“Sen kendini bilmezsen eğer, Ben nasıl bilirim kendimi? Bilemedim işte! Kendini affet!” (Aziz Yağan) Çin’in yeni nesil yönetmenlerinden Jia Zhang-Ke son filmine “A touch of Sin/Günahın Dokunuşu” adını vermiş. Paralel kurgu, kesişen öykülerin yer almadığı film için yönetmen Çin’in Twitter‘ı sayılan Weibo’da rastladığı dört gerçek olaydan esinlenmiş. \
Gerçekte birbirine yabancı olmayan öyküler; bir insanlık trajedisine dair kan rengindeki kaygının tepkisini ortaya koymak ve gerçekliğin kopukluğundaki yanılsamayı bütünü tamamlayarak, deşifre ederek somutlaştırmak için çırpınan birer çığlık.\
\
Özellikle Kore sinemasının insanlığın ortak düşün/dert alanlarından acı, sabır, sevgi, aşk, öfke, erdem, affetme, hata, intikam gibi kavramlar üzerine kafa yoran; işlediği kavramları, coğrafya, kültür farkı tanımaksızın ortaklaştırdığı bir işlevselliği vardır. İnsanı rahatsız eden, içini kemiren bazı duyguların kaynağını, şekillenmesini, sonuçlarını, etkilerini öyle etkilice işler ki bu sinemanın temsilcileri; kaçamazsınız. \
\
“Neden bazı insanlar kimi duyguları, sorunları tüm yanlarıyla ve yalınlığıyla tartışıp, ortaya koymaya çalışır?” Örneğin Ki-duk neden Pieta’da elinden geldiğince intikamı ve intikamcılığı somutlaştırır; Spielberg, Munich’te neden amacın ve araçların çakışmasını/ çatışmasını/ önemsizleşmesini/ mekanikleşmesini çok yönlü ve kıyasıya eleştirip irdeler; Mungiu, Tepelerin Ardında ile cehaleti ve inancı nasıl bu kadar basitçe ve net anlatabilir; Tarantino, Django’da köleciliğin vicdansızlığını en ince ayrıntısıyla bunu yaşatanların gözüne neden sokmaya çalışır? \
\
Uzak Asya ya da eski doğu bloku ülkelerinin eski ve şimdiki yönetmenlerinin bu tarz filmlerini önemsiyorum. Bence bu insanlar çağımızın sinemasal dervişleridir. Ele aldıkları konuları, konuları işleyiş tarzlarını, doğallığı değerlendirdiğinizde filmlerin kaba ve sizi filmi izlemeye çekmek için ele aldıkları kavramı istismar edici birer akış değil; etraflıca, entelektüel ve çağcıl eleştiri düzeyi yakaladığı görülür. \
\
Bu sinemacıların yaşadıkları ülkelere bakınca ülkelerinde ne bunu gerektirecek eğitim sistemlerinin olduğunu ne de olguları kendileri gibi kavrayan, yaklaşan insanların çok ya da çoğunlukta oldukları görülür. Eğer öyle olsaydı Kore ya da Çin gibi ülkelerin gelişmiş, bireysel ya da toplumsal sorunların, suçların en aza inmesi, mutlu insanların sayısının günden güne artması, kişi başına düşen gelirin yüksek olması gerekirdi. Bu bakışla eğitim sistemi üzerine sınırsız para ve emek harcayan İsveç, İsviçre, Norveç, Almanya gibi ülkelerde de yukarıda sıralanan yönetmenler yetişmemektedir. Bu nasıl bir paradokstur? Uzak doğu Asyalı yönetmen ve senaristleri alıp Avrupa ülkelerine transfer etseniz, transfer edildikleri ülkenin her sorun ya da eksikliğine çözüm arayışları devam edebilecek midir?\
\
Bir sorunu akılcı bir şekilde analiz ederek, felsefi ve zekice berraklaştırarak, gözü yormayıcı ancak bilinci o düşünsel girdaba çekici sahneler sıralayarak ortaya koymanın gerektirdiği anlayış, eğitim süreci, kültürel özellik ne olmalıdır? Ya da, kimi Kore sinemacıları örneğin “intikam” konusunu işlemek için neden bu kadar tutarlı ve sağlam bir bakış yakalamak zorunda hisseder kendini? Ya da, bu sinemacılar bir konuyu işlemek için izlediği bakış açısı ve yolu nasıl ediniyorlar ve başarılı yapıtlar ortaya koyabiliyorlar?\
