Nizamettin Taş: Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Rojava'daki kazanımların korunması

Kürtlerin PKK’nin silah bırakmasına herhangi bir itirazı bulunmamaktadır. Kürtler açısından önemli olan Rojava’daki kazanımların korunmasıdır.

19.01.2025, Paz - 18:51 [ Güncellenme: 19.01.2025, Paz - 22:07 ]

Nizamettin Taş: Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Rojava'daki kazanımların korunması
Haberi Paylaş

PKK eski yöneticisi Nizamettin Taş ile Bahçeli’nin başlattığı İmralı açılımını daha önce konuşmuş ve 2 Aralık 2024’te yayınlamıştık. Nizamettin Taş ile bu kez İmralı heyetinin temaslarını, Öcalan’ın açıklamasını ve sürecin Suriye Kürtleri ekseninde seyrediyor olmasını konuştuk.

Gazeteci Ruşen Çakır'ın Nizamettin Taş'la yaptığı medyascope sitesinde yer alan röportajı şu şekilde;

Sizinle yaptığımız ve 2 Aralık’ta yayınlanan söyleşi Sorunu gündeme getiren zihniyet değişimi değil, tam tersine bölgedeki gelişmelerden dolayı zorunlu olarak bazı adımlar atılmaktadır” demiştiniz. Nitekim bir süre sonra Esad rejimi devrildi. Bahçeli (ve onun birlikte hareket ettiği kesimler) bunu mu öngörmüştü, hatta bunun bilgisine mi sahipti? 

Taş: Cumhur İttifakı’nın Erdoğan’la düzenli istişarelerde bulunan tek lideri Devlet Bahçeli’dir. Devletin bekasını ilgilendiren tüm konularda kendisine her türlü istihbarat bilgileri sunulmakta, düşünceleri sorulmakta ve çözüm önerileri alınmaktadır. BAAS rejiminin devrilmesine dönük planlamanın, aylar öncesinden yapıldığına dair pek çok haber dolaşımda bulunmaktadır. HTŞ lideri Colani ve en son Hakan Fidan’ın kendisine pay çıkaracak şekilde yaptığı bir dizi açıklamadan anlaşılacağı üzere Esad rejimini deviren harekatın asıl yürütücü gücü Türk devletidir. Trump bu girişimi, Erdoğan Suriye’ye çöktü biçiminde ifade etmektedir. BAAS rejiminin sonunu getiren, ona zemin hazırlayan asıl belirleyici gelişme, Amerika’nın yıllardır uyguladığı sıkı ambargo ve İsrail devletinin İran İslam Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’daki etkisine son vermek için birçok cepheden sürdürdüğü savaştır. 

Suriye’de HTŞ harekâtını planlayan asıl beyin İngiliz İstihbaratıdır 

HTŞ örgütünün çok zayıf konumdayken kısa bir sürede BAAS rejimini devirmesine yol açan tüm kilometre taşlarını İsrail ordusunun döşediğine dair en ufak bir kuşku yoktur. İsrail ordusunun İran, HAMAS ve Hizbullah karşısında aldığı olağanüstü askeri başarı olmadan HTŞ gibi militan ancak ilkel bir örgütün Esad rejimini devirmesi mümkün değildi. 

Tüm askeri başarısına karşın HTŞ harekâtını planlayan asıl beyin İsrail devleti değil, İngiliz İstihbaratıdır. İngiliz istihbaratının Amerika, İsrail, Türkiye, Avrupa ve Arap devletlerinden bihaber bu planlamayı yaptığını ileri sürmek kadar absürt bir düşünce olamaz. Özellikle Amerika ve Türk tarafının bu planlamada çok aktif yer aldığını hatırlatmaya dahi gerek yoktur.

Planlamasını İngilizlerin yaptığı, zeminini Amerika ve İsrail’in döşediği ve Türkiye’nin bizzat yönettiği bir harekattan Devlet Bahçeli’nin haberdar olmaması eşyanın tabiatına aykırıdır. 

Yine aynı söyleşide “Türk devletinin Öcalan vasıtasıyla başlatmak istediği yeni sürecin esas amacı Rojava’nın bölgede meydana gelen değişimden istifade ederek statü kazanmasını önlemektir” demiştiniz. Esad rejiminin yıkılmasının ardından Suriye Kürtlerinin durumu daha fazla öne çıktı ve Türkiye’deki sürecin merkezinde bu konunun olduğu düşüncesi baskın hale geldi. Siz ne düşünüyorsunuz? 

Nizamettin Taş: BAAS rejiminin yıkılması, Türkiye açısından şüphesiz tarihsel bir fırsattır. Fakat burada asıl önemli olan rejimin yıkılması değil, iktidar değişikliğinin yol açacağı gelişmelerin doğru belirlenmesi ve buna karşı alınması gereken tedbirlerin yol ve yöntemlerinin bulunmasıdır. Bu konuda Türkiye açısından İngiliz aklı ve stratejisinin devreye girdiği anlaşılmaktadır. 

Londra’da CIA direktörüyle yaptığı toplantıdan sonra İngiliz istihbarat başkanının Türkiye’ye geldiği ve muhataplarıyla bir dizi görüşme yaptığı, zaten basına yansımıştı. 

