI, Seyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” adlı eseri, Pakistanlı Mevdudi’nin “Dört Terim” kavramlaştırması ve Humeyni’nin sistematikleştirdiği ve kurumsallaştırdığı “Velayet-i Fakih” düşüncesiyle buluşturup, Kürdistan İslami Hareketin siyasal İslam paradigmasını inşa edecekti.
Kürdistan İslami Hareketi benimsediği bu paradigmayla Kürt halkının kurtuluş reçetesini “Huzur İslamdadır”parolasıyla Kürt halkının karşısına görücüye çıkacaktı. 1954 yılından 1988 Halepçe katliamına kadar Şeyh Osman ve kardeşleri ihvan hareketiyle organik bağlarını sürdürürler. Fakat Halepçe katliamından sonra Şeyh Osman, Irak Baas rejimine karşı silahlı mücadelenin kaçınılmaz olduğu fikrini ileriye sürer. İhvan ise onun bu görüşüne sıcak bakmayacaktı. Bu sebepten ötürü İhvan hareketiyle olan ilişkileri kesilir. Bundan sonra Şeyh Osman ve kardeşleri, İran İslam cumhuriyeti ile yoğun ilişkiler içinde olurlar. Şeyh Osman ve kardeşlerinin İran İslam rejimi ile olan ilişkileri Halepçe katliamıyla beraber başlamamıştır. 1979 tarihinde İran İslam Devrimi gerçekleşirken tüm dünya Müslüman halkları tarafından sevinç ve coşkuyla karşılandı. Tabiatıyla devrimin yaratığı bu sevinç ve coşku atmosferi Güney Kürdistan halkını da etkisi altına alacaktı.
Şeyh Osman ve kardeşleri başta Hasan El Benna, Seyit Kutub, Mustafa Sibai, Fethi Yeken, Abdulkadir Udeh, Halid El-İslâmbuli, Şeyh Ahmet Yasin gibi İhvan harekatının önemli düşünce ve fikir adamlarının eserlerini tabanlarıyla buluşturdukları gibi; 1979 İran devriminin mimar kadroları olan Humeyni, Mutahhari, Beheşti, Talagani, Burucerdi, Müntezeri ve Tabatabai gibi düşünce ve fikir adamların kitaplarını da tabanlarıyla buluşturmaktan geri durmamışlardır. Kürt halkına ulaştırılan bu şahsiyetlerin eserleri, ekmek ve su gibi rağbet görecekti.
Kürdistan İslami Hareket’in her bireyi tarafından okunan bu eserler hem Hareketin lider kadrosunu, hem de müntesiplerini Kürdistan ulus bilincinden uzaklaştırıp, ümmet ve kardeşlik mefkuresiyle perçinleştirecekti. Kürdistan İslami Hareketin müntesipleri tarafından okunan bu eserler, onları ulusal Kürt bilincinden uzaklaştırmakla birlikte, onlar gibi inanç ve amel dünyalarını inşa etmeyen diğer Kürdistanlılar ise; şeytan, kafir, münafık mesafesinde değerlendirilecekti. Öyle ki Kürdistan’ın dört bir parçasında özgür vatan bilincini inşa etmeye çalışan her Kürt bireyi ve hareketi, Humeyni’nin şu meşhur sözüyle özgür vatan sevdasından uzaklaştırılacaktı: “Kürdistan Demokrat Partisi bozuk bir cemiyettir, Kürdistan halkının kurtuluşu İslam’dadır.” Diyerek Kürt ulusal düşüncesini pasivize etmek ister. 1980 yılında İran Kürdistan’ında Kürt halkının ulusal ve özgürlük mücadelesini veren her Kürt bireyi ve hareketi, İran devriminin öncü kadrolarından biri olan Mustafa Çamran tarafından büyük bir katliamla bastırılacaktı. Çamran ve Humeyni, bu zulmü ve katliamı meşru göstermek için Kürtlerin başkaldırı hareketini şövenizm, milliyetçilik ve komünizme hizmet olarak yorumlayacaktı. Mustafa Çamran, Kürt halkının ulusal bilincini kısırlaştırmak için bu söyledikleriyle yetinmeyerek ayrıca, “Kürdistan’ın Hainleri” adlı bir kitap çalışması yapar. Bu kitap Kürdistan’ın dört bir parçasında Kürt halkının özgür vatan sevdası için mücadele eden Kürtleri hedef alarak ümmet fikrini bozmakla ve Kürt halkını komünizmle suçlayacaktı.
