Ortamın mı yoksa doğruların mı aydını olmalı?
enelde Ortadoğu’da, özelikle de Kürdistan coğrafyasında aydın olmanın bedeli çok ama çok ağırdır.
Hüseyin Akıncı
19.02.2014, Çar | 12:16
enelde Ortadoğu’da, özelikle de Kürdistan coğrafyasında aydın olmanın bedeli çok ama çok ağırdır. Aslında aydın kategorisi de doğru tanımlanmış değildir. Bazen politakaccı aydın olarak algılanıyor, bazen okuma yazması olan aydın sanılıyor. Aydın ile ihtirasın peşinden koşan uyanık tip karıştırıldığında topluma yol gösterici erdemlere ve yeteneklere sahip gerçek aydın da mağdur oluyor.
Malesef Doğru dürüst aydın olgusu ortada yokken, aydın tiplemeleri olarak yalaka aydın, taraflı aydın, şarlatan aydın gibi tiplemelerden dediğimiz yapay unsurlardan geçilmiyor.Oysaki Bu kutsal toraklar kendine yakışan değerleri yaratmalıydı. En birikimli birine aydının tanımını sorusanız doğru yanıtlayacağını sanmıyorum. Böyle olunca da, nemalanmaların bahçesindeki takatuka dansının ritimleriyle “ben aydınım” nakaratları hiç ama hiç eksilmeden çoğalıyor maalesef.
Doğru olandan mı bahsedeceksiniz? Edemezsiniz, çünkü doğrularla doğru yolda yürümeye başladığın andan itibaren, bilinen günahkârlar tarafından günahın en kralı olan madalya ile madalyalaşırsınız anında. Zira genel kabullerin yüzde doksanı şunun bunun çıkarı ya da beyinsel argümanlarıyla bire bir zıtlaşması söz konusu oluyor da ondan…
Bu nedenle Ortadoğu’daki ve sonrasında da Kürdistan coğrafyasında en gözde aydın olma çeşitlemesi. Hiç kuşkusuzdur ki, doğru olan ve olması gerekenleri hasıraltı yapmaktır. Kürt halkının genetik yapısından mıdır, yoksa Ortadoğu’nun faşist zihniyet okulunda okutulan doğruyu yanlışa kurban etme politikanın sanatsal desenlerden midir bilinmez? Fakat gündelik orantılarla her Kürt aydının kaleminin ucundan akan mürekkebinden hareket edilirse eğer, çok ama çok net görülecektir ki, demokratik ve demokratlaşma cümle hazinesinde en fazla pay alanın Kürt aydını olduğunu göreceksiniz.
Örneğin demokrasi ve demokratikleşme konusunda halkı en çok bağırtanın Kürt aydının olduğu bilmeyenimiz yoktur sanırım. Dolayısıyla demokrasi ve demokratlaşmanın özüne hiç yaklaşılmadan en çok bağırıp didinen bir halk özeliğine sahip olmuşuz. Fakat, öte yandan kendi bahçemizde yara bere içinde bıraktığımız ağaçlar, ya da demokratikleşmelerle boy vermesi gereken ağaçların sulanması gerekliliğinin yanından bile geçme niyetini bir türlü gösteremeyen aydın maskelilerle ne yazık ki karşı karşıyayız.
Farkında mısınız bilmiyorum, ama öyle görülüyor ki binlerle ifade edilebilecek bedellerle savaş ve savaşma maratonuna tutuşulanlarla barış olsun diye canını dişine takan aydın tiplemesinin en dramatik ve o kadar da en hazin hikâyesinin özünde ki mayanın içinde kendi yanlışlıklarıyla barışmama ve toplumun birikimleriyle düşmanca savaşma mantığı vardır.
Vardır diyoruz, zira kaleminin ucunu bir türlü kendi siyasal alanda bin bir yanlışlıklarla varlıklarına son verilen doğruların hikâyesiyle barışılmiyor ve dokunduramıyor.
Barış ve özelikle de demokrasi adına, bin bir dereden bir dereye su taşımakta direnen günümüzün Kürt aydın(okuma yazmalı Kürt) tiplemesinin düşünsel dünyasında. Her nedense kendi Hikmet Fidan’ıyla barışma, bahsi geçen mücadelenin yükselmesinde emeği olan kendi Mehmet Şener’iyle uzlaşma, bilinmezlerin bombasıyla yok edilen Kani Yılmaz’larıyla bütünleşecek demokratik öngörüleri bir türlü gelişemiyor.