Bahçeli ikna edilmeden bu sürecin başarıya ulaşma şansı yoktu 

Türk devletinin Ortadoğu ve özel olarak Suriye konusunda ağırlıklı olarak İngiltere’nin sürdürdüğü inisiyatife yakın durduğu görülmektedir. Türk-İngiliz görüşmelerinde Erdoğan’ın Devlet Bahçeli ikna edilmeden bu sürecin başarıya ulaşma şansının olmadığını söylediği rivayet edilmektedir. Birlikte hareket edildiğine göre, Bahçeli’nin bu minval üzerinden ikna edildiği anlaşılmaktadır. 

Bahçeli gibi tüm ömrünü Kürt düşmanlığı üzerinde inşa etmiş bir lideri, kendisinden beklenmeyecek tarzda, yeni bir süreci başlatmak zorunda bırakan Ortadoğu’daki gelişmelerin ana seyri nedir?Almanlara ait olduğu söylenen çok çarpıcı bir söz vardır: “Ağaçlara bakarken ormanı görememek”. Bu deyim kadar Ortadoğu ve Türkiye’deki gelişmeleri özetleyebilecek başka bir tanım bulmak mümkün değildir. 

Diğer ülkeleri bilmiyorum, fakat Türkiye’de, hiçbir stratejik tahlil yapmadan ve ağırlıklı olarak algı operasyonlarına dayanarak hemen her konuda ahkam kesen sayısız yorumcu bulunmaktadır. Güvenlik uzmanları; üzerine vazife olmadığı halde magazin dahil hemen her konuda sirk cambazları gibi şov mahiyetini aşmayan hararetli tartışmalar yaparken, işin en komik tarafı hayatında silah yüzü görmemiş değişik unvanlı pek çok sıradan kişi, kurmay subayların bile cevap vermekte zorlandıkları en çetrefilli savaş konularında bir mareşalden daha derinlikli tahlil yaptığını sanmaktadır. 

Nizamettin Taş: “İsrail devleti Türk sınırına dayanacak” 

Şüphesiz Türk televizyonlarında yapılan tüm yorum ve tartışmaları aynı toptan yaklaşımla mahkum etmek doğru değildir. Türkiye’de entelektüel birikime sahip, konularında uzman olan saygın bilim insanları, gazeteci ve akademisyenler tarafından yapılan tartışma programlarında oldukça içerikli ve son derece isabetli değerlendirmeler yapılmaktadır. Ne yazık ki, düşünce iklimine zenginlik katan bu beyinler, giderek anaakım medyadan dışlanarak sesleri tamamen kısılmaya çalışılmaktadır. 

Türkiye’de, Ortadoğu’daki gelişmelere ilişkin, ağırlıklı olarak algı operasyonlarına dayanan değerlendirmeler yapılmaktadır. Daha düne kadar “İsrail devleti Türk sınırına dayanacak” diye feryat figan eden kesimler, Esad devrildikten hemen sonra meydana gelen değişimden dolayı tüm Ortadoğu’yu yeniden fethetmenin koşullarını yakaladığını sanacak kadar bir uçtan diğer uca savrulan yaklaşımlar göstermektedir. 

Türkiye’deki iktidarın Ortadoğu’daki gelişmelere yaklaşım tarzı, istikrardan yoksun ve günlük gelişmelere göre şekil alan tutarsız bir içerik taşımaktadır. Zor karşısında tavizkâr, fakat herhangi bir fırsat yakaladığında, Ali kıran baş kesen gibi anında saldırgan bir konuma geçilmektedir. Daha önce tehdit etmediği, sorun yaşamadığı tek bir ülke bırakmayan Türkiye, bu politikanın işe yaramadığını gördükten sonra, adeta bela olduğu devletlerle yeniden ilişki kurmak için, her türlü tavizde bulunmayı marifet sayacak kadar çıtayı düşürmektedir. Esad rejiminin devrilmesinden bu yana, sanki komşu devletlerle yeniden barışmak isteyen kendileri değilmiş gibi, bir anda o eski tehditkâr ve güven vermeyen maskesini takınarak tekrar “bir gece ansızın gelebilirim” tavrına dönmüş bulunmaktadır. 

“Bir gece ansızın gelebilirim” 

Sıradan halkın bayılarak dinlediği ve sürekli tekrarlanan “bir gece ansızın gelebilirim” tehdidi içerikten yoksun, devlet adabına uymayan bir üslup ifadesidir. Bu üslubun kuşku yok ki psikolojik savaş cephesinde yıkıcı, caydırıcı bir karşılığı vardır, ne var ki, politik içerikten yoksun ve üst perdeden savrulan her tehdidin eninde sonunda bumerang gibi dönüp dolaşıp sahibini vurduğu ve uzun vadede hiçbir stratejik başarıya yol açmadığını kanıtlayan sayısız örnek bulunmaktadır. 

Türkiye Esad rejiminin devrilmesini tanrının bir lütfu gibi görmektedir. Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden Ortadoğu’ya egemen olmanın kapılarının ardına dek açıldığını sanacak kadar gerçeklerden kopuk hareket etmektedir. Kendi gücünü aşan niyetler beslediğini gizleme gereği bile duymadan resmen tüm bölgenin kendi kontrolünde olması gerektiğini söylemektedir. 

