Faşistliğe varacak derecede Kürt karşıtlığı olan Devlet Bahçeli gibi bir siyasetçinin, Türkiye’de Kürtlük davasıyla ağırlaştırılmış hapis cezası çeken Abdullah Öcalan’ı “konuşması için TBMM’ye davet etmesi,” sadece siyasi çevrelerin değil, herkesin kafasını allak bullak etti.
Peki, Devlet Bahçeli bunu neden yaptı?
Veya onu bunu yapmaya zorlayan nedenler ne olabilir?
Bu yazımızda bunları analiz etmeye çalışacağız İnşallah.
Fakat ilk önce, ABD’nin büyük Kürt ve Kürdistan planlaması ve bu planlamasının vardığı merhale–süreci anlatalım, ondan sonrada bunların analizlerini yapalım ve böylece okuyucuların önlerine somut bir fotoğraf koyacağız İnşallah…
ABD küresel Kürt projesini 50–60 yıl önce planladı. Güney Kürdistan’da (Irak) 1991 yılında ilk kazmayı vurarak “Kürdistan inşaat şantiyesini” kurmaya başladı.
2003 yılında ise kurmuş olduğu ilk etap Kürdistan’ı sahiplerine teslim etti. Bilahare ikinci etap (Suriye) Rojava Kürdistan’ı projesinin inşaatına da İŞİD’in Kobanî’ye saldırmasıyla Eylül-Ekim 2014 tarihinde başladığı görüldü.
Türkiye (Kuzey) Kürdistan’ı projesinin fizibilite çalışmaları ise çok daha eskiye dayanıyor: 1994 yılına.
Bir kaç defa daha anlatmıştım. Bir kere daha burada tekrarlayayım:
Mersin’de, Göç Edenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (GÖÇ–DER) kurucu başkanıyken (Öcalan daha Suriye'de o zaman), ABD'nin Türkiye'deki Kürt politikasının mimarı (sayılabilecek) ABD’nin Adana başkonsolos yardımcısı 1996 yılındaki bir tarihte beni aradı. "Kürt toplumunun her katmanından (tarikat, dini cemaat, aydın, aşiret ve kanaat önderlerinden) birer kişiyi bir araya getirebilirsen, gelip hem sizinle, hem de onlarla görüşmek isterim" dedi. "Olur" dedim.
Onların yer ayırttığı bir restoranda toplandık. Uzun uzun Kürt meselesini konuşurken, özet olarak mealen şöyle dedi:
“ABD kendi açısından müttefiki olduğu Türkiye de ki Kürt meselesine karışmak istemedi. Taki 1994 yılına kadar. Ne zaman baktı ki Türkiye bu işin içinden çıkamıyor, 1994 yılında bu işe el atma gereğini duydu ve ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Kürt meselesi ile ilgilenecek bir daire kurdu. (Gülerek) Bu daire Dışişleri Bakanlığı binasının 14. Katında da bulunuyor” dedi.
Bu girişten sonra konuşmasına devam etti:
"Bu gelişimin sebebi (Türkiye’deki Kürt sorunu konusunda) ABD'nin bir devlet politikasını net olarak size aktarmak istiyorum. Kürt sorununuzun çözümü için siz Kürtler, kendinizi sadece PKK ile sınırlandırmamanız lazım. Alternatif bir yapılanma içerisinde çalışma yapmanız gerekiyor. Çünkü şunu bilmeniz gerekir ki, ilerideki ABD'nin Kürt politikasındaki planlamasında Öcalan ve çizgisinin (yani Apoculuğun) yeri yok” dedi.
Toplantıya katılanlardan sorulan bir soru üzerine, “(yanlış anlamayın) bunun PKK’nin solculuğuyla da ilgisi yok. Gerekiyorsa Komünist partiyi de kurdururuz veya mevcut olanı da destekleriz “ dedi.
Biz şaşkınlık içerisinde tekrardan nedenini sorduğumuzda; "Biz Öcalan'ın kişilik yapısını ve psikolojisini çok iyi biliyoruz. Abdullah Öcalan, ideolojik (yani Kürtlük) formasyonu zayıf biri. Öcalan önüne gelecek her türlü işbirliğine yatkın pragmatik bir kişiliğe sahiptir. Onun, Kürt hareketinin başında olması bize güven vermiyor" v.s.... dedi. Ve böylece ileride Öcalan’ın bu davadan tasfiye edileceğinin ilk sinyalini de vermiş oldu.
https://nerinaazad2.com/tr/columnists/yahya-munis/yeni-bir-kurdistan-bolgesi-icin-ilk-adim
Bilindiği gibi, Ecevit başbakan iken hiç beklenmedik şekilde ABD Öcalan’ı paketleyip Şubat 1999 tarihinde Türkiye ‘ye teslim etti. Nitekim o tarihte Ecevit; “gerçekten ABD’nin neden Öcalan’ı bize verdiğini bilmiyorum” sözleri basına yansıdı.
https://www.canmehmet.com/ecevit-apoyu-neden-verdiler-hala-anlamadim-silah-yardimlarindan-sonra-anlasilmis-midir.html
Peki, ABD Öcalan’ı hiçbir karşılığı olmadan ve hatta belki de Türkiye’yi devlet ve millet olarak şaşırtacak bir şekilde (adeta ) paketleyip Türkiye’ye neden verdi?
