Bir yılı aşkın bir zamandır, Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, sorunlar yaşanıyor. Başkanlık konusu etrafında düğümlenen sorunlar krize dönüşmüş durumda. Güney Kürdistan’da, siyasal partilerin, İŞİD tehlikesi karşısında bile sağlıklı bir birlik gösterememeleri, insanı şaşırtıcı bir durum. Bu durum Kuzey Küdistan’da, Kürd aydınları arasında, Kürd kamuoyu, Kürd siyasetçiler arasında hüzün yaratıyor. Kürdler bu süreci eleştiren, protesto eden yazılar yayımlıyorlar, duygularını, düşüncelerini gösterilerle konferanslarla panellerle ifade ediyorlar.
8 Ekim 2015 de, Süleymaniye, Qaladize, Germiyan gibi şehirlerde, Goran’ın etkili olduğu alanlarda, “maaşlar ödenmiyor” gerekçesiyle, Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan hükümeti aleyhinde yapılan gösterilerde 5 kişi yaşamını yitirdi. Bu durum üzerine, Kürd aydınları, Kürd siyasetçiler, Güney Kürdistan’daki siyasal partileri, Kürdistan hükümetini eleştiren, bu süreçleri protesto eden yazılar yayımladılar.
Kürd siyasal partilerinin, Kürd örgütlerinin, birbirleriyle, sağlıklı bir birlik oluşturamamalarının temel nedeni, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış olmasıdır. Bu, sadece, İran, Irak, Suriye, Türkiye diye coğrafi bir bölünmeyişi parçalanmayı, paylaşılmayı göstermemektedir. Toplumsal olarak da çok yoğun, yaygın bir parçalanma vardır. Aşiretler, aileler bölünmüştür. Toplumsal yapıdaki bölünme siyasal ilişkilere de yansımaktadır. Bir ailede iki kardeş de, siyasal bakımlardan, birbirilerin çok zıt çevrelerde yer alabilmektedir.
Bölünme, siyasal partilere de yansımaktadır. Birbirlerine zıtlı geliştiren siyasal partiler, Kürdistanı, Kürdleri müştereken denetleyen devletlerden birinin desteğini alarak, hasmını, karşı tarafı güçsüz düşürmeye çalışmaktadır. Kürdistan’ı müştereken denetleyen devletler de, Kürd siyasal partileri arasındaki bu anlaşmazlıkları körükleyerek Kürdler ve Kürdistan üzerindeki denetimlerini pekiştirmeye gayret etmektedir. Siyasal partiler de, kendi örgütsel çıkarlarını korumak, geliştirmek için, anlaşmazlık içindeki çevreyi zayıf düşürmek için o devletle ilişkilerini sürdürmektedir.
Bu çok olumsuz durumlardan kurtulmanın yolu, örgüt çıkarlarını değil, genel olarak Kürdistan çıkarlarının ön plana koymaktır. “Kürdistan çıkarlarının tek ben savunuyorum, başkaları, Kürdistan çıkarları adı altında kendi örgütünün çıkarlarını savunuyor” itirazı geçerli bir itiraz değildir.
Kürdistan’ın genel çıkarları savunmak için de insanlarını kendilerini sorgulamaları gerekir. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Türk, Arap ve Fars yönetimleri karşısında, Kürdlerin/Kürdistan’ın konumu nedir, sorusunun irdelenmesi gerekir. Bu açıdan Kürdlerin kendilerini sorgulanması önemlidir. İran, Irak, Suriye, Türkiye devletlerinin Kürdlerin, Kürdistan’ın genel çıkarlarına yönelik, bir iş yapmayacaklarını, bilakis olumlu gelişmeleri engelleyeceklerini bilmek kaçınılmazdır. İşte bütün bunlardan dolayı, yüksek bir, Kürd/Kürdistan bilincinin oluşturulması önemli olmalıdır.
Bugün dünya uluslar ailesine katılmak, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmak önemlidir. Bu amaç doğrultusunda çaba sarfetmek ihmal edilmemelidir. Kürdlerse, dünya uluslar ailesinin eşiti bir ferdi olmak şöyle dursun, dünya uluslar ailesinin bir ferdi bile değildir. Bunca nüfusuna rağmen, dünya uluslar ailesi içinde bir statü elde edememiş olmaları Kürd yurtseverlerinin düşündürmelidir.
Bu ana konular etrafında, kendini, kendi örgütünü, çevresin sorgulayanlar Kürdistan etrafında daha kolay bir şekilde birleşir. Bu anlayış doğrultusunda, toplumsal ve siyasal sorunlar konusunda taviz vermek gerekirse, birbirlerin taviz verirler. Zira Kürdlerin birbirlerine verdikleri taviz, sonuçta, Kürdleri büyütür. Ama devlete verilen taviz, sonuçta Kürdleri azaltır, noksanlaştırır. Bu hem taviz veren Kürd örgütünü, hem de hem de örgütün anlaşmazlık içinde olduğu örgütü, genel olarak bütün Kürdleri küçültür, ama devlete muhakkak kazandırır.
Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, Kürdlere çok büyük darbeler vurmuştur. Bu, Kürd toplumunda, iskeletin parçalanması, beynin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Oluşturulan suni sınırlarda, Kürdlerin birbirlerinden koparılması için çok yoğun kapsamlı önlemler alınmıştır. Mayın tarlaları, dikenli teller, dikenli tellere elektrik verilmesi, gözetleme kuleleri, casus uşakları, … bölünmeyi, parçalanmayı paylaşılmayı derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için etkili bir şekilde kullanılmıştır. Bugün de kullanılmaktadır.
Bölünme, parçalanma, paylaşılma, bir toplumun başına gelebilecek çok büyük bir felakettir. Bu felaketin ne zaman yaşandığı, nasıl yaşandığı zengin olgusal dayanaklarıyla incelenmelidir.
Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesinde, parçalanmasında, paylaşılmasında, dönemin emperyal güçleri, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın çok büyük rolü olduğu besbellidir. Bu emperyal güçlerin, Yakındoğu’daki ve Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği yaptığı da açıktır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Milletler Cemiyeti döneminde yaşanan bu sürecin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler döneminde de sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu yönlerden, Milletler Cemiyeti düzeninin ve Birleşmiş Milletler düzeninin etkin bir şekilde eleştirilmesi gerekir. Düşünelim ki, gerek Milletler Cemiyeti, gerek Birleşmiş Milletler, uluslararası barışın kurulması için çaba gösteriyorlardı. Uluslar arası barışın kurulmaya çalışıldığı bu dönemlerde, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, ne anlama gelmektedir? Bunun Kürdlerin ve Kürd dilinin yeryüzünden silinme çaba olduğu çok açıktır.
1920’lerde, anti-Kürd bir dünya nizamı kurulduğu, 1945 den sonra bu düzenin kurumlaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu bakımlardan, Milletler Cemiyeti düzeninin, Birleşmiş Milletler düzeninin Kürd/Kürdistan sorunları açısından irdelenmesi önemli olmalıdır.
Şu da önemli bir konudur. 1920’ler… Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması… Bu, Kürdistan’ın, Kürdlerin üçüncü paylaşımıdır. Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme Hakkı’nın gerek Sovyetler Birliği’nde, gerek ABD’de, en çok konuşulduğu, tartışıldığı bir dönemde gerçekleşmiştir.
Üçüncü paylaşılma… Bu, Kürdlerde bir zaafın olduğuna işaret eder. Kürdlere, Kürdistan’a hasım olan güçler, bu zaaflardan yararlanarak onu bölüyor, parçalıyor ve kendi onları, çıkarları doğrultusunda seferber ediyor. Bu zaafları saptamak, bu zaafların bilincine varmak, onlardan arınmaya çalışmak şüphesiz çok önemlidir.
Kürdleri, Kürdistan’ın bölünmesi parçalanması, paylaşılması, Kürdlerin ve Kürdistan’ın statü kazanmasının önündeki en büyük engel olmuştur. Bu Kürdleri dostsuz bırakmış, düşmanlarını çoğaltmıştır. Bu bakımdan bu süreci bilincine ulaşmak önemlidir. “Devlet istemiyoruz, sınırlarla bayrakla sorunumuz yoktur…” gibi ifadeler bu bilincin oluşmasını engeller. Bu ifadeler sizin, Kürdistan’ı, Kürdleri yıkan, ezen bu süreçleri dert etmenize engel olur. Halbuki Kürd/Kürdistan sorununun ana noktası budur. Sorunun yüz yıla yakın bir zamandır neden çözülemediği bu durumla yakından ilgilidir.
Kürdlerin, Kürdistan’ın, Tarihsel ve Arkeolojik Araştırmaların Dışında Tutulması
Bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın çok önemli bir etkisi, araştırma inceleme alanında kendini göstermektedir. Kürdler, Kürdistan, tarihsel ve arkeolojik araştırmaların dışında tutulmuştur. Kürdler hiçbir zaman, istek ve iradesi olan bir halk olarak değerlendirilmemiştir. Kürdler, Kürdistan her zaman görmezlikten bilmezlikten gelinmiştir, şey olarak değerlendirilmiştir.
Tarihte, Hurri, Guti, Kassit, Nairi, Mitanni, Subari,Urartu, Med gibi halklar yaşamışlardır. Bu hakların, İsa’dan önce 2000’lerde, 1000’lerde, Zağroslar çevresinde yaşadıkları bilinmektedir. Bugün, bu halkların yaşadıkları alanlarda, Kürdler yaşamaktadır. Fakat, araştırmacılar Kürdlerin bu halklarla ilişkileri konusunu hiç incelememişlerdir. Örneğin, Gılgamış Destanı’ndaki, Gılgamış’ın arkadaşı Enqidu’nun , Kürdlerle bağını kurmamak için yoğun bir gayret gösterilmiştir. Sumerler Yukarı Mezopotamya’daki Gutileri “dağ ejderi” diye nitelemektedirler. Araştımacılar, arkeologlar, Gutilerle Kürdlerin bağını kurmamaya özen göstermektedirler.