Türkiye’nin, sürekli atıfta bulunmasına karşın, mevcut durumda zorla benimsetmeye çalıştığı proje Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, İttihat Terakki’nin felaket getiren maceracı politikasını çağrıştırmaktadır. Şu gerçeğin bilinmesinde fayda vardır: Ortadoğu’da sürmekte olan güç savaşının ana aktörleri, Türk devleti Suriye’de istediği gibi at koştursun diye Esad rejimini devirmedi. Oysa yaratılmak istenen algı budur ve iktidarın en azından bir kanadı adeta bunu vazgeçilmez kılıç hakkı olarak görmektedir. 

İran’ın yaptığı hatayı Türkiye tekrarlıyor olabilir 

Hemen belirtelim aynı hatayı yıllar önce İran İslam Cumhuriyeti yapmıştı. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Irak coğrafyasına egemen olan İran İslam Cumhuriyeti gücünün etkisini abartarak tüm Ortadoğu’dan Amerika ve koalisyon güçlerini söküp atabileceğini ve hızını alamayarak İsrail devletini yeryüzünden sileceğini iddia edecek kadar güçlendiğini sanmaktaydı. Fakat gecikmeli de olsa, gelinen aşamada, İran İslam Cumhuriyeti’nin o heybetli, tehditkâr etkisi tüm Ortadoğu’dan sökülüp atılmış bulunmaktadır. Şimdi asıl geleceği belirsiz olan ve akıbetinin ne olacağı tartışılan ülkelerin başında İran İslam Cumhuriyeti gelmektedir. Bunca deneyimden sonra hâlâ aynı hatayı Türk devletine yaşatmaya hevesli ve tıpkı Enver Paşa gibi kendi boyunu aşan maceralara yelken açmak isteyen bir kliğin, ortaya çıkan tarihi fırsatı değerlendirmek adına gözükara bir biçimde “yürü ya kulum zafer senindir” dediğini duymaktayız. 

Nizamettin Taş: Emperyal hevesler değil savunma içerikli tedbirler 

Devreye giren İngiliz aklının Bahçeli’yi ikna ederken öne sürdüğü argümanların esas amacı devleti bir maceraya sürüklemek değil, Ortadoğu’da meydana gelen olası değişim ve gelişmeler karşısında alınması gereken savunma tedbirlerini içermektedir. Bahçeli’nin yaptığı çıkışın altında Türkiye’nin güvenlik kaygıları yer almaktadır. Bahçeli’nin ısrarla “Öcalan çıksın bir an evvel terörü bitirsin” demesinin esas amacı fırsatları değerlendirerek emperyal heveslere kapılmak değil, savunma içerikli tedbirlerin gecikmeksizin alınmasını öngörmektedir. Fakat, gel gör ki, savrulan tehditler, açıklanan niyet ve hayata geçirilen icraattan anlaşıldığı kadarıyla devlet nezdinde Türkiye’nin savunma pozisyonunu güçlendirmek ve mümkünse ortaya çıkan fırsatlardan yararlanmak isteyen kesim ile “elimize tarihi bir fırsat geçmişken Osmanlı döneminde olduğu gibi etki alanımızı Ortadoğu coğrafyası geneline yayalım” diyen daha hevesli bir ekip arasında kıyasıya rekabet yaşanmaktadır. 

Yayılmacı emeller peşinde koşan kesimlerin içinde bulunduğu en vahim hata Ortadoğu’da artık geçmişte olduğu gibi Türk tahakkümüne rıza gösterecek hiçbir zemin ve yapının olmadığını görmemesidir. 

Türk-Kürt ittifakı mecburiyeti 

Yapılan bir başka stratejik hata Türkiye’nin etki alanını genişletmeye çalışılırken, bunun Türk-Kürt ittifakına dayanmadan gerçekleştirilmek istenmesidir. 

Osmanlı İmparatorluğu Kürtlerin desteğini arkasına alarak genişlerken, Türk devleti tam tersine başta Rojava olmak üzere tüm Kürt kazanımlarını yok ederek etkinlik kurmaya çalışmaktadır. Kürt desteğinden yoksun bir stratejinin geçmişte olduğu gibi günümüz koşullarında başarıya ulaşma şansı kesinlikle yoktur. Şayet politikada değişikliğe gidilmez ve Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan haklarının tanındığı Türk-Kürt ittifakı temelinde bazı açılımlar yapılmazsa; devletin düşmanlıkla attığı her adımın, tıpkı İran İslam Cumhuriyeti gibi eninde sonunda kendisine bela olarak döneceğini yaşanan tarihsel deneyimler göstermiştir. Türkiye Osmanlı döneminde sahip olduğu pozisyonun hiçbir koşuluna sahip değildir. 

Ortadoğu dahil dünya çapında sürdürülmekte olan tüm mücadele ve savaşlar, Amerika’nın Çin’i çevreleme harekatının bir parçası olarak gerçekleşmektedir. Bu çerçevede Ortadoğu’da sürmekte olan güç mücadelesinin esas amacı, Çin’in müttefiki olan ve İsrail devletinin geleceğini tehdit eden İran rejimi ve desteklediği örgütlerin tamamen bölgeden sökülüp atılmasıdır.