Şimdi kalkıp desem ki, 30 yıla yakın bir sureyle olur olmaz karanlık ellerin marifetleriyle çirkefleştirilen bir savaş maratonunda ve özelikle de birçok alt üst oluşların yaşandığı bu süreçte birçok doğruların üzerine kara bulutlar gibi çöken yanlışlar ulu orta dururken.Bir başka bahçenin demokrasi nimetlerinden hareketle demokrasi havarisi kesilmek inandırıcı olamıyor desem,annında oyunbozancılık la kalmam bir başka dış güclerın adamı yapacaklarından eminim.
Dolayısıyla, Türkiye cumhuriyetinin her türlü çözüm projesinin içeriğine, ne götürdüğü ya da ne getirdiğine bakılmadan “eyvallah” dedirtmeye hazırlatılmış ve özelikle de siyasal arenada at koşturan yapay aydın tiplenmesinden geçilmiyor.Ama yinede, beynimizle ve yüreğimizle mahkûm edilmiş böylesi aydın tiplemelerinden ricamız odur ki, kendilerini kendi iç dünyalarının çıkarlarıyla görebildikleri ve süreçsel davanın olur olmazlarla işlenen yanlışlıklara göre de hazırlasınlar biraz.
Yıllardan beridir yarım doğru iki yanlış yapmakla ömürlerini tüketen bu tipleme aydın bloğun en büyük korkusu hiç kuşkusuz gerçeklik korkusudur. Ne yazıktır ki, halkların temel hakkaniyetin yolunda bir adım atmak istenildiği zaman, bahsi geçen bu yapay ve hastalıklı aydın tiplemesinin yarattığı korkunun can havliyle nakaratları pat diye devreye giriyor. Yani, “bedel ödedik” ile başlayıp şehitlerin şehadet posterleriyle örülen duvarlar pat diye karşınıza dikiliyor.
Ne yazık ki “bedel ödedik” notalarıyla seslendirilen şehitler senfonisinin ritimleri, doğruların vadisinde doğrularla buluşma hevesi olan gerçek Kürt aydınlarını tutsak edilmesine yeterken, genel aydınlaşmanın, Kürt aydını olabilmesinin yolu ve özellikle de hak edilmişliğe çıkan kavşaklar bir güzel kapanmış oluyor… Hani deniliyor ya, Ortadoğu’daki siyasal gelişmelerle oluşan siyasal konjonktür ya da barış sureciyle oluşan Türkiyelileşme hassasiyetleri falan filan...
Peki, 30 yıldan beridir Kürtler arasında baş gösteren hiç bir olumsuzluk olmamış mı? Bence olmuştur, sıralamakla bitmeyecek yanlış kararlarla birçok insanın canı yakılmıştır. Dolayısıyla dıştaki konjonktürel dayatmaların yarattığı söylenen hassasiyetlerden önce, Kürtler arası hendeklerin yarattığı çok ama çok önemli hassasiyetlere dikkat edilmesi gerekliliği apaçık ortada duruyor.
Zira öncelikli hendeği es geçip sonraki hendeğin üzerinden atlamaya çalışmanın aklıselim olduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla, cağımızın evrensel ölçüleriyle olması gereken aydın olma ruhu harekete geçirilmelidir artık. Kendi kendimizin yanlışının üzerine gidebilecek cesaret gerek. Engellerle oluşturulan korku dağlarını aşındırmak gerek. Özgürleşmeye giden yolda önümüze çıkan kaprisli hendekleri atlamak gerek. “Benim varlığım Türk varlığına armağan olsun!” şeklindeki faşizan söylemi yerine “düşünsel argümanlarınıza armağan etmiyorum” şeklinde de anlayabilmeliyiz artık.
Her ne olursa olsun ihtirasa dayalı çıkar hesapları yerine insanın varlığıyla ortaya çıkan insanın aklıselimine önem vermek lazım. Olumsuzluklar yaşanması gereken süreç değildir, aksine bozulmadır. Zaman isanın bozulması tekamülü hızlandırmıyorsa toplumun dokularına nüfuz edilen Kürtlere yabancı unsurlar vardır demektir. Toprağı ilk işleyenler olarak, hayvanları ehlileştiren Mezopotamya uygarlığının halklarından olarak kendimizi tanımlayalım artık.
Hüseyin Akıncı Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
12440 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:11:32:36