Hoşyar Zebari bir konuşmasında, Zebari Aşireti’nin köklerinin Subarilere dayandığını söylemişti. Bu, araştırmacılar için ufuk açıcı bir ifadedir. Hoşyar Zebari’nin, 2003-2014 yılları arasında Irak Dışişleri bakanı olduğu bilinmektedir. Günümüzde de Irak hükümetinin Maliye Bakanı’dır.
Faysal Dağlı’nın, Kutsal Kitaplar ve Mitolojide Kürdler başlıklı bir kitabı var. (Aram Yayınevi, Mayıs 2013, İstanbul) Bu araştırmada Faysal Dağlı, “Kürdistan, Kürd dili ve kültürü, büyük oranda, tarih ve arkeoloji araştırmaları dışında tutulduğu için, Sumerlerle ilgili tartışmalarda dikkate alınmamaktadır.” demektedir. (s. 23)
“Modern dönemde, arkeoloji ve tarih biliminin bunca gelişimine rağmen, politik nedenlerden dolayı, Kürdistan’ı araştırmak, arkeologlar ve tarihçiler için araştırma merkezi olmadı.” değerlendirmesi yine Faysal Dağlı’ya aittir. (s. 131)
Türkiye’de, Kürd, Kürdistan konusunun araştırmaya, incelemeye kapatılması resmi ideolojinin gereği olarak gerçekleşmiştir. Düşün yasakları daha çok bu alanla ilgilidir. Resmi ideolojinin, düşün hayatının, bilimi ve sanatı yönlendirdiği açıktır. Resmi ideolojinin herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu hatırlatmak gerekir. Batılı akademisyenler, üniversiteler ise, Kürdistan’ı müştereken denetleyen devletleri gücendirmemek için, Kürdleri, Kürdistan’ı bilmezlikten, görmezlikten gelmektedirler.
Bütün bu engellemelere rağmen, bugünlerde, eski çağ Kürd tarihine karşı yoğun bir ilgi gelişmektedir. Bu alanda çok değerli incelemeler yayımlanmaktadır. Cemşid Bender’in (1927-2008), Battal Odabaşı’nın, Bahoz Şavata’nın, Selahattin ali Arık’ın çalışmaları dikkate değer çalışmalardır. Cemşid Bender’in Kürt Tarihi ve Uygarlığı (ilk baskı 1991, Kaynak Yayınları)), Battal Odabaşı’nın, Keyakisar (Ağustos 2011) Güneşin Krallığı (Aralık 2014), kitapları önemlidir. Salahattin Ali Arık’ın, Aryan İnançlar ve Rêya/Raa Heqİye ( İBV yayını, Nisan 2015) kitabı yine öyle…
Bahoz Şavata’nın, Ön Asya Halkları ve Aryan Kürdler başlıklı çalışması, İBV Yayınları tarafından yayına hazırlanmaktadır. Kısa bir zamanda yayımlanacaktır. Faysal Dağlı’nın yukarıda sözünü etmeye çalıştığım ufuk açıcı kitabı şüphesiz çok önemlidir.
Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılmasının bu süreçlerle çok yakından ilişkili olduğu açıktır. Örneğin, İran, Irak, Suriye, Türkiye gibi Kürdleri, Kürdistan’ı müştereken denetleyen devletler, Kürdistan bölgesinde, arkeolojik kazılar yapanlara, şöyle bir şart dayatabilirler: Kazılar sonunda, elde ettiğiniz buluntuları Kürdlerle irtibatlandıran yorumlara girişmeyin veya Kürdleri çağrıştıracak değerlendirmeler yapmayın, aksi halde çalışma ruhsatınız iptal edilir. Gerek yerli, gerek yabancı arkeologlara, araştırmacılara böyle bir koşul dayatılmış olabilir. Bu görüşün olgulara dayanılarak irdelenmesi gerekir.
Arkeolojik kazılarda elde edilen buluntular, örneğin, Sumerlerle, Hititlerle, Asurlarla, Ermenilerle, Araplarla vs. irtibatlandırılıyor, ama Kürdlerle irtibatlandırmamak için önemli bir çaba sarfediyor. Kürd dilinin, Sumer, Hitit, Asur, Elam dilleriyle, ilişkisini kuran değerlendirmelerden kaçınılıyor. Kürdlerin, Kürdistan’ın insanların bilincine çarpmasına engel olmak için her önlem alınıyor.
Kürdler, 200 yıldır mücadele ediyor. Buna sonuçta özgürlük ve vatan mücadelesi demek mümkündür. Bu yolda Kürdlerin verdiği şehit milyonlarcadır. Kürdlerin bu uğurda verdiği şehit sayısı, Fuat Önen’in dediği gibi, 28 üyeli Avrupa Birliği’nde, 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, 57 üyeli İslam Konferansı’nda, 193 üyeli Birleşmiş Milletler’de yer alan pek çok devletin nüfusundan çok daha fazladır. Bu anti-Kürd bir dünya nizamına işaret etmektedir. Bu konunun bilincine varmak da önemlidir. Anti-Kürd dünya nizamı eleştirilmelidir. Bu çerçevede yüksek bir Kürd/Kürdistan bilinci oluşturmak için gayret edilmesi önemlidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.