Oysa ki Kürt halkının bu sömürgeci mantığı suçlaması ve yargılaması gerekirken, sömürgeci mantık tabiatı gereği daha kurnaz davranıp, bu pervasızlığını göstermekten geri durmayacaktı. Dolayısıyla Kürt halkının özgür vatan isteği neden müslüman olan bu devletleri ve halkları bu denli zıvanadan çıkarıyordu sorusu çok büyük bir önem taşımaktadır. O halde Müslüman bu halkların neden devleti vardı? Neden Kürt halkın bu müslüman halklar gibi meşru bir devletleri yoktu? Neden tüm bu müslüman halklar birden fazla devlete sahip olurken milliyetçi ve şövenist olmuyordu? Neden devleti olmayan ve dilleri yasaklı olan kırk milyon Kürt, ülkemi ve dilimi özgür kılmak istiyorum dediği için milliyetçilik, şövenizm ve komünizmle suçlanacaktı? Niçin diğer Müslüman halklar gibi kendi ülkelerinde ve kendi dilleriyle konuşmaları ve yaşayacakları özgür bir ülkeleri ve özgür bir yazgıları yoktu? Muamması sanırsam tamda bu noktada zalimleşen yürekleri ve vicdanları harekete geçirecek bir tefekküre ihtiyacı doğurmuştur.
Gerek politik ehli-sünnet İslam’ı gerekse de politik Ehli Beyt İslam’ı olsun Kürt halkının özgür vatan bilincini oryantalist ve kolonyalist enstrümanlarla sağlı sollu döverek sersemleştirdiği için, Kürt İslami Hareketi ne yazık ki bunu fark edememiş olacaktı. Çünkü hem Siyasal Ehli-sünnet İslam’ın temsilci şahısların eserleri hem de siyasal Ehli-Beyt İslam’ın temsilci şahsiyetlerin eserleri, Kürt halkının ulusal ve özgürlük mücadelesini sahih Kuran adına, Kürtlerin özgürleşmesi haram olarak zihinlere kazınacaktı. Okunan bu eserler kayıtsız şartsız Kürtleri özgür vatan ikliminden uzak tutacaktı. Bu okuma ve algılama biçimi Kuran ilmine göre dualizme tekabül ediyordu. Çünkü Kuran, vatan ve dil epistemolojisini ontolojik, fizyolojik ve anatomik esaslar üzerine inşa etmişti. Bu eserlerin sahipleri Kürtleri ısrarla devlet olma temayüllerine karşı dikkatli olmalarını öğütlemişti.
Bunlar kendilerine devlet ve otoriteyi vazgeçilmez birer düstur olarak görürken, Kürt halkına aynısını haram olarak görecektiler. Tabiatıyla bu anlaşılır gibi değildi. Şeyh Osman 1988 yılından vefat ettiği 1996 yılına kadar, İran İslam rejimiyle mazbut ilişkiler içinde olmuştur. Aynı şekilde Şeyh Osman 9 Ağustos 1996 yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinin o dönemin başbakanı Erbakan tarafından Ankara’ya davet edilir. Davet edilme gerekçesi Güney ve Kuzey Kürdistan’da, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden KDP, KYP VE PKK gibi Kürt örgütlerine karşı Kürdistan İslami Hareketini oryantalist ve sömürgeci yöntemlerle bu gruplara karşı kışkırtmış ve İslam düşmanı olarak hedef göstermiştir.