Nizamettin Taş: “Esad, İran’ın etkisini kırmakiçin devrildi”

Esad rejiminin devrilmesi, Suriye devletini Türkiye’ye hediye etmek için değil, İran’ın etkisini kırmak amacıyla sürdürülen savaş senaryosunun bir parçası olarak gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin HTŞ örgütünü destekleyerek fırsattan istifade etmesi bu gerçeği hiçbir açıdan değiştirmemektedir. Şüphesiz NATO’nun önemli bir ortağı olan Türkiye’nin Suriye ve bölgedeki konumuna büyük bir değer verilmektedir. Ancak Amerika ve İsrail devletinin, asıl hedefleriyle çelişen davranışlara bir yere kadar tahammül gösteren bu hüsnü niyetin ilelebet sürmeyeceğini, gelişmelerin yönünü sabote edecek, rayından çıkaracak herhangi düşmanca tavra asla tolerans göstermeyeceğini İran örneğinde açıkça görmekteyiz. 

Türkiye, Amerika’nın Ortadoğu politikasının bir parçası olarak değil; tam tersine başta Amerika olmak üzere batının yaptığı her hamlenin kendi hizmetinde olmasını isteyen, bunu hakkı olarak gören inanılmaz bir tavır sergilemektedir. Türkiye’nin şerrinden kaçmak için şimdilik anlayış gösteren bölge ülkeleri ve batının daha ne kadar sabredeceği tartışmalı bir konudur. Fakat Türkiye’nin bu dayatmaları devam eder ve geçmişte olduğu gibi yeniden çığırından çıkmaya başlarsa, elbirliğiyle bu saldırganlığa son vermek için her cepheden tedbirlerin alınacağından en ufak bir şüphemiz yoktur. 

“Türkiye yol ayrımında”

Rojava konusunda tüm tarafların mutabık kalacağı nasıl bir formül mümkün olabilir? 

Nizamettin Taş: Türkiye yol ayrımında bulunmaktadır. Ya aklı selime dönerek bölgenin güvenliğini esas alan ve İran rejimini bu coğrafyadan söküp atmayı hedefleyen stratejinin bir parçası durumuna gelecek ya da şimdi yaptığı gibi burnunun dikine giderek bir dönem sonra Ortadoğu’nun yeni şeytan devleti olarak teşhir edilmeye başlanacaktır. Türkiye’nin hangi senaryoyu benimseyeceği, kaçınılmaz olarak Rojava zemini üzerinden belirlenecektir. Rojava’nın konumu Türkiye tarafından daha çok güvenlik boyutuyla dile getirilmektedir. Oysa Rojava’nın güvenlik sorununun çok ötesinde, sadece Türk-Kürt değil, aynı zamanda Türkiye’nin Amerika, İsrail ve bölge devletleriyle ilişki ve çelişkisini doğrudan belirleyen stratejik bir konumu bulunmaktadır. 

Amerika’nın Ortadoğu politikasının özü, İsrail devletinin güvenliği esas alınarak şekillenmektedir. HAMAS ve Hizbullah saldırılarında bir kez daha görüldüğü üzere düşman devlet ve örgütler tarafından kıskaca alınan İsrail gibi küçük bir ülkenin sadece üstün teknik, dahiyane operasyon yeteneği ve batının dış desteği ile ilanihaye kendisini koruması mümkün değildir. Bu konuda mutlak anlamda bariyer oluşturacak, tampon görevi görecek bazı güçlere ihtiyaç duyulmaktadır. Rojava’nın konumu ve sahip olduğu potansiyel, bu düğümün çözümünde stratejik önem arz etmektedir. 

İsrail Türkiye, Türkiye İsrail sınırlarına dayandı 

Türkiye; İsrail devletinin Rojava üzerinden kendi sınırlarına dayanma ihtimaline karşı daha düne kadar kıyametler koparmaktaydı. Şimdi aynı tehlikeyi İsrail devleti yanı başında görmektedir. Türk devletinin HTŞ üzerinden İsrail sınırına dayanması, Yahudi devleti açısından, kabul edilmesi mümkün olmayan gerçek bir tehlike oluşturmaktadır. İsrail’in Türkiye sınırlarına dayanması Türk devletinin temel endişesi, Türkiye’nin İsrail sınırlarına sarkması, İsrail devletinin büyük korkusudur. İsrail devletinin bu korkuyla yaşaması ve Türk ordusunun Demokles’in kılıcı gibi yanı başında sürekli sallanmasına tahammül göstermesi mümkün değildir. 

Amerika ve batılı ülkelerin İsrail devletinin güvenliğini sağlamak amacıyla Golan ve Süveyda mıntıkalarında Dürzi toplumuna, Ürdün sınırında Amerikan yanlısı muhalefet güçlerine ve daha önemlisi İran yanlısı milis örgütleri ve IŞİD hareketine karşı Irak sınırında Kürt güçlerine şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin desteklediği HTŞ örgütüne karşı bu güçlere dayanmadan Amerika’nın Suriye’de denge sağlaması ve İsrail devletinin güvenliğini garantiye alması mümkün değildir. Kürtlerin Rojava’daki varlığı sadece İsrail devleti açısından değil, aynı zamanda Amerika ve koalisyon güçlerinin Ortadoğu’daki hakimiyeti açısından da hayati önem taşımaktadır. Amerika’nın Ortadoğu coğrafyasında İsrail ve Kürtler dışında askeri anlamda birlikte hareket ettiği başka bir güç yoktur. Türkiye Rojava’ya saldırarak asıl bu desteği koparmaya çalışmaktadır. 

