Washington'un Suriye'den sorumlu diplomatları değiştirmesi, Rojava Kürdistanı siyasetinde değişimin de habercisi mi?
ABD’nin Suriye politikasında son dönemde yaşanan kadro değişiklikleri, Washington’un bölgede tutarlı ve sürdürülebilir bir strateji geliştirmekte zorlandığını bir kez daha ortaya koymaktadır.

ABD’nin Suriye politikası, uzun süredir Washington içindeki kurumlar arasındaki çatışmalar, Trump faktörü ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle zikzaklı bir seyir izlemeye devam ediyor. Son olarak ABD’nin İstanbul Konsolosluğu bünyesinde faaliyet gösteren Suriye Bölgesel Platformu’nda (SRP) üç üst düzey yetkilinin görevden alınarak yerlerine yeni diplomatların atanması, Washington’un Suriye politikasındaki istikrarsızlık ve belirsizliklere ilişkin kuşkuları daha da artırıyor.
Söz konusu değişikliğin, Donald Trump tarafından Ankara’ya atanan ABD Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Tom Barrack ile SRP yöneticileri arasında özellikle Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) yaklaşım ve Şam hükümetiyle entegrasyon konularında yaşanan anlaşmazlıklardan kaynaklandığı öne sürülmektedir.
Öte yandan Birleşmiş Milletler’in Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen’in altı yılı aşkın görev süresinin ardından istifa etmesi, Suriye’de süregelen çatışmalar, derinleşen insani krizlerin hız kazandığı bir dönemde gerçekleşti. Suriye sahasında deneyimli kadroların yeni dönemde görevlerini bırakması, yerel bileşenlerin adem-i merkeziyetçi taleplerini karşılamaya yönelik çabalarını sekteye uğratabilir ve sürmekte olan müzakere süreçlerinin geleceğine dair mevcut belirsizlikleri daha da artırabilir.
Suriye Bölgesel Platformu (SRP), 2022 yılında Joe Biden yönetimi döneminde, dönemin Orta Doğu Ulusal Güvenlik Koordinatörü Brett McGurk tarafından seçilen kadrolar üzerinden şekillendi. Ancak bugün bu isimlerin görevden alınması, Washington’un Suriye politikasındaki yön değişimini, içsel tutarsızlıklarını ve Rojava Kürdistanı’na yönelik dalgalı yaklaşımını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Söz konusu değişikliğin Washington’un doğrudan müdahalesiyle gerçekleşmesi, dikkatleri ABD’nin Türkiye, Suriye ve genel Ortadoğu politikalarının başındaki isim olan Tom Barrack’a çevirmiştir. Barrack ile görevden alınan üst düzey yetkililer arasındaki Suriye siyasetine özellikle de DSG’ye yönelik politikalara ilişkin görüş ayrılıklarının, Barrack’ın kişisel tercihlerinden mi yoksa kurumlar arası gerilimlerin bir sonucu mu olduğuna dair tartışmaları gündeme getiriyor.
Trump’ın birinci başkanlık döneminde olduğu gibi, ikinci döneminde de Washington’un Suriye’de izleyeceği strateji belirsizliğini koruyor. Nitekim Trump, birinci başkanlık döneminde Ankara'ya “yeşil ışık” yakmasıyla 2019’da Rojava Kürdistanı’na yönelik askeri harekât gerçekleşmiş ve Girê Spî ile Serêkaniyê Türk ordusu tarafından işgal edilmişti. Ayrıca Trump yönetimi, 2017’de Güney Kürdistan bağımsızlık referandumuna karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda İran destekli Haşdi Şabi güçlerinin Kürtlere saldırmasına ve Amerikan Abrams tanklarını kullanmasına izin vermişti. Bu süreçte ABD’nin müttefiki olan Kürtler, hem Güney hem de Rojava Kürdistanı’nda toprak kayıp ettiler.
Amerika Birleşik Devletleri Özel Temsilcisi Tom Barrack, Kürtlerin öncülüğünde şekillenen Demokratik Suriye Güçleri’ni (DSG), Ankara ve Şam’ın beklentileri doğrultusunda Suriye ordusuna entegre etmeye yönelik diplomatik girişimlerde bulunuyor. Bu yaklaşım, daha önce Rojava Kürdistanı’ndaki özerk yönetime verilen uluslararası desteğin yön değiştirebileceğine işaret etmekte; aynı zamanda Şam’ın, Rojava Kürdistanı’ndaki özerk bölgeler ile Dürzilerin kontrolünde bulunan vilayetlerde idari, siyasi, ekonomik ve askeri denetimini yeniden tesis etme arzusunu açık biçimde ortaya koymaktadır.