\
Bu tür bir derinlemesine kavrama ve kavradığını basit sahnelerle yansıtmak için; derinlemesine irdeleme, “meseleyi” netleştirmeyi, psikolojik, siyasal, iktisadi çözümlemeyi ve öngörüyü ve bu sayede repliklerle, nesnelerle kolayca oynamayı getirir. \
\
Ele aldıkları kavramların altından kalkamayanlara örnekler var mı? Zeki Demirkubuz’un filmlerinin adlarını sıralayalım: “Yazgı, Kader, Masumiyet, Kıskanmak”. Ya da Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu, Üç Maymun” isimli filmlerinde tartışılan konular ve karakterler düşünsel anlamda ne derecede etkileyicidir? Eğer filminize ya da eserinize bu başlıkları koyuyorsanız; bu başlıkların gerektirdiği analizlere ve eseriniz çapında ortaya konulan eleştirilere de hazır olmanız gerekir. “Ben yaptım oldu” anlayışı ciddi bir sorundur.\
\
Kürd coğrafyasında geçmişten beri devam eden travmatik sorunları anlatan yönetmenlere çevirelim yüzümüzü. Hayal kırıklığı yaratmayan, sizi sinema koltuğuna kahredici şekilde kilitlenmenizi önlemeyen tek bir çalışma yok, Zeynel Doğan’ın babamın sesi filmi kısmen hariç. Derdiniz bireysel ya da toplumsal travmaları, alt üst oluşları perdeye yansıtmaksa ürettiğiniz yapıtları yukarıda ve aşağıda tartışıldığı biçimde irdelemeniz gerekmez mi? Bu tarz hem sorunu ortaya koyar, hem de kabullenmeleri çabuklaştırır. Sorunlardan birini ele alıp etraflıca incelemek yerine, bir film içine sayısız sorunu yapayca ve beceriksizce sıkıştırmak her şeyi daha kötü yapıyor. Üstelik sürecin canlı tanıklığına sahipler: Sorunsa sorun, acıysa acı, vahşetse vahşet, travmaysa travma. Eleştirinin olmadığı, eleştirenden uzak durulduğu, eleştirenin uzak tutulduğu yerde bu tür yapımlar kronikleşir. Üstelik, bu tür yapımlara festivallerde ödüller yağdırıldığında gerçeği yansıtmayan ödül gerekçeleriyle, bu durum belgelenmiş olur.\
\
Günahın Dokunuşu Filmine dönelim. Yani şiddetin kaynağını bulmak için deterministleşelim.\
\
Bela. sözlüğe göre: “İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum, büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse ya da hak edilen ceza”. Belalı: “ Yoran, üzen, can sıkan ya da kavgacı, -şirret ya da yolsuz kadının zorba dostu-”. Belasını bulmak: “Hak ettiği cezayı görmek”. Belaya çatmak: “Beklenmedik bir bela ile karşılaşmak”, belayı satın almak: “Göz göre göre belayı üstüne çekmek” Başınıza gelenin bela olabilmesi için sebebiyet vermelisiniz ya da bilmeden sebep olmalısınız.\
\
Bela başlı başına bir sorunken, belanın şiddetleşmesi sorunu içinden çıkılmaz hale getirir. Beladan kaçınmak ayrı bir sorunken şiddetleşmiş beladan kaçamazsınız. Bazen bela sizi bulur, bazen kendiniz belayı buluverirsiniz. Eğer bela arayan, bela salan biri değilseniz bela kelimesi size her zaman mağdur yani masum olduğunuzu anımsatacaktır.\
\
Şiddet uygulayan bela ya da sizi şiddete yönelten bela! \
\
Günahın Dokunuşu’nda belaya maruz kalan tüm insanlar sıradandır, en azından başlangıçta. Ya hakkını aramanın yolları tıkalıyken adım adım şiddetleşmiş bir belaya dönüşebilirsiniz, ya şiddetleşmiş bela gelip sizi bulur, ya şiddetleşmiş belanın avantajlarını kullanırsınız ya da bela daha şiddetleşmeden altında yatan tüm çirkefi ve zorbalığı kaldıramayacağınızı anlayıp bir binanın tepesinden kendinizi boşluğa bırakırsınız ve böylece yere temas ettiğinizde o iğrenç yaşamdan sakınmak için son şiddeti kendinize uygularsınız.\