Rojava’ya silahlı müdahale ihtimali 

Türkiye’nin BAAS rejiminin yıkılmasından aldığı cesaretle, Rojava’yı sürekli tehdit ettiği görülmektedir. Bu tehdit ve saldırılar karşısında Rojava’nın geleceği, gösterilecek direniş ve Amerika’nın tutumu tarafından belirlenecektir. Amerika’nın kararlı duruşu, Türkiye’nin manevra kabiliyetini sınırlayacak kapasitededir. Türkiye bu kararlı duruş karşısında ya taviz vermek zorunda kalacak ya da her ihtimali göze alarak Amerika’ya rağmen bazı adımlar atacaktır. Tüm Ortadoğu’yu yeniden belirsiz bir kaosa sürükleyecek bu girişimden Türk devletinin nihai zafer kazanması imkansız değilse bile oldukça zordur. Rojava’ya silahlı müdahalesi kesinlikle Batı’nın mşeklerini üzerine çekecektir. Ardından Türkiye’nin ambargo ve birtakım yaptırımlara tabi tutularak teşhir ve tecrit edilmesi kaçınılmaz olarak gündeme girecektir. Böyle bir girişim sonucunda Rojava’nın,Güney Kürdistan’da olduğu gibi korunmaya alınarak özel bir statü kazanması olasılığı daha yüksek görünmektedir. 

HTŞ DSG’yi yenebilir mi? 

Türkiye’nin şimdilik yüksek perdeden dile getirdiği askeri müdahale tehditleri dışında, Rojava sorununu gerektiğinde HTŞ örgütüne havale etmeyi amaçlayan yedek bir plandan söz edilmektedir. Fakat bu planın pratik anlamda hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Çünkü ne HTŞ ve ne de SMO’nun Türk devletinin desteğini almadan DSG ile baş etmesi mümkün değildir. Bu açıdan Türkiye eninde sonunda ya kendi ordusunu devreye sokmak ya da Güney Kürdistan örneğinde görüldüğü gibi diyalog yolunu seçerek uzlaşmak zorundadır. 

Türkiye’de işleyen devlet aklının tüm bu olasılıkları görerek adım attığına dair güçlü emareler bulunmaktadır. Devlet Bahçeli öncülüğünde başlatılan bu sürecin olası her duruma karşı tedbir amacıyla geliştirildiği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin uzlaşmaz gibi görünen sert üslubuna karşılık günün sonunda Rojava’ya silahlı müdahale planından vazgeçerek daha uzlaşıcı, diyalog yoluyla Türk-Kürt ittifakını esas alan bir yaklaşımı benimseme olasılığı şimdilik zor görünmesine rağmen imkansız değildir. Şayet Trump yönetimi kararlı bir duruş sergilerse, Türkiye’nin bu plana yatmaktan başka bir seçeneği kalmayacaktır. Amerika’nın önümüzdeki dönemde bölgenin de güvenliğini de düşünerek Suriye’yi Türkiye ve İsrail devletinin etki alanı biçiminde taksim etmesi daha yüksek bir olasılık olarak görülmektedir. Suriye’nin güneyini İsrail devletinin etkinlik sahası ve kuzeyini Türkiye’nin denetimine bırakması daha gerçekçi bir plan gibi durmaktadır. Fakat bu planın hayata geçirilmesi için Türkiye’nin diyalog yolunu seçmesi ve çözüm sürecini başarıyla  tamamlamasına ihtiyaç vardır. Şayet PKK silah bırakır ve Türkiye Rojava’nın statüsünü tanırsa sadece çözüm süreci başarıya ulaşmaz, aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’nin yeniden yapılmasında aslan payını kaparak ekonomik bunalımdan kurtulmasının kapıları ardına dek açılacaktır. Erdoğan’ın geleceği bu planın başarıyla hayata geçirilmesine bağlıdır. Doğrusunu isterseniz Erdoğan ve partisinin bu temelde hareket etmesinin dışında başka hiçbir seçeneği yoktur. 

Saddam ya da Esad Kürtlerle ittifak yapmış olsaydı… 

Fakat bu yalın gerçeğe rağmen, akıl sırrın ermekte zorlandığı pek çok dramatik gelişmenin yaşandığı ve yaşanmakta olduğunu ibretle izlemekteyiz. Şimdi herkes Beşar Esad’ın başına gelen felaketin Kürtlerle ittifak yapmadığı için geldiğini söylemektedir. Zamanın birinde, Musul’da, Dicle nehrinin kenarında aynı ittifak önerisini Saddam rejiminin kuzey cephesi komutanına yapmıştık. Bize verdiği cevap, Amerikan ordusundan korkmadıkları, esir alacakları beş askerin şiş kebap gibi ateşte kızartarak televizyonlarda teşhir edilmesi halinde gerisin geri kaçıp gitmek zorunda kalacakları biçiminde olmuştu. Gerçi o komutan sonuna kadar direndi, lakin Irak ordusu kısa sürede darmadağın olarak sadece ülkenin yerle bir olmasına değil, aynı zamanda Saddam Hüseyin ve tüm BAAS rejiminin üst düzey yetkililerinin aileleriyle birlikte tarihin çöp sepetine atılmasına neden olmuştu. Türk hükümetinin şimdilik benimsediği yol, yol değildir.

