Hamidiye Alayları ve Bitlisli aşiretlerin konumu yıllardır tartışılan bir meseledir.
Kürt Ulusal Kimliği\'nin yeniden inşaası için girişilen projeler ve gösterilen çabalara karşı kimliğe dayatılan \'\' katliamcı \'\' damgasını Tarih hiç bir şekilde doğrulamıyor aksine Hamidiye Alaylarında sadece bireysel olarak Kürt aşiretlerin değil Türkmen , Yörük , Arap aşiretlerinde yoğunlukla olduğunu ispat etmektedir. Tarih Kürtlerin millet olarak masum olduğunu bireysel davranan Kürt , Türkmen , Yörük ve Arap aşiretlerinin hatalı olduğunu birkez daha ispat etmiştir. Hamidiye Alayları dönemin devleti tarafından organize edildiği için bu alaylar ve aşiretlerin yapmış oldukları hataların muhattabı Türkiye Cumhuriyeti dir.
Şeyh Said 1. Dünya savaşı yıllarında halka şunu anlatıyor ;
“İttihatçılar, bu Enver Paşalar, Talat Paşalar, bunlar hepsi ırkçı insanlardır. Zalim adamlardır. Bunlar Ermeniler’i de öldürecekler, Kürtler’i de öldürecekler. Önce Ermeniler’i ortadan kaldıracaklar, onların işini bitirdikten sonra da bu kez Kürtler’i yok edecekler. Bunların zihninde var bunlar. Konuşmalarında var, projelerinde var, pratiklerinde var.”
Şeyh Said ve bir çok Kürt İslam aliminin İttihatçıların yaptıkları katliamlara karşı durdukları ve fetva verdikleri bilinmektedir. Kürtler tarafından sevilen ve sayılan bu alimlerin söyledikleri Kürt halkı tarafından itibar görmüş lakin İttihatçı çeteler tarafından umursanmamıştır.
Aşağıda vermiş olacağımız tablo\'da Hamidiye Alaylarına katılan Aşiretler , Bölgeleri , Piyade ve Süvari sayıları Hamidiye Alayları\'nın yapısını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Tablo\'da Bitlis\'ten sadece iki aşiretin katıldığı bilgisi bulunmakta. Bu aşiretlerinde Adilcevaz civarında yaşadıkları görülmektedir.
1891’de ilk olarak çıkarılan elli üç maddelik nizamnâmede Hamîdiye Süvârî Alaylarının nasıl kurulacağı ve özelliklerinin nasıl olacağı açıklanmıştır. Buna göre; bu alayların isimleri “Hamîdiye Süvârî Alayları”dır. Bu alaylar, dört bölükten az, altı bölükten fazla olmayacaktır. Her bölük; dört takımdan, her takım da 32 erden az, 48 erden fazla olmayacaktır. Her alay en az 512, en fazla 1152 kişiden meydana gelecektir. Her dört alay bir liva sayılacaktır. Büyük aşîretlere bir veya birden fazla alay, küçük aşîretlere ise bir kaç bölük kurma hakkı verilecektir. Ancak alay kurulması ve eğitim maksadıyla aşîretlerin birleştirilmesi önlenecek, merkezî otoritenin veya ordu komutanlarının emri ile yalnızca savaş zamanında birleştirilecekti. Her alaydan iki çavuş ordu-yu hümâyûn merkezine gönderilip eğitime tâbi tutulacaktı. Ayrıca her alaydan bir çocuk seçilerek İstanbul’a gönderilecek, orada süvârî mektebinde tahsil gördükten sonra mülâzımlık (teğmen) rütbesiyle memleketine ve alayına dönecekti.
Hamidiye Süvari Alayları erlerinin askerlik süresi 23 yıl olarak kabul edilmişti. Bütün aşiretlerdeki erkeklerden 17 yaşından 40 yaşına kadar olanlar asker sayılmakta idi. Bu erat üç kısma ayrılmıştı. 17-20 yaşında olanlara “Efrad-ı İptidai”, 21-23 yaşında olanlara “Efrad-ı Nizamiye” ve 40 yaşında olanlara da “Redif Efradı” adı verilmişti.
Hamidiye süvari alayları çeşitli kabilelerden kurulduğundan kıyafetleri de değişikti. Birliklerin onbaşı ve çavuşları günümüzde olduğu gibi kendi erleri arasından seçilirdi. Hamidiye süvari alaylarının ilk teşkilinde bu alayların başına aşiret reisleri komutan olarak atanmış ve kendilerine rütbe, nişan verilip maaş bağlanmıştı. Aşiretin diğer ağaları da subay olarak görevlendirilmişlerdi. Kaymakam, binbaşı, kolağası ve mülazım rütbelerindeki görevlilerin aşiretlerin ileri gelenlerinden tayin edilmesi uygun görülmüştü. Aşiret çocuklarından Harp Okulunu bitirenleri ile üç yıllık süvari okulunu tamamlayanlar teğmen olurlardı.
Hamidiye süvari alaylarına atanan subaylar, 14 yıl hizmete mecburdular. Meşrû bir mazeretleri olmadıkça istifa edemezlerdi. Erler ve subaylar, toplantılara katılmak zorunda idiler. Aşiretlerin veya kabilelerin âdetleri cezayı hafifletmezdi.
