Öcalan yakalandığında uçaktaki söylediği sözler ve tavrı ona inanan yurtsever tabanda şok etkisi yaratmıştı. Söylediği sözler yenilir, yutulur cinsten değildi. Sözleri ve görüntüsü zihinlere kazındı. Sarf ettiği sözler ve görüntü için zevahiri kurtarmak isteyenler "İlaç verildi" yorumunu yapmışlardı. Oysa ilaç verilen bir kimse en azından sormadan ezbere "Annem Türk'tür" demez.
Daha uçaktan inmeden sergilediği görüntülerin üstü örtülmeye çalışılsa da Öcalan aynı tavrı yargılandığı mahkemede de sürdürdü. Yaptığı savunmalarda ondan izin almadan "nefes dahi alamayan" örgüt üyelerinin üzerine yıkarak kendini kurtarmaya çalıştı. İmralı'dan örgüte verilmesi istenen mesajları verdi, kurulan legal partilere istenildiği şekilde müdahale ettirildi. Kendini "yarı tanrı" ilan etmesine rağmen onunda tanrıları vardı.
Suriye'de kaldığı dönemde baba Esad'ın kontrolündeydi. Türkiye'ye getirilirken daha uçaktan inmeden Ergenekoncuların kontrolüne girdi. Çünkü o dönem Ergenekoncular devlet içinde güçlü olan taraftı. Öcalan'da İmralı'dan Ergenekoncuların istediği doğrultuda açıklamalar yapmaya başladı. Fethullahçıların başarısız darbe girişimi ile yaşanan süreçte Ergenekoncu ve Fethullahçı askerlerin bir kısmı tasfiye edildi. Genel Kurmay Başkanlığı Milli Savunma Başkanlığı'na bağlandı. Geçmişte olduğu gibi ordunun siyasiler üzerindeki baskısı bitti. Artık Türkiye'de ordu darbe yapsın diye "Aslan sosyal demokratlar" çağrı yapamıyor, profesörler cübbelerini giyerek Anıtkabir'e yürüyemiyor. "Gençler darbe yaparsa karşı çıkmam" diyen Özgür Özel dışında şimdilik açıktan darbeleri savunacak kimse kalmadı.
Ordu içindeki Ergenekonculardan geriye kalanlar ile AKP ve ortağı MHP " ülkeyi birlikte yönetmek için Türk-İslam sentezi" (Avrasyacı) çizgide uzlaştılar. Öcalan'da ulaşan tarafların istediği doğrultuda İmralı'dan açıklamalarına devam etti, hala ediyor.
İster yasal, ister yasadışı örgütlerde cezaevinden gelen siyasi önerilere her zaman kuşku ile bakılır. Çünkü yatanlar bilir içeride dışarısı ile ilgili bilgi imkanları sınırlıdır. Daha da önemlisi kendini "yarı tanrı" ilan ederek halkının üstünde gören Öcalan gibi bir "liderin" önerilerinin hiç ciddiye alınmaması gerekirdi, ama öyle olmadı. Öcalan İmralı'dan gerekli görüldüğünde istenen doğrultuda dışarıya mesajlar verdi.
Diyarbakır Newrozu’nda okunması istenen mektubundan beklentisi olanlar sonuç alınamayınca uzunca bir süre sesi çıkmadı. Günümüzde sınır ötesi operasyonların artan boyutlarına karşı Kürd'ler içinde yükselen milliyetçi dalgaya engel olmak için yeniden Öcalan gündeme getiriliyor.
Yıpranan imajını yeniden güçlendirmek için de Leyla Zana "domates yetiştirmek" yerine köyünden çıkıp aktif siyasete döndü. Bunu ulusal mücadele için hayıra yoran ve farklı anlamlar yüklemeye çalışanlar var. Ancak ortada yeni bir söylem yok.
Aslında ne Edirne’nin, ne İmralı'nın ne de Kandil'in Kürd sorunun çözümüne dair somut bir öneri ortaya koydukları yok. Savundukları görüş Türkiye ile de sınırlı değil. Türkiye'de Türkiyelileşmek yetmiyor İran'da İranlılaşmak Irak'ta Iraklılaşmak ve Suriye'de de Suriyelileşmek te savunuluyor. Bütün dertleri Ortadoğu'da kantonlarla Demokratik Konfederalizm dedikleri yapıyı oluşturmak. Demokratik Konfederalizmi oluşturmanın önünde Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletlerini değil sadece Kürd'lerin devlet olmasını engel görüyorlar. Kürdistan'ın dört parçaya bölünmesi, uygulanan inkar ve asimilasyon politikaları yetmezmiş gibi her parçada yaşayan Kürd'leri kantonlarla bölerek, gerektiğinde çekinmeden zor kullanarak yeniden bölmek istiyorlar. Oysa yeni yüzyılda Kürd'lerin artık bölünmeye değil ivedilikle birliğe ihtiyacı var.
Bir zamanlar dört parçayı birleştirip Bağımsız Birleşik Kürdistan için silahlı mücadeleyi başlatan örgüt Irak'ta kurulan federatif yapıya ve bağımsızlık için yapılan referanduma karşı çıkıyor.
Unutmuş olabiliriz, Leyla Zana bir zamanlar (2012 yılında) sorunun adını doğru koyup Erdoğan'ı işaret ederek "Kürd sorununu başbakan çözer" demişti. Demirtaş ise "Türk solu"nun yönlendirmesi ile Erdoğan’a "Seni başkan yaptırmayacağız" dedi. 2023'te de Edirne'den "Yürü Bay Kemal seninleyiz" dedi ve benzeri çağrılar ilk Kılıçdaroğlu'na oy verilmesini istedi. 2024'e gelindiğinde aynı Demirtaş artık "Bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır" diyebiliyor ve CHP'nin İstanbul’da seçimi kaybetmesi için eşini aday adayı yaparak dışarıya mesaj veriyor. "Hatırım için oy verin" dediği seçimde Kılıçdaroğlu kazansaydı tasfiye edilen Ergenekoncu kanat yeniden güçlenecekti. AKP ve CHP değişmediğini göre Demirtaş kısa sürede görüşlerinin nasıl değiştiğini nedenleri ile açıklamak zorundadır.
Anlaşılan geçen seçim Demirtaş'ın ifadesini İmralı'ya havale eden Erdoğan amacına ulaştı.
Yeni bir görüşme olacaksa son sözü Erdoğan ve İmralı söyler düşüncesi ile artık Demirtaş'ta Leyla Zana gibi İmralı’yı işaret ediyor. Oysa Türkiye'de siyasi partiler Kürd sorununda araçtır, son sözü devlet söyler.
Zana ve Öcalan’ın yeniden devreye konulmasının ve DEM Partinin içindeki tartışmalar söylendiği gibi 3. bir yol oluşturmak için yapılmıyor. Kürd'erin tek yolu vardır o da ulusal mücadele yoludur. Zaten sorunun adını doğru koymaktan imtina edenler bu gün 3.yol derler, yârin 4.yol olur.
Kürd'lerin başka ulusları egemenlik altına almak, onları asimile ederek sömürmek gibi bir amaçları yok, hiç bir zamanda olmadı. Kürdler kendi kadim yurtlarında uygulanan ulusal baskıdan kurtulmak ve ülkelerinin zenginliklerini kendi iradeleri ile değerlendirmek istiyorlar. Bu nedenlerle sorun ulusaldır. Kürd'lerin siyasette birlik olmasına karşı olanlar ulusal sorunlarından uzaklaştırıp AKP ve CHP arasındaki rejim sorununda taraf yaparak arafta kalmasını istiyorlar.
A.Güllüoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.