Avrupa ülkelerinde bela ve şiddet arasındaki uçurum derinken, çeşitliliği ve sayıları nadirken, geri kalmış ülkelerde bu mesafe çok kısadır ve iliklerimize kadar işlemiş şiddet bize kendini kanıksatır. Hele toplumunuzu şekillendiren dinsel, siyasal, kültürel reflekslerinizde şiddet sıradan bir müdahale aracı ise yapabileceğiniz pek bir şey yoktur. \
\
Hepimiz belayız bir başkasına. Bu nedenle daha güçlü belalara boyun eğiyoruz. Sorun bela gelip çattığında bizim tepkimizin ne olacağında. Direnecek miyiz, saldıracak mıyız, sinecek miyiz? Bu tepkiler kodlarımızda hazır mıdır? Duruma göre mi tepkiyi seçeriz? Bunu sağlayan nedir; aile toplum, eğitim.\
\
Mesela birkaç insanın serseriliğine göz yummak ileride önü alınamayacak bir mafya yapılanmasına yol açabilir. Yani toplumu hapseden, toplumu etkisizleştiren belaların oluşumunda ve güçlenip kronikleşmesinde, toplumun payı var mıdır? Gelecekte gerçek tehdit oluşturacak belanın “toplumun ya da toplumun bireylerinin belasallığını” yiyip bitirmesinde payı inanılmazdır. Belki de örgütlü toplum olmaktır anahtar kelime! Belki ancak örgütlü toplumlar kendilerine zarar veren olguları tartışıp ortak çıkış noktaları belirlemeye çalışırlar! \
\
Kırık camlar teorisine benziyor; Bir binada camı kırılmış pencerenin varlığı, binanın yanından geçenlerin kısa sürede tüm camları kırmasına neden olur. Ancak, camı kırılır kırılmaz değiştirmeniz ve bunu her seferinde ısrarla yapmanız diğer camları kurtaracaktır. Belaya müsamaha gösterirseniz, bela sizi yutar. Burada belayı değil, belanın yol açtığı hasarı gideriyoruz ve bela sizinle uğraşamayacağını anlayıp pes ediyor. Kim kararlıysa o kazanıyor. Bela etkisizleştirilmedi, bela başkalarına transfer edildi. Bela böylece kendine başka zayıf nokta aramaya yöneliyor. Belaya karşı bu tepki toplumsal bilinç ve davranış gerektirir. Toplum bireylerin ve toplumun tamamının sorunlarını ve çıkarlarını sahiplenirse, her birey bir toplum gibi, her toplum bir birey gibi düşünürse elde edilecek olan belaların yeşermesine engel olmaktır. Bu faşizm tanımlaması değildir. Sizi hedeflemese de soruna sırtınızı dönmeyin, demektir.\
Amerikan toplumu vahşi kapitalizmin denetim-sizliğ-i altında bunu sağlayamaz. Bunu sağlamaya en yakın ve yatkın toplumlar nerede yaşamaktadır?\
\
Toplum görmezden geldiği suçların kendisini kuşatarak hapsetme aşamasına geldiğinde suç artık toplumun suçudur; bireyler ya da gruplarca işlense de! Sayısız suçlar işlemiş birinin toplumda yaşarken saygınlığında sorun yaşamamasında sonraki suçlarının kendiliğindenliğidir kastedilen.\
\
Toplumun “Böyle gelmiş böyle gider!” anlayışını kabullenmeye hazır kesimleri bir kez sistemi benimsedi mi ya da eskilerden devraldı mı her şey rayına oturmaya başlamıştır artık. Bunu, bu anlayışın getirdiği yaşantıya ve çürütücülüğüne karşı direnenlere kendiliğinden dayattı mı kıyım da başlamıştır. Böylece sistemin kontrolü bizzat sistemin mağdurlarınca vehamet sınırı tanımaksızın baskılamayla sağlanmış olur. Böyle yaşayan kontrollü yani kontrol altındaki bir toplumun bireyine “beceriksiz, işini bilmez” öldürücü silahlarıyla kesintisiz saldırarak “uyumsuz” bireyini düzenle uzlaşmaya, eldeki mevcut konfora bile nimet dedirtmeye zorlayarak uygun, uyumlu bir dişli haline getirmeye çalışır.\