Bunun cevabı yukarıda açıkladığımız gibi “Öcalan hiçbir zaman Kürt milli çıkarından yana hareket edecek bir zihniyete sahip olmadığı,” ABD’nin “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ–BOP” çerçevesinde projenin Kürtlerle ilgili bölümünün önünde en büyük engel olarak görüldüğü için tasfiye edildi.
BOP projenin açıklamasına gelecek olursak;
Ortadoğu’da bulunan devletlerin (Türkiye dâhil, 22 devletin) “milletler” çerçevesinde sınırların değişmesi demektir. Yani birçok devletten meydana gelen milletlerin tek bir devlet şemsiyesi altında toplanması demektir.
Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin 26 Ocak 2005 – 20 Ocak 2009 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen Condoleezza RİCE’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde Ulusal Güvenlik Danışmanı olduğu günlerde yazdığı “Transforming the Middle East” başlıklı makale Washington Post gazetesinde yayımlanmıştı. Makalede “Ortadoğu’da Türkiye de dâhil 22 ülkenin sınırları değişecek” şeklinde bir ifade kullandı.
Gerekçesini de şöyle açıklıyor:
“Orta Doğu 22 ülkeden oluşan ve (2003 tarihinde) toplamda 300 milyonluk bir nüfusa sahip olan Ortadoğu, 40 milyon nüfuslu İspanya’dan daha düşük bir toplam gayri safi yurt içi hasılaya sahiptir. Bu bölge, Arap aydınların politik ve ekonomik bir “özgürlük açığı (eksikliği)” diye adlandırdığı şeyler dolayısıyla geri kalmaktadır. Onlarca yıldır devam eden umutsuzluk duygusu, insanlara üniversitelerini, kariyerlerini ve ailelerini dahi bir kenara bıraktıracak nefret ideolojileri için verimli bir temel oluşturmakta ve bunların yerine kendilerini patlatmayı tercih ettirmektedir – beraberlerinde olabildiğince çok fazla masum canı da götürerek.”
https://www.malumatfurus.org/condoleezza-rice-ortadoguda-sinirlari-degisecek-22-ulke/
Bilindiği gibi, mevcut Ortadoğu siyasi haritası birinci dünya savaşında (İngiltere adına; Mark SYKES, Fransa adına ise; Georges PİCOT’nun temsil ettiği) SYKES–PİCOT ANTLAŞMASI adı altında masa başında hazırlanıp imzalandı.
O zamanki dünya egemen devletleri olan İngiltere ve Fransa’nın politikaları; rahatlıkla doğal kaynakları ile beraber sömürmek için halkları güçsüzleştirip “böl ve yönet politika”ları üzerine kuruluydu.
Şimdiki dünyanın egemen gücü olan ABD’nin dünyayı yönetme politikası ise;
SYKES–PİCOT politikasının tam tersine, (özellikle bilişim teknolojisini satmak için) aynı milletten ve aynı ırktan olan halkları okutmak, aydınlatmak, beyinlerini güçlendirip bilişim teknolojiyi almaları için zenginleştirmek amacı ile onları birleştirmek üzerinedir.
Nitekim Condoleezza RİCE da yukarıdaki makalesinde bunu ifade ediyor.
Bir kere, Öcalan’ın eskisi gibi Kürt milleti üzerinde yeterli derecede etki sahibi değildir. “Köprüler altında çok sular akıp gitmiş.” Bu projenin aktörleri olabilecek (özellikle Kürtler) İran, Suriye ve Türkiye’ye kaşı güvenleri yitirmişler. Ve çoktandır kendilerine yeni müttefikler bulup onların yanlarında yer almışlar.
Nitekim (yeni) İsrail dışişleri Bakanı: “İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Kürtlerin İsrail için "doğal müttefik" olduğunu belirterek, “İsrail'in Kürtlerle ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini”
"Bölgedeki azınlıkların birleşmesi gerekiyor. Kürtler, İran ve Türkiye'nin zulmünün kurbanıdır. İsrail'in onlarla iletişim kurması ve ilişkilerini güçlendirmesi gerekiyor"
https://nerinaazad2.com/tr/news/regions/middleeast/israil-disisleri-bakani-kurtler-buyuk-bir-millettir-dogal-muttefikimizdir-67319ef77f638
Ortadoğu’nun Kürtlere yönelik öncelikli değişiminde ve ivedilikle Lübnan ve Suriye üzerinde İsrail’in elini Kürtlere ulaştırmak, fiili olarak ve sürekli teması sağlamak.
Ondan sonra BOP çerçevesinde Kürtlere düşecek pay, Irak (Güney) Kürdistan’ını Rojava (Suriye) Kürdistan’ı ile birleştirip denize ulaştırmak. Sonrasında İran (Doğu) Kürdistan’ını İran’dan koparıp bunlarla birleştirmek. Bundan sonra Türkiye (Kuzey) Kürdistan’ına sıra geldiğinde Türkiye’ye iki seçenek sunulacak: Ya tüm Kürtler ve Kürdistanı kucaklayıp ismini de değiştirerek Türkiye yerine “ANADOLU CUMHURİYETİ” ismi altında Kürtlerle yeni ve çok güçlü ortak bir devlet kurarlar, ya da Kürtleri kaybetmeyi göze alırlar.
Bunun dışında üçüncü bir seçenek zor görünüyor.
Okuyucuların yorum ve yazarla iletişimleri için: [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.