Lakin bu dönülmesi mümkün olmayan bir tercihin yapıldığı anlamına gelmemektedir. Saddam gibi intihar yolunun benimsenmesi şüphesiz teorik olarak mümkündür. Kritik esnalarda bu hatayı işleyen sayısız örnek vardır. En son Beşar Esad’ın Kürtlerle ittifak yapmaması, bir nevi intihar girişimi olarak değerlendirilmektedir. İktidar hırsı ve Kürt düşmanlığının gözünü bürümesinden dolayı AKP hükümetinin bu yolu tercih etmesi pekala mümkündür, fakat diğer liderlerin tersine pragmatik ve manevra kabiliyeti olan Erdoğan’ın her türlü yolu denedikten sonra Tür – Kürt ittifakına dayanan bir çözüm planına yatması daha olası görülmektedir. 

Türkiye’de, gerçek anlamda tarihin hiçbir döneminde Kürt sorununu çözmek isteyen herhangi bir irade devreye girmiş değildir. Devlet Bahçeli öncülüğünde başlatılan sürecin geçmişten farklı, hiçbir ayırt edici tarafı yoktur. Türk devleti sadece Kürt sorunu konusunda değil, en basit demokratik bir talebin karşılanması konusunda bile zorunlu olmadıkça kesinlikle herhangi bir değişikliğe gitmemektedir. Dağılmasına neden olmasına rağmen reform taleplerine sonuna kadar direnen Osmanlı imparatorluğunun sahip olduğu zihniyetin cumhuriyet döneminde radikal bir tarzda değiştiğini kanıtlayacak somut hiçbir örnek yoktur. Türkiye zorunlu şartlarda kendisini yontarak ilerlemektedir. Bu açıdan Türk devletinin icraatlarına bakarak sürecin akıbetini sorgulamak, bizi sadece subjektif ön yargılara götürme tehlikesi taşımaktadır. 

Neden iyimserim? 

Sürecin gidişatında iyimser olmamızın esas nedeni hükümetin yaklaşımı değil, tam tersine Kürt sorunu çözülmeden artık Türkiye’nin hiçbir alanda bir arpa boyu yol alma kabiliyetine sahip olmadığının bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Kürtlerin temel taleplerinin karşılanması temelinde Türk-Kürt ittifakı sağlanmadan Türkiye’de hiçbir sorunun çözüme kavuşması mümkün değildir. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kriz, bölgesel ve uluslararası ilişkilerde karşılaştığı ağır sorunlar ile Erdoğan ve partisinin önümüzdeki seçimleri kaybetme tehlikesinin çok bariz bir şekilde açığa çıkmasının esas nedeni Kürt sorununun çözümsüz kalmasıdır. Kürt sorunu çözülmeden “Türk devletinin Ortadoğu’da çıktığını söylediği tarihsel fırsattan istifade etmesi” kesinlikle mümkün değildir. 

Sadece Erdoğan ve partisinin değil, devletin geleceği Kürtler tarafından belirlenecek kadar özel bir dönemden geçilmektedir. Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi Kürtlerin vereceği desteğe bağlıdır. Türkiye, Ortadoğu denkleminde yer almak istiyorsa Kürt sorununu çözmek ve Rojava ile dostane ilişkiler geliştirmekten başka bir seçeneği yoktur. Tüm bu ve buna benzer nedenlerden dolayı Türkiye’nin başlatılan süreci anlamlı bir sonuca götürme olasılığı giderek artmaktadır. 

Öcalan’ın Önder ve Buldan üzerinden yaptığı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? En çok hangi hususlar dikkatinizi çekti? 

Taş: Öcalan İmralı heyeti vasıtasıyla yaptığı açıklamada, özü itibariyle süreç hakkındaki düşüncelerini Türkiye’nin olağanüstü hassasiyetlerini dikkate alarak yedi madde biçiminde kamuoyuna deklere etmiş bulunmaktadır. Yapılan açıklama daha önce devlet yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde varılan sonuçlara cevap mahiyeti taşımaktadır. Başlangıç kabilinde usulüne uygun bir tarzda yapılan bu açıklamanın, daha sonra yapılacak görüşmelere temel teşkil edecek bir içerikte yazıldığı görülmektedir. Kamuoyunu bilgilendirme anlamında usul gereği olarak yapılan bu açıklamanın, şimdiden değerlendirme adı altında sorgulanması ve eleştiriye tabi tutulması henüz erkendir. Önemli olan açıklamanın yapılması ve bunun temel alınarak sürecin ivme kazanmasına katkı sunulmasıdır. 

“Ev hapsini şimdiden konuşmamak lazım”

Öcalan’ın çok da uzun olmayan bir vadede en azından ev hapsine çıkabileceğini düşünüyor musunuz? 

Nizamettin Taş: Öcalan’ın daha şimdiden ev hapsine alınıp alınmamasının gündemin ana tartışma konularından bir haline getirilmesi doğru değildir. Önemli olan nerede olduğu değil, tutukluluk koşullarından çıkarılıp özgür olarak bu süreçte rol oynayacak imkan ve kabiliyete kavuşturulmasıdır. Mekan sorunu güvenlik koşullarının sağlanması açısından önem arz etmektedir. Güvenlik koşulları sağlandıktan sonra, serbest bırakılma ve çalışma imkanlarının tanınması şartıyla nerde konumlandığı teknik bir detay olarak gündeme girebilir.

