Okuyucular bağışlasın. Kullandığımız bu tıbbi terimlerin, içinde yaşadığımız toplumun ve özellikle bu psiko-sosyal hastalıklara yakalanmış ve etkilenmiş Kürtlerin ve Türklerin nasıl bir ruh yapısı içinde debelenip durduğunun somut bir gerçeğini açıklamaya çalıştım. Bunu yazının ilerleyen bölümlerinde göreceksiniz. Derealizasyon; "Gerçeklik duygusunun kaybı ve algının bozulması" nı ifade eden psiko-patolojik bir kavramdır. Delüzyon ise; "Bireylerin gerçeğe dayanmayan, ancak doğruluğuna kesin olarak inandığı sabit düşüncelere" denir. Bu iki kavram ile ilgili iddialarımızı, son iki aydır bu ülkenin toplumsal katmanlarını ciddi bir şekilde ilgilendiren ve onları pervasızca yönlendiren tutum ve davranışlarla nasıl birebir örtüştüğünü de açıklamaya çalışacağız.
AMARA YÜRÜYÜŞÜ: Amara, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın doğduğu köyün adıdır. Amara, Urfa'nın Halfeti ilçesine bağlı bir köy. Peki Kürt toplumunun önemli bir kesimini, böylesine mantık ölçülerinin dışına taşıran bir algının yaratılma amacı nedir? Bize göre amaç belli; Putlaştırılan totaliter liderin doğduğu köyü hatta toprağını kutsal belletilerek (Önceki yıllarda Amara'ya gidenler beraberinde toprak getirip, bu toprağı, hastalığı olan ve çocuk sahibi olamayan kadınlara yediriyorlardı) Kürtlerin zihninde kutsallık addedilmesi, liderin veya ona atfedilen sözlerin eleştirilemez-sorgulanamaz bir metafora bağlamak, herkesin bu sözlere itaat eden sürü psikolojisine esir etme amacını taşıyor. Bu tapınma ve putlaştırmanın irrasyonel ritüelinde, sanki bütün bunlar rasyonel ve gerçekmiş gibi toplum zihnine yerleştirmenin amacına yöneliktir. Totaliter lideri yücelterek, ona ilahi bir kutsiyet yüklemek suretiyle putlaştırılması, onu toplumun tek ve yegane kurtarıcı gücü olduğuna inandırmanın derealizasyonudur. Bu kutsama ve putlaştırma, Modernitenin son yüzyılında (20 yy başlarında) özellikle reel sosyalist rejimleri kurmuş bu ülkelerin totaliter liderlerine biçilen kılıflardır. -Lenin, Stalin, Mao, Castro, Kim İl Sun (Kuzey Kore)- Ayrıca ırkçı-milliyetçi ve dinci otoriter-diktatöryel liderler (Hitler, Mussolini, Mustafa Kemal, Saddam, Hafız Esat ve Humeyni) bu türden devlet sistemleri yönettikleri toplumlarına zorla kendi kalıplarını dayattıkları bir kölelik sistemi kurmak istemişlerdi. Kürt toplumunu böylesi derealizasyon halüsinasyonları içine hapsetmek, yüz yıldır bu toprakların çok kültürlü, çok dilli ve çok inançlı farklılıkları ile var olmuş toplum kesimlerine dayatılan tekçi ve inkarcı Kemalist ideolojiden esinlendiği açıktır. PKK ve DEM'in karar verici kadrolarının hemen hepsinde mevcut olan bu ideolojik duruş var (Öcalan, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Cemil Bayık, Sırrı Süreyya ve niceleri) Öcalan çok açık bir ifadeyle hayranı olduğu Mustafa Kemal'in izinden gittiğini defalarca itiraf etmişti. İzinden yürüdüğü ve adeta taptığı kişi "Atatürk" olmuştu. Kendisi de neden "Atakürt" olmasındı. O bu amacın peşindeydi. Ama izledikleri temel felsefe tamamen farklı. Öcalan, Türk devlet yetkililerine; "Bırakın Atakürt olayım, çünkü sizin adınıza bu hizmeti sürdüreceğim" diyordu (Bakınız sorgu ve mahkemedeki itiraflarına)
