Suriye devlet medyasında Kürtçe açılım: Taktiksel bir hamle mi, gerçek bir değişim mi?
Suriye devlet ajansı SANA’nın bu hafta Kürtçe yayın başlatmaya hazırlanması, Şam yönetiminin Kürtlerle yürüttüğü zorlu müzakereler sırasında “taktiksel bir hamle mi yoksa gerçek bir değişim mi?” sorusunu gündeme getirdi.

Suriye devlet ajansı SANA’nın bu hafta Kürtçe yayın başlatmaya hazırlanması, Şam yönetiminin Kürtlerle yürüttüğü zorlu müzakereler sırasında “taktiksel bir hamle mi yoksa gerçek bir değişim mi?” sorusunu gündeme getirdi.Uzmanlar bu adımı tarihi bir ilk olarak nitelese de, çoğu gözlemciye göre SANA’nın Kürtçe açılımı esasen sembolik ve rejimin pazarlık gücünü artırmaya dönük bir girişim.
Al-Monitor’dan Amberin Zaman’ın aktardığına göre, SANA’nın Kürtçe hamlesi, hem Şam’ın Kürtlerle müzakerelerde elini güçlendirme girişimi hem de uluslararası kamuoyuna yönelik bir jest olarak okunuyor. Ancak sahadaki dengeler, bu adımın kalıcı bir değişim yaratıp yaratmayacağını belirleyecek.
Amberin Zaman’ın Al-Monitor’da yayımlanan yazısı şöyle:
‘’Suriye Arap Haber Ajansı (SANA), bu hafta Kürtçe yayın yapmaya hazırlanıyor. Bu adım, merkezi hükümet ile kuzeydoğudaki Kürtlerin öncülüğündeki yönetim arasında devam eden zorlu müzakereler sırasında ortamı yumuşatabilecek tarihi bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
On yıllardır ardışık Suriye yönetimleri Kürt haklarını bastırdı; Kürtçe’nin kullanımını yasakladı, mülk edinmeyi engelledi ve birçok Kürde kimlik belgesi dahi vermedi. Bu nedenle atılan adım, bir ilk olma özelliği taşıyor.
SANA’nın bu dönüşümü, Aralık ayında düzenlenen sürpriz bir operasyonla iktidarı ele geçiren geçici Devlet Başkanı Ahmed el-Şara’