Bu stratejik yönelim, yalnızca DSG’nin askeri yapısının dönüştürülmesini değil, aynı zamanda bölgedeki yerel yönetim mekanizmaları, enerji ve tarım alanlarının Şam’ın denetimine alınmasını hedeflemektedir. Özetle Şam yönetimi, yetki ve güç paylaşımını reddederek entegrasyonu, Baas yönetiminde olduğu gibi katı merkeziyetçi bir kontrol mekanizması çerçevesinde inşa etmeye çalışmaktadır.
Bu çerçevede, Ankara’nın Ahmed el-Şara’ya verdiği desteğin temel koşulu, Suriye’deki Kürt siyasal hareketlerinin uluslararası ilişkilerinin kesilmesi ve Kürt ulusunun siyasi bir statü elde etmesinin engellenmesidir. Nitekim Türkiye’nin, Suriye’de Kürtlerin kazanabileceği olası bir statüyü engelleme yönündeki yaklaşımı, PKK lideri Abdullah Öcalan ile başlatılan diyalog sürecinin arka planında da açık biçimde kendini göstermiştir. Bu bağlamda söz konusu diyalog, Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmeye yönelik bir girişimden ziyade, Kürtlerin Suriye’de siyasi bir statü kazanmasını önlemeye yönelik stratejik bir hamledir.
Bu açıdan ABD’nin bölgedeki müttefik seçimi sorunludur. 2005’te ABD tarafından tutuklanmış, daha sonra El Kaide bağlantıları nedeniyle “Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist” ilan edilmiş olan Ahmed el-Şaraa’nın bugün Suriye’nin yeni cumhurbaşkanı sıfatıyla Trump ve Barrack tarafından bir “ortak” olarak tanımlanması, ABD’nin Ortadoğu siyasetinde politik tutarsızlıklarını daha görünür kılmaktadır. ABD ve Batı’nın böylesi bir figürle ne kadar sürdürülebilir bir iş birliği geliştirebileceği ise belirsizdir.
Bu gelişmeler, ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımında yapısal sorunların sürekliliğine işaret etmektedir. Irak işgali sırasında Bush yönetiminin ülkenin fiili iç savaş gerçekliğini reddetmesi ve Kürtlerin bağımsızlık taleplerini görmezden gelmesi bunun geçmişteki örneklerinden biridir. Amerikalı diplomat Peter Galbraith’in de ifade ettiği gibi, “Irak'la 40 yılı aşkın ilişkim boyunca bana bağımsız bir Kürdistan vatandaşı olmaktansa Irak vatandaşı olmayı tercih edeceğini söyleyen bir Kürt İle hiç tanışmadım. Buna Irak cumhurbaşkanı olan dört Kürt de dahildir. Ancak Bush yönetimi bunu anlamadı.”
Galbraith’in belirttiği gibi dönemin Bush yönetimi, Irak’taki bu sosyopolitik hakikati dikkate almamıştır. Bugün benzer bir yaklaşımın Trump yönetimince Suriye’de de sürdürüldüğü görülmektedir.
Suriye’nin çok uluslu, çok dinli ve mezhepli toplumsal yapısı göz ardı edilerek; Kürtler, seküler Araplar, Aleviler, Dürziler ve Hristiyanlar gibi farklı kimlik gruplarına merkeziyetçi bir devlet modeli dayatılmaktadır. Ancak bu yaklaşımın, günümüz Suriye’sinde sosyolojik ve politik bir karşılığı bulunmamaktadır. Ahmed el-Şara rejiminin özellikle Alevi ve Dürzi topluluklara yönelik gerçekleştirdiği katliamlar, ABD ve Batı’nın merkeziyetçi idari yapıdan kısmen geri adım atmasına neden olmuş olsa da, son dönemde ABD’nin Suriye politikasında yaşanan kadro değişiklikleri, Washington’un bölgede tutarlı ve sürdürülebilir bir strateji geliştirme konusundaki yetersizliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
@cetin_ceko
Son güncellenme: 12:33:09