Ceberut Kemalist rejimin yüz yıllık icraatında Türk toplumu içinde yapay olarak üretilen ve adına "beyaz Türk" "laik" ve "cumhuriyetçi" diye tanımlanan %30 luk kesimi, tekçi, inkarcı ve ceberut cumhuriyetin zulüm ve katliamlarla bastırdığı toplumun diğer kesimleriyle güvene dayalı bir dayanışma içine girmeleri mümkün olabilir mi? Bu imtiyazlı azınlık kesim, yüz yıl boyunca Kemalist ideolojinin yegane savunuculuğunu yapmış, ülkenin gerçeklerinden kopuk bir yaşam sürdürmüşlerdi. "Gün ola devran döne" misali iğnenin ucu onlara dokununca, feryat-figan koparmaya başlamışlardı. O dokunulmaz ve imtiyazlı azınlık konumları sarsılıp, sahip oldukları imtiyazları tek tek ellerinden alınmasıyla, imtiyaz ve itibarları tuzla-buz olup iktidar halısı ayaklarının altında yavaşça kayıp giderken, yaptıkları tek şey, Anıtkabire koşarak putlaştırdıkları diktatör liderin mozolesi önünde salya-sümük ağlayarak "Atam, bak kurduğun cumhuriyeti ne hale getirdiler" diye sızlanıp durdular. Çünkü destek isteyecekleri, utançlı yüzlerinin tutamadığı mağdur kesime yaklaşamıyorlardı. Askeri vesayet altında sürdürdükleri imtiyazlı altın çağlarında, baskı altında tutulan, kimlikleri ve ulusal varlıklar inkar edilen, ayrıca düşman gözüyle baktıkları muhafazakar Türkleri dahil kendilerine düşman etmişlerdi. O yıkılmaz olarak gördükleri imtiyazlı altın çağlarında, tekçi ve inkarcı cumhuriyetin farklı kesimlere yaptığı zulüm ve katliamlara bırakın karşı çıkmayı, alkış tutarak ve destek vererek bu ceberut rejimin kan kusturduğu mağdur ve mazlumlarla empati kurmaları şöyle dursun "Topyekün yok edilmeleri gerekir" vicdansızlığı yönünde beyanları olmuştu.
PKK ve DEM parti tarafından 4 Nisan günü "Amara'ya yürüyüş" çağrısı yaptıktan sonra, bu çağrılara bodoslama atlayan Kürtler için bizim yukarıda uygun gördüğümüz "Derealizasyon" sıfatını yakıştırmıştık. 26 yıldır Türk devletinin elinde tutuklu olan ve ömür boyu hapse mahkum edilen örgüt lideri Öcalan'ın doğduğu köye uzun yürüyüşe katılmaya itibar eden Kürtleri sizce de nasıl tanımlamak lazım? Öcalan'ın 26 Şubatta yapmış olduğu açıklamada genel olarak Kürtlere, özel olarak kendi tabanı olarak gördüğü bu kesime acaba nasıl bir özgürlük ve onurlu bir yaşam vaad etmişti? Bu kitlenin adı geçen bu açıklamayı tam anlamıyla anladığını söyleyebilir miyiz? 40 yıldır Kürtlerin özgürlüğü adına yola çıktıklarını iddia eden Öcalan ve örgütü, bu süreçte kullandığı ve zaman zaman terör boyutundaki şiddet ortamında büyük çoğunluğu masum siviller olmak üzere yüz binin üzerinde insan yaşamlarını yitirmişti. PKK örgütünün silahlı mücadelesinin vardığı nokta ve ortaya serdiği bilanço bu. Bırakın Kürtlerin özgürlüğünün kazanılmasını, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklarının diplomatik ve barışçıl yollarla elde edilmesine de büyük zararlar vermiştir. Tekrar ifade edelim.
