Türkiye ve 'İsrail–İran Savaşı'ndan Çıkarılan Dersler'

Ankara’nın başarılı bir DDR süreci yürütmesi, bölgesel dengeleri yeniden şekillendirebilir

10 Temmuz 2025 - 11:49
10 Temmuz 2025 - 11:49
 0
Türkiye ve 'İsrail–İran Savaşı'ndan Çıkarılan Dersler'

On yıllardır Türkiye’nin seküler elitleri, 1979 İran Devrimi’ni derin bir uyarı olarak gördü. Devrim lideri Ayetullah Humeyni, Şah sonrası İran’ın kaderini ve bölgenin geleceğini değiştirirken Ankara, süreci dikkatle izliyordu. Türk karar alıcılar için iki iç tehdit öne çıkıyordu: İslamcı siyaset ve Kürt ayrılıkçılığı. O dönemde olduğu gibi bugün de İran’ın kendi ideolojisini ihraç etme çabaları, Türkiye’nin Ortadoğu’daki düzen algısıyla çatışıyor. Taraflar sıkça “adak” (arkadaş–düşman) olarak tanımlansa da her iki taraf da sıfır toplamlı bir hegemonya mücadelesinin sürdürülemez olduğunun farkında.

2003 Irak savaşı sonrası Ankara ve Tahran, özellikle Kürdistan Bölgesi’nde nüfuz için rekabet etti; Suriye iç savaşında ise karşıt tarafları desteklediler. Türkiye, İdlib’de muhalifleri desteklerken İran, Esad rejimini ve sahadaki vekillerini sahiplenerek çatışmayı derinleştirdi. Her iki ülkede de önemli Kürt nüfusun varlığı ve Ankara’nın Tahran’ı gizlice ayrılıkçı Kürt grupları desteklemekle suçlaması bu rekabeti daha da karmaşık hale getirdi. Buna rağmen iki ülkeyi birbirine bağlayan güçlü ekonomik ve coğrafi bağlar var: 560 km’lik sınır ve İran’ın Türkiye’ye doğalgaz ihracatı bunların başında geliyor.

İsrail–İran çatışması: Fırsatlar ve riskler

Son aylarda İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik saldırıları, Ankara için stratejik bir fırsat penceresi açmış gibi görünüyor. Tahran’ın ağır kayıplar verdiği (İran’a göre 1000’den fazla can kaybı) çatışmalarda İsrail yalnızca 28 kayıp verdi. Ancak Ankara için bu tablo aynı zamanda ciddi riskler barındırıyor: İran’ın parçalanması, Kürt, Beluç veya Azeri isyanlarının patlak vermesi, büyük mülteci dalgaları ve Tahran’ın nükleer programına sarılması Türkiye’nin istemeyeceği senaryolar.

Ankara açısından daha da endişe verici olan, Washington’un İsrail’i desteklemek için doğrudan askeri müdahalede bulunma konusundaki istekliliğini bir kez daha göstermesi oldu. NATO üyesi ve ABD’yle yakın ilişkilerine rağmen Ankara, Washington’un İsrail lehine dengesiz bir tavır aldığını düşünüyor.

Türkiye’nin askeri ve istihbarat vizyonu

Son çatışmalar, Türkiye’nin kendi savunmasını güçlendirme ihtiyacını pekiştirdi. İsrail’in İran’ın hava savunma sistemlerini kolayca aşması ve iç istihbarat yapılarına sızabilmesi Ankara’da dikkatle incelendi. Türkiye, İran’ın açığa çıkan zafiyetlerinden ders çıkararak hava savunmasını, karşı-istihbarat kapasitesini ve balistik füze programını geliştirmeye yöneldi. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, kısa süre önce orta ve uzun menzilli füze programını hızlandıracaklarını ve 2000 km’ye kadar menzile sahip sistemler üzerinde çalıştıklarını açıkladı.

Ankara, yerli savunma sanayiine stratejik bir kaldıraç olarak bakıyor. Geçen yıl Rize-Artvin Havalimanı’ndan fırlatılan “Tayfun” balistik füzesinin 560 km’yi aşan menzile ulaştığı bildirildi. Ayrıca Türkiye’nin F-35 programına dönme arzusu da gündemde. Ancak bunun için Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerinden vazgeçmesi gerekeceği biliniyor.

Kürt meselesinde yeni bir sayfa

İsrail, 7 Ekim sonrası askeri başarılarını bölgede yeni ittifaklar için kullanmaya çalışırken, Türkiye Kürt meselesinde kendi inisiyatifini güçlendirme çabasında. İsrail, hem Suriye’nin kuzeyindeki Kürt özerklik taleplerine destek sinyalleri veriyor hem de Suriye’nin güneyindeki Dürzi topluluklarla ilişkilerini pekiştiriyor. Ankara ise bunun karşısında, PKK ve uzantılarını silahsızlandırmak ve entegrasyon süreçlerini başlatmak için hazırlık yapıyor.

Bu kapsamda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Temmuz’da yayımlanan nadir bir video mesajında silahlı mücadeleyi bırakma ve demokratik siyasete geçme çağrısı dikkat çekti. Bu mesajın ardından Kuzey Irak’ta sembolik bir “silah bırakma” töreninin yapılması bekleniyor. Eğer Türkiye, “silahsızlanma, terhis ve yeniden entegrasyon” (DDR) sürecini başarıyla tamamlarsa, bu yalnızca iç güvenliği sağlamlaştırmakla kalmayacak, İran’ın PKK’yi Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanma kabiliyetini de törpüleyecek.

Bölgesel denge ve istihbarat savaşları

Eğer PKK’nin silahsızlanması gerçekleşirse, Ankara hem Suriye’nin kuzeyinde hem de genel olarak Kürt meselesinde İsrail’in öne çıkmasını engellemiş olacak. Türkiye böylece kendi güvenliğini pekiştirirken, bölgesel dengelerde daha merkezi bir rol üstlenebilecek.

Son olarak, İsrail’in “Yükselen Aslan” operasyonunda sergilediği sofistike istihbarat ve psikolojik savaş teknikleri, tüm bölge başkentlerinde dikkatle inceleniyor. Artık bölgedeki çatışmaların kaderini yalnızca konvansiyonel güç değil, yaratıcı ve gizli yürütülen istihbarat operasyonları belirleyecek gibi görünüyor. Ankara da bu gerçekliğe uygun olarak kendi istihbarat ve karşı-istihbarat kapasitesini artırmaya hazırlanıyor.

Türkiye için çıkarılacak ders açık: Bölgedeki savaşlar giderek daha fazla istihbarat ve psikolojik harekâtlarla şekilleniyor. Dolayısıyla yalnızca ateş gücünü değil, bilgi gücünü de artırmak Ankara’nın önceliği haline gelmiş durumda.

Burcu Özçelik-Al Majalla

 

Bu haber toplam 330 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 16:02:46