İmralı heyetinin siyasi partiler ziyaretleri hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Taş: İmralı heyetinin PKK’nin silah bıraktırılması sürecindeki rolü sınırlıdır. Bu süreçte esas görevi kamuoyunu hazırlamak ve başta partiler olmak üzere bu konuda sorumluluk taşıyan tüm kesimleri olumlu yönde etkileyerek katkı sunmalarını sağlamaktır. Çözüm merkezi Meclis olduğuna göre partilerle yapılan görüşmelerin sistematik bir düzene kavuşturularak devam ettirilmesi büyük önem taşımaktadır. Fakat daha sonra sadece partilerle değil, başta sivil toplum örgütleri, basın yayın kuruluşları ve Kürt toplumunu temsil eden değişik kurumlarla ilişki ve diyalog ortamının yaratılması gerekmektedir. Mevcut İmralı heyetinin buna yetecek yetkinlik ve bileşime sahip olmadığı açıktır. Şayet süreç kamuoyuna mal edilmek isteniyorsa daha sonra bu kapasiteye sahip yeni bir oluşumun devreye sokulmasında fayda vardır. Fakat buna karar verecek devlettir ve iktidarın halen sürece nasıl bir anlam atfettiği belirsizliğini korumaktadır. Bu açıdan şimdilik İmralı heyetinin bir süre daha gidip geleceği anlaşılmaktadır. 

“Hakaret içeren bu üslupla sürecin ivme kazanma şansı yoktur”

Bu süreçte hedeflenen barış (silahların susması) mı, demokrasi (Kürt sorununun çözümü) mü, yoksa ikisi birden mi? 

Nizamettin Taş: Devlet adına yapılan tüm açıklamalarda, PKK’nin silah bırakarak kendisini lağvetmesi dışında bu sürece rol biçilmediği görülmektedir. Hakaret içeren bu üslupla sürecin ivme kazanma şansı yoktur. Bu açıdan öncelikle bu üslubun terk edilmesine ihtiyaç vardır. Anlaşıldığı kadarıyla devlet önce silahların bırakılmasını, daha sonra hangi adımları atmak istiyorsa gündeme getirmeyi planlamaktadır. Güvensizlik temelinde başlatılan tek yanlı dayatmaların problem teşkil edeceği açıktır. Bu açıdan şayet süreç devam ettirilmek isteniyorsa silah bırakmaya karşılık daha şimdiden Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan temel taleplerinin karşılanmasına dönük en azından niyet beyanı bağlamında bazı açıklamaların yapılması gerekmektedir. 

PKK’nin silah bırakması sorun teşkil etmiyor 

Türk devletinin süreci PKK’nin silah bırakarak kendisini lağvetmesine indirgemesi, sanıldığı kadar önem arz eden bir konu değildir. PKK’nin silah bırakması sorun teşkil etmemektedir. Asıl problem Rojava konusunda çıkmaktadır. Türkiye Rojava gerçeğini tanımadan bu sürecin başarıya ulaşma şansı yoktur. Rojava’nın tanınması aynı zamanda Kürtlerin temel taleplerinin en azından bir kısmını karşılamayı zorunlu kılmaktadır. Sorun bütünlüklü bir plan dahilinde somut bir projeye kavuşturulmadan sürecin devam etmesi mümkün değildir. Bu açıdan devletin bundan sonra PKK’nin lağvedilmesi dışında daha temel sorunları gündemine alarak görüş belirtmesi, sürecin selameti açısından olmazsa olmaz kabilinde önem arz etmektedir. 

Muhalefet içinde bir kesim Kürtlerin demokrasi konusuna yeterince vurgu yapmadığını, iktidarın oyununa geldiğini, sonuç olarak kendilerini “sattığını” söylüyor. Ne diyorsunuz?

Taş: Kürt sorunu, devlet tarafından çözülecek bir sorundur. Muhalefet muhatap alınmak istiyorsa iktidar olmak zorundadır. Türkiye’de iktidar partisi koltuğunu korumak ve muhalefet iktidar olmak istiyorsa Kürt sorununu çözmekten başka bir seçeneğe sahip değildir. Türkiye partiler mezarlığı bir ülkedir. Aralarında Adalet Partisi, Anavatan gibi onlarca yıl devleti yöneten partilerin de bulunduğu sayısız siyasi yapılanmanın şimdi esamesi dahi okunmamaktadır. Tüm bu partilerin tarihin çöp sepetine atılmasının esas nedeni Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır. 

CHP gibi devletin kurucu partisinin bir türlü iktidar olamaması ve adeta donarak yüzde yirmi, otuz bandında gelip gitmesi, tarihin hiçbir döneminde kendi yarattığı bu soruna cesaretle ve güven verici bir tarzda, niyet beyanı bağlamında bile en basit bir çözüm önerisinde bulunmamasıdır. En son seçimde Zafer Partisi dahil neredeyse ittifak yapmadığı çevre bırakmayan CHP’nin HDP kapısını tıklatmaktan bile korkan tavrı orta yerde dururken, bu cenahın ne yakınmaya ve ne de söz söylemeye hakkı vardır. İğdiş edilerek iktidardan düşürülmüş bir partinin Kürt sorunu gibi kelle koltukta dolaşmayı zorunlu kılan bir konu hakkında ciddiye alınması mümkün değildir. 