Öcalan'ın örgütüne yaptığı "silah bırakın ve kendinizi fesh edin" çağrısı geç kalınmış ve yerinde bir karardır. Aklıselim, barıştan, demokrasi ve özgürlüklerden yana herkesin arzuladığı bir çağrı. İtirazımız, Kürtlere, Kürtlerin siyasal statü sahibi olması taleplerini yok sayarak bu talepleri "geri ve zarar verici" bir talep olarak ilan etmesi doğru değil. Kürtler tarafından kabul edilebilecek bir ifade de değildir. Hata Öcalan daha da ileri giderek kendi ifadesiyle "kültüralist" dediği yani dil, folklor, stran gibi Kürdü Kürt yapan değerlerden de tümüyle vazgeçilmesini talep etmekte, Kürtlerin devletle kaynaşmasını (Türkleşmek) istemesi Kürtlerin değil, kendisinin ve örgüt yöneticilerinin arzu ve talepleri olabilir. Onun için Kürtlerin bir kesiminin bu gerçekler ışığında halaylar çekerek, zafer işaretleri yaparak hatta "Biji Kürdistan" sloganları atarak sanki Kürtler tüm haklarına kavuşmuş gibi bunları bayram havasında kutlayarak Amara'ya yürümek kelimenin tam anlamıyla bir "derealizasyon" tezahürüdür. Öcalan'ın bu açıklamayla Kürt toplumuna verdiği mesaj ile, bu kitlenin Yürüyüş ve toplantılarda, eylemlerde attıkları sloganlar arasında çok ciddi farklar ve uzlaşmaz çelişkiler var.
SARAÇHANE PROTESTOLARI: Saraçhane'de toplanan kitlenin siyasal ve ideolojik duruş ve isteklerine de bir göz atalım. Türk solu ve Kemalistlerin pohpohlayarak "demokrasi ve özgürlük çıkışı" dedikleri bu kitlesel kalabalığa damgasını vuran temel eğilim özgürlük ve demokrasi miydi? yoksa ezeli iki rakip güç (Neo-Osmanlıcı-Ergenekoncu Türk-İslam sentezci iktidar ile Şoven milliyetçi Kemalist kesim) arasındaki rant ve iktidar kavgası mıydı? Bize göre ikincisiydi. Bu kitlenin içinde demokrasi ve özgürlük isteyen kesimlerin olması, kitleye öncülük eden hakim duygu ve ruhun siyasi ve ideolojik duruşu önemlidir ve belirleyicidir. Bu kitleye önderlik eden motor siyasal güçlerin taleplerini sorduğumuz sorularla anlamaya çalışalım. 1) Bunca acılara, kötülük ve katliamlara kaynaklık eden askeri darbe anayasasının tümden değiştirilerek, bu ülke vatandaşlarının kendilerini içinde buldukları yeni anayasa talepleri var mıdır? 2) Anayasanın 2. ve 66. maddesinde ifadesini bulan "...Atatürk milliyetçili ışığında..." ve "Vatandaşlık bağıyla devlete bağlı olan herkes Türktür" ifadesinde örneğin, Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Ezidilerin ve Alevileri böylesi bir anayasada yerleri var mıdır? Varsa bu yer neresidir? 2) Kitleye öncülük eden bu siyasi ruh ve duyguda bu maddelerin kaldırılması ve yeni bir anayasa yapma projesi var mıdır? Atılan sloganlarda, bırakın demokrasi, özgürlük, barış ve kardeşlik, Devletin hep ezdiği, katlettiği ülkenin mağdur farklılıklarına karşı nefret ve kin kusuldu. Türk toplum Delüzyonlarla muzdarip bir kitledir. Sosyal medya paylaşımlarında üniversiteli öğrencilere yapıldığı iddia edilen kötü muamele ve işkencenin "Türk polisi asla işkence yapmaz" "Bu kötülükleri yapanlar, Polis üniforması giydirilen bekçiler yapmış" gibi akıl ve izanla açıklanmayan yorumlar yapılarak delüzyon sorunları içinde ne kadar boğulduklarını gösterir. Bu türden saçma yorumlara inanan on binlerce insan var. Kendi ülke gerçekliğinden bu kadar kopuk kesimlerin demokrasi ve özgürlük talepleri olabilir mi. (Bu paylaşımlar nedeniyle bekçilere saldırılarak bir kaç kişiyi de yaralamışlardı) Oysa Türk polisi de askeri de bal gibi işkenceler yapar. Bunun da sayısız örnekleri var. Sorun Polis-Asker sorunu değil, sorun bu kurumların yöneticilerinin verdiği emirlerdir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.