Belirtilen esaslarda kurulan Hamîdiye Alaylarına katılmak için her aşîret severek mürâcâat ettiğinden, hepsini alma imkânı olmuyordu. Hamîdiye Alaylarının sayısı ilk zamanlar 50 civârında iken, zamanla 100’e yaklaştı. Alaylara katılmak için güneydeki Arap kabîleleri de mürâcaat ediyorlardı.
1891 yılında pek çok aşîret reisi İstanbul’a gelerek Sultan Abdulhamîd’i ziyaret ettiler ve bağlılıklarını arz ettiler. Sultan Abdulhamîd de onların her birine hediyeler ve nişanlar vererek taltif etti. Böylece merkezî otorite ile aşîretler arasında önceden olmayan diyalog kurulmuş oldu. Fakat her şeye rağmen Hamîdiye Alaylarıyla dirlik, düzenlik sağlamak kolay olmuyordu. Aşîret hayâtına alışmış insanlardan düzenli askerî birlikler meydana getirmek zordu. Bu durumları bilen Sultan Abdulhamîd, aşîretlere karşı devamlı hoşgörü ve sabırla muâmele edilmesini tavsiye etti. Hatta irâdelerinin birinde; “Normal askerî birlikler gibi hareket etmeleri imkânsız ise de, hiç olmazsa bu sâyede disiplin altına alınmış ve netîcede günün îcâblarına göre, az da olsa, eğitilmiş olurlar.” dedi.
Askerî yönden stratejik öneme sahip yerlerde kurulan Hamîdiye Alaylarının her birine, bir tarafında Kurân-ı Kerîm’den bir âyet, diğer tarafında ise pâdişâh armasıyla işlenmiş kırmızı atlastan sancaklarla, beyaz ipek kumaşa yaldızla yazılmış fermanlar verildi. Zaman zaman Erzincan’a gelerek Zeki Paşaya bağlılıklarını bildiren aşîret reisleri, 1893’te kalabalık bir grup hâlinde İstanbul’a giderek pâdişâh tarafından kabul edildiler.
Hamîdiye Alaylarıyla ilgili ilk nizâmnâmenin dört yıllık uygulamasından sonra elde edilen tecrübeler ışığında, 1896 yılı başlarında yeni nizâmnâme hazırlanarak yürürlüğe konuldu. Birinciye göre daha ayrıntılı olan nizâmnâmede yeni hükümler de yer aldı. Ayrıca alay ve bölük kadrolarının yetiştirilmesiyle ilgili yeni hükümler ve uygulamalar getirildi. Bütün askerî okulların kapısı aşîret çocuklarına açıldı. Aşîretleri devlete yakınlaştırmak ve devletle kaynaştırmak için aşîret mektebi açıldı ve pek çok aşîret çocuğu yetiştirildi. İyi niyetle kurulan aşiret mektebi 15 yıl dayanabilmiş ve 1907 yılında kapatılmıştır. Bu okuldan mezun olan bazı öğrenciler Harbiye ve Mülkiye mekteplerini bitirip bölgelerine askerî ve mülkî makamlara tayin edilmişlerdir.
\'Kürtler soykırımın yanında yer almadı\'
Kitabında yer alan 1915 Ermeni soykırımının canlı tanığı Siirt\'in Eruh ilçesinde yaşayan 128 yaşındaki Mihemedê Erse\'nin o dönemde Hamidiye Alayları\'nda görev yaptığını ve yaşanan her şeyi hatırladığını söyleyen Tekin, Erse\'nin anlatımlarından da Kürtler ve Ermeniler arası bir çatışmanın olmadığının, İttihat ve Terakki\'nin planlı bir projesi sonucu soykırımın devreye sokulduğunun görülebileceğini söyledi. Dönemin hükümet yetkililerinin Kürt aşiretlerinin ileri gelenleri ile toplantılar yaptıklarını, bu aşiret liderlerinden küçük bir azınlığın katliama katılma noktasında ikna olduklarını belirten Tekin, Kürt aşiret ileri gelenlerinin büyük bir çoğunluğunun ise Ermenileri gizlice koruma altına alarak Iğdır ve Doğubayazıt yolu üzerinden Ermenistan, İran, Suriye ve Irak\'a doğru kaçırdıklarının tanıkların söylemlerinde ortaya çıktığını söyledi. Muş\'ta görüştüğü dönemin tanığı Melle Ali Yıldız\'ın o dönem Kürt bölgelerine gönderilen imamlar tarafından, \"7 Ermeni öldüren için 7 cehennem kapısı kapanacak 8\'incide ise cennet kapısı açılacak\" şeklinde fetvalar yayınlandığını söylediğini aktaran Tekin, buna karşılık ise 147 Kürt medrese eğitimli melenin de karşı fetva yayınlayarak, \"Hayır bu bir katliamdır\" diye açıklama yaptığını belirttiğini söyledi.
Tablo Kaynak : İbrahim Halil Baran
Derleme : Nimetullah Atal