Erbakan ve kurmayları Şeyh Osman’a: Kürtlerin ve Türklerin kardeş olduğunu, Barzani’nin Yahudi kökenli bir aileye mensup olduğunu, amacının İsrail devletinin bölgede büyük bir güç olması için görevlendirdiğini, Talabani’nin ise Amerika’nın politikalarını Kürdistan’da icra etmekle görevli bir ajan olduğunu, Öcalan’ın ise uluslararası güçlerin, Kürt halkını dinsizleştirmekle görevlendirdiği bir bebek katili olduğunu söyleyip, dinlerinde ve inançların da samimi olan Kürdistan İslami Hareketi ve liderini resmen diğer kardeş gruplara karşı kışkırtmaktan imtina etmeyecekti. Kürdistan İslami Hareketini bu Kürt gruplarına karşı dinsiz ve İslam düşmanı biçiminde yalnız Arap İhvanı ve İran rejimi hedef göstererek kışkırtmıyordu.
1996 yılında Türkiye’ye gelen Kürdistan İslami Hareketi lideri Şeyh Osman, İran İslam Rejimine yakın olan bir takım Politik İslami gruplarla farklı zamanlarda görüştüğü konusu, dönemin İslamcı medyası tarafından gündeme taşınacaktı. Yapılan bu görüşmelerde Türk İslamcı Gruplar Şeyh Osman’a, Kürtlerin özgürlük mücadelesini veren Kürt gruplarını gavurluk, komünistlik ve İslam’ın düşmanları olarak hedef gösterecekti. Türk İslamcı gruplar Profesyonelce sahih İslam düşüncesinin argümanlarını oryantalist ve kolonyalist sistematiğe eklektize ederek, İslam düşüncesinin en azılı düşmanlarını, Kürt halkının özgürlük mücadelesi veren Kürt grupları olarak hedef gösterilecekti.
Türk İslamcı Gruplar 1992 ile 1994 yılları arasında Tevhid, Girişim, Yeryüzü ve Selam gazetesi aracılığıyla Kürtlerin PKK tarafından dinsizleştirildiği propagandası özellikle İlim grubunu ikna ederek hedeflerine varmış oluyordu. Son dönemlerde ise; bu İslamcı, oryantalist ve kolonyalist medya daha geniş bir yelpazede bir ahtapot gibi konumlanarak, Kürt halkı uluslaşmasın diye Kürt halkının zihin ve inanç dünyası, politik İslam’ın argümanlarıyla yoğun bir bombardıman altında tutulacaktı. Hakeza son günlerde sömürgeci Türk devletinin Başbakanı ve onun münafık çeteleri, Güney Kürdistan bölgesinde İslami grupları diğer Kürt gruplarına karşı kışkırtarak, Kürtlerin özgür vatan etrafında birleşmelerine engel olmaya çalıştıklarına ayrıca müşahade etmekteyiz.
Özellikle Kürtler arasında özgür vatan bilinci yerine, bırakuji ve sömürgeci bir kültürün egemen olmasını isteyen Zaman, Vakit, Milli gazete, Yeni şafak gazetesi, Gerçek Hayat Dergisi , Hak Söz dergisi Güney Kürdistan’daki İslami grupları Federal Kürdistan Devletine ve Barzani’ye karşı kışkırttıklarını görmekteyiz. Oysa ki İslam’dan dem vuran bu politik din tacirleri Ad kavmi, Semud kavmi, Eyke kavmi ve Lut kavmi gibi her türlü eğlence ve sapkınlığı yaparken, Kürt halkına hangi gerekçeyle helal ve haram sınırlarını tayin etme densizliğini gösteriyorlar, bu anlaşılır gibi değildi!
Hakeza dünyada hiç bir devletin ve dünyada hiç bir halkın Arap, Türk ve Fars devleti ve milleti kadar eğlenceye ve sapkınlığa düşkün ve mahkum hiç kimsenin olmadığını ayrıca unutuluyordu! Dolayısıyla siyasal İslamcılar Kürdistan halkının özgür olmasını istemedikleri için Kürdistan’daki İslamcı grupları diğer Kürt gruplarına karşı din adına kışkırttığını bilmemiz gerekiyor.