\
Bazen bir topluluk birey birey belaya açıkça bela demediği ve sindiği zaman, belaya bela diyen tek başına kalır. O kişinin tavrı toplumun kişiliksizliğindeki ortaklığı ortaya çıkarır. Toplumun çıkarlarını talep ederek bu çıkarlar elde edildiği takdirde bireysel payınızın peşine düşerseniz. Bu talebinize toplum sesini çıkarmazsa ortak talebi gasp eden belaya çatmış ve onunla baş başa kalmış olursunuz. \
Topluma vaad edilenin unutturulmasını samimice kabullenememe, bunu unutmamakla kalmayıp ısrarla seslendirenin dışlanması bildik şeyler. Toplumun, birilerinin zenginleşip güçlenmesindeki katkılarını göz ardı ederek sanki o kişi her şeyi tek başına başarmış gibi afyonlanmışçasına seyretmeleri, bir torba un karşılığında alkışlamaları da bildik şeyler. Amerika ile Çin’deki kapitalizm arasında ne fark olabilir? Kapitalist, liberal orijinli değil; sosyalizmle yaşarken kapitalizmin kucağında olduğunu fark etmeyen bir proletarya diktatoryası farkı geçerli midir? Kolektif zamanlar iyiydi, o zaman sadece devlet sömürürdü, ama pre-kapitalizmde iktidarı ve sermayeyi elinde tutanlarca yapılan aldatılmışlık bazı kişileri sakinleştirmiyor! Çaresizlik kimini kendine karşı kışkırtır, kimini sersemletir.\
\
Komünist Çin’den, yani komünist toplumdan kapitalizmin sömürücülüğünü kavrayamayan topluma devrediş toplumu. Ya da kavrayıp da direnecek gücü ve örgütlülüğü olmayan bir toplumun orta yerde kalakalması! Uzun yılar sorunların, değerlerin, kazanımların kolektifleşmesi için çalışmış Çin’li bireylerin birden bire kapitalizm duvarına çarpması ve sorunlara proleter kişiliğiyle direnmek yerine kitlesel değil, kütlesel tapınma seremonisine dönüşen keskin geri dönülmez kaymayı işaret ediyor yönetmen. Çelişki insanın zayıflığından, zayıf bırakılışından kaynaklanıyor.\
\
Filmdeki maden işçisinin diretmesine saygı göstermeyen topluluk, işçi bu diretme yüzünden şiddete uğrayınca da tavrını bırakmıyor ve hatta daha da saygısızlaşıyor. Bu durumda madencinin ne yapmasını beklersiniz? Sanırım filmin ilgili sahneleri beklentinizi karşılamayacak. Bela sizi hırpalarsa ve ardından siz çıkarını talep ettiğiniz toplum tarafından da hırpalanırsanız, talep savunucusu eline silahı ala da bilir ve tesadüfen karşısına çıkan toplumunun bireylerini ve asıl gasp edicileri hiç duraksamadan öldürebilir. \
Dikkat ederseniz sorunların kaynağını tartışırken ne eksik kaldı? Devletin paysızlığı! Yaşasın görünmezlik zırhına bürünebilen yönetimler! Filmde devlet gücü hiç ortalarda yok, kısa sürede ve tarafsız adalet güvencesi tartışılmıyor bile. \
\
Siz istediğiniz kadar kaçın, görmezden gelin. Bela gelip sizi bulacaktır. Bu nedenle belaya yol açan, sizi insanlığınızdan çıkaracak olan bela kemikleşmeden ve toplumsal kör nokta haline dönüşmeden o belayı ortadan kaldırın. Yoksa bela gelip sizi örseleyecektir. \
Kendim için ifade edecek olursam, diğer bir ifadeyle kendimle kastedilen sen de olabileceksen; “Susma! Sustukça sıra bana gelecek!” Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.