30 Ağustos, Zafer Bayramı anlatılması gereken gerçekler anlatılmadan kutlanıyor. Bilindiği gibi 24.Temmuz.1923 tarihinde Lozan'da yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları savaşta galip gelen devletler tarafından çizildi. 1.Paylaşım savaşının galibi devletlerinin bu kararı almasında 1917 Ekim Devrimi ve sonrasında 1922'de SSCB'nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) kurulması ve sıcak denizlere yayılma endişesi başlıca etken oldu. SSCB'de kendi sınırlarının güvenliği için geri çekildiği paylaşım savaşı sonrası Türkiye'de Cumhuriyetinin kurulmasına onay vermiş ve silah ve para yardımları ile destek olmuştu.
Bu gün Zafer Bayramı için yapılan törenlerde bu konulara değinilmeden kutlanıyor. Gerçek tarih bilinçli olarak çarpıtılıyor ve okullarda okutulan ders kitapları ve televizyonda yanlış ve eksiklerle dolu diziler ile öğrettiriliyor. Tarihi çarpıtılarak yazanların amacının bir avuç egemenin çıkarları için halkları birbirine karşı "düşman" etmek olduğunu uçurmayalım. Çünkü bir avuç egemenin çıkarı için kurulan düzenin devamı ancak etnik ve inançta farklı olanları düşman yaparak sürdürülebilir.
Ancak zor ve baskı ile kabul ettirilen tarih ile gerçekleri gizlemek çağımızda artık mümkün değil. Yaşanan olaylardaki gerçeklere ulaşmak için sadece yazılı olan tarihe değil, çeşitli kaynaklara ve Google gibi kaynaklardaki yazılan tarafsız verilere bakmak ve bu veriler ile resmi tarihi verileri birlikte değerlendirmek gerçeklere ulaşmak için yeterli olacaktır.
Büyük Taarruz söylendiği gibi "Yedi Düvele karşı" kazanılmış büyük bir zafer mi? Yine söylendiği gibi Başkomutanlık Meydan Muharebesi Türkiye Cumhuriyet’inin kurulmasında en kritik dönüm noktası mıydı?
Paylaşım savaşına sömürgelerini korumak için katılan ve yenilen Osmanlı İmparatorluğu sadece Sarıkamış Cephesinde resmi rakamlara göre 60 bini donarak ve açlıktan olmak üzere 78 bin asker yaşamını kaybetmiş.
Yunanistan ile yapılan savaşta ise yine resmi rakamlara göre 9.360 yaralı,1687 kayıp,101 esir ve 2.318 ölü olmak üzere toplam 13.476 .
26.8.1922'de başlayan ve adına "Büyük Taarruz" denen savaş söylendiği gibi "Yedi Düvele karşı" yapılmadı. Sadece Lozan'da (24.7.1923) çizilecek olan Türkiye'nin sınırları için hazırlık yapan İngiltere'nin verdiği askeri desteği kesmesi ile yalnız kalan ve geri çekilmekten başka çaresi kalmayan eski sömürge Yunanistan ile savaşıldı.
Yunan ordusunun 9 Eylül.1922'de terk edilmesine rağmen 4 gün sonra, yani 13 Eylül'de İzmir nasıl ve neden yakıldı? Yakılan yerlerde ikamet edenler kimlerdi? Onların geride bıraktığı taşınır ve taşınmaz mallarına ne oldu? Ege bölgesinde halkın canına, malına kast ederek eşkıyalık yapan efeler savaş sonrası adlarına şiirler yazılan kahramanlar oldu.
"İzmir'in dağlarında çiçekler açar" demek kolay. Bahar geldiğinde çiçek her yerde açar. Ancak çok dilli, çok kültürlü ve çok inancı barındıran İzmir'in demografik yapısından geriye ne kaldı?
Tarih sadece Türk ve İslam adına dünyaya nizam getirmek amacı ile yapılan dizi filmler ile anlatılmaz. Böyle bir anlayış ile öğrenilen tarihte K.Sultan Süleyman'ın eşinin adının sorulduğu bir televizyon yarışmasında yanıtın trajikomik biçimde Meryem Uzerli olması kaçınılmazdır.
Örneğin Alparslan söylendiği gibi islamı yaymak için Malazgirt'e gelip savaşmadı. Alparslan kendi yurdunda Moğol baskısına dayanamadığı için Malazgirt'te geldi ve Bizans İmparatoru Romenos Diogenes ile toprak ve yurt edinmek için savaştı. Ayrıca yine söylendiği ve tarih kitaplarının yazdığı gibi Alparslan "Atının kuyruğunu bağlayarak" girdiği bu savaşta tek başına değildi. Malazgirt'te yapılan savaşta Diyarbekir'de hüküm süren Kürd Mervani Hanedanı’nın en az 10 bin (sayı daha fazla olabilir) askerinin de Malazgirt'te Alparslan ile birlikte savaştığını bildik nedenlerle yazılmaz ve söylenmez.
"Ganimet Şehir İzmir" adlı kitabın yazarı Talat Ulusoy "İzmir'in yüzleşmesi Anadolu'nun yüzleşmesinin kapısını açacak anahtardır" diyor. Sağlıklı bir topluma ulaşmak isteniyorsa bu kapı doğruları inkar ederek değil, önyargılardan uzak gerçek tarihi bilgiler ile yüzleşerek mutlaka açılmalıdır.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.