Oysaki hiç bir Kürt grubu, Kürt halkının dinsizleşmesi için mücadele etmemiştir. Aksine İslam düşmanı olarak gösterdikleri bu Kürt gruplar, Kürt halkının İslam adına esir edilen yaşamını tekrar özgür mahşere taşımak için mücadele verdiklerini hatırlatmak gerekiyor. Tabi ki, bu mücadele esnasında bir çok taşkınlıklar yapılacaktı. Oysa ki siyasal Türk, Fars ve Arap İslamcıları Kürt İslamcılarına: şu Kürt örgütleri İslam düşmanıdır. Çünkü İslam seküler yaşamı ve beşeri ideolojileri “La” şiyarıyla red etmiştir. Bu oryantalist üslubu ve yöntemi kullanan siyasal İslam’ın hamileri , Türkiye Cumhuriyeti devleti Allahı, meteoroloji işlerine havale ederken ve Dubai şeyhleri yeryüzünde kendilerine dijital bir cennet inşa ederken, Kürt halkına helal ve haram sınırlarını belirtmeleri hayasızlığın en son örneği olacaktı.
Konumuza dönecek olursak, Şeyh Osman’ın vefatından sonra Kürdistan İslami harekatı kendi içinde üç parçaya bölünecekti. Özellikle bu parçalanmanın sebebi Ali Bapir’in İran İslam devletine olan aşırı bağlılığı neden gösterilecekti. Daha sonra Kürdistan İslami Hareketinden ayrılan bu iki grup 2007 yılında Erbil’de, Muhamed Bahaddin başkanlığındaki “İslami Birlik Partisi”, Ali Bapir liderliğindeki Kürt İslam Cemaati” ve Şeyh Osman’ın kardeşi olan Sıddık Abdulaziz başkanlığındaki “Kürdistan İslami hareketi” arasında yapılan bir toplantıda, Güney Kürdistan’da ortak bir cephe oluşturmaya karar verilir. Kürdistan İslami Hareketin kendi içinde sürekli ayrılıklar yaşamasına sebep olan temel faktörlerden biride hiç kuşkusuz bu hareketin yönetimini, Şeyh Osman ve kardeşlerinin kimseye kaptırmama endişesidir. Kürdistan İslami hareketi hem kendi içinde teorik ve pratik çatışmalar ve ayrılıklar yaşarken hem de Güney Kürdistan’ı dinsizleştirmekle suçladıkları KDP ve KYP ile çatışacaktı. Özellikle Talabani’nin KYP’si ile Şeyh Osman’ın Kürdistan İslami Hareketi arasında 1993, 1995 ve 2001 tarihlerinde şiddetli bırakuji çatışmaları yaşanmıştır. Hata 1993 Yılında Kürdistan İslami Hareketi, KYP’nin birçok yerel yöneticisini öldürdü. Bundan dolayı KYP güçleri, Kürdistan İslami Hareketinin üst bölgelerini ele geçirdi; başta Şeyh Osman olmak üzere iki yüzden fazla esir alındı. Bu hadiseden hemen sonra İran devreye girip Talabani’den derhal Şeyh Osman ve beraberindeki iki yüz esirin serbest bırakılması için arabuluculuk yapacaktı.
Güney Kürdistan’daki Politik İslam’ın anatomisi ve serencamını anahatlarıyla belirlediğimiz gibi Şeyh Osman ve kardeşleri tarafından vücuda getirildiği sonucu çıkmaktadır.
Dolayısıyla Sonuç olarak toparlayacak olursak; Güney Kürdistan Federal yönetimi, İslami grupları Kürt, kardeşliği ve yurtseverliği muvazanesinde ve mefkuresinde değerlendirmelidir. İslami grupların, Federal Kürdistan Devletine karşı besleyecekleri her türlü önyargı düşüncesine karşı bilgi, ahlak, sevgi ve hikmet ekseninde diyalog iklimini inşa etmelidir. Özgürlüğümüzü ve onurumuzu bir ahtapot gibi emen bu oryantalist İslam şekline karşı, en aykırı düşüncelerin en aykırı yaşam biçiminin ve en aykırı inançların yan yana getirilerek, özgür vatanın mutluluğu için mutlaka seviştirilmelidir.
K
[email protected]