CHP Kürt sorunu konusunda özeleştiri vermeli 

CHP Kürt sorununu yaratan partidir. Bu konuda köklü özeleştiri vermeden Kürtler nezdinde muhatap alınması ve güven duyularak ittifak yapılması deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Halen AKP’nin kırıntı kabilinde attığı bazı adımları bile “Türkiye’yi bölüyor” diye en çok eleştiren kesimlerin başında CHP ve ulusalcı sol kesimler gelmektedir. CHP gerçekten iktidar olmak istiyorsa öncelikle niyet beyanı anlamında güven verici bazı projeler üretmek zorundadır. CHP ile Kürtler arasında güven sorunu vardır. En son belediye seçimlerinde Kürtlerin verdiği destekten dolayı, kandırılmaktan başa hiçbir karşılık bulamadıkları için pişman olmayan tek bir Kürt yoktur. Özetle Kürt sorunu konusunda bırakalım AKP, mevcut durumda Devlet Bahçeli’den bile daha geri pozisyonda olan CHP ve diğer sol, sosyalist kesimlerin demokrasi, özgürlük kavramlarının Kürtler nezdinde hiçbir karşılığı yoktur ve söylenen her söz lafı güzaftır. 

Hâlâ Kandil’in İmralı’nın söylediklerini hayata geçirmede aceleci olmayacağını mı düşünüyorsunuz? 

Nizamettin Taş: Erdoğan’ın, “Türkiye’yi terör belasından kurtardık, PKK’nin belini kırdık” argümanını kullanarak kamuoyuna hitap etmesi ve desteğini sağlayarak bir kez daha seçilmeyi garantiye almak bakımından PKK’nin silah bırakmasını abartılı bir şekilde sürekli gündemde tutmasının anlaşılır nedenleri vardır. Oysa Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermek ve kamuoyuna hitap etmek dışında, gerçekte, PKK’nin silah bırakması eskisi kadar önem arz edecek bir konu değildir. PKK’nin hâlâ dışarda kayda değer bir gücü bulunmasına karşın Türkiye’de sabotaj dışında eylem yapacak kapasitesi bulunmamaktadır. Dağlarda sınırlı bir güç konumlandıran PKK mevcut durumda zaten Türkiye’de fiili bir ateşkes durumu yaşanmaktadır. Sorun PKK’nin silah bırakıp bırakmayacağı değil, Rojava konusunda düğümlenmektedir. Savaş yorgunu

Kürtlerin PKK’nin silah bırakmasına herhangi bir itirazı bulunmamaktadır. Kürtler açısından önemli olan Rojava’daki kazanımların korunmasıdır. 

Erdoğan’ın DEM Partisi’nin kendisini destekleyecek bir pozisyona çekmek istiyor 

Erdoğan açısından olmazsa olmaz kabilinde önem arz eden iki konu bulunmaktadır. Türk devleti Suriye’deki etkisini perçinleyerek Ortadoğu denkleminde kalıcı, sağlam bir şekilde konumlanmak için mutlak anlamda Rojava sorununu çözmek zorundadır. Bunun için psikolojik bariyer oluşturan PKK’nin silah bırakarak kendisini lağvetmesini istemektedir. Devlet açısından Rojava önem arz ederken, Erdoğan’ın önem verdiği diğer konu DEM Partisi’nin kendisini destekleyecek bir pozisyona çekilmesidir. Öcalan eliyle sonuç almak istediği temel stratejik iki konu budur. Erdoğan’ın her iki konuda garanti almadan çözüm sürecine onay vermesi mümkün değildir. Süreci yaymak isteyen sadece PKK değil, aynı zamanda Erdoğan’ın da Kürtlerin desteğini güvenceye almadan ve Trump’ın Ortadoğu politikasının nasıl şekilleneceğini görmeden nihai karar vermek için acele etmeyeceğini kestirmek zor değildir. 

PKK’nin silah bırakma konusunda, elindeki kozların giderek anlamsız hale geldiği görülmektedir. Şayet İmralı ile Türk devleti arasında bir anlaşmaya varılırsa Kandil’in fazla diretmeden silah bırakacağını, daha doğrusu silah bırakmak zorunda kalacağını tahmin ediyorum. 

Şu ana kadar yaşananlardan hareketle bu sürecin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Nizamettin Taş: Süreç konusunda belirsizlik perdesi henüz tamamen aralanmış değil, lakin Rojava’da Gazze’yi aratmayan saldırılarda bulunulmasına ve tutuklama ve kayyum atamaları gibi her türlü sabote edici uygulamaya rağmen İmralı heyetinin görüşmeler yapmasına herhangi bir engel çıkartılmadan devam etmesi, en azından ileriye dönük adımların hâlâ atılmak istendiğini göstermektedir. 

Riskli bir dönemden geçilmesine karşın her geçen gün çözüm sürecinin zorunlu nedenlerden dolayı yoğunlaşarak ve hız kazanarak belli bir seviyeye getirileceği kanaatini taşımaktayım. İç, dış tüm koşullar bunu zorunlu kılmaktadır. Şayet bir biçimiyle sabote edilmezse gösterilen çabaların çözüm süreci gibi somut bir projeye kavuşturulması zor da olsa hala ihtimal dahilinde görülmektedir.

Bu haber toplam: 7889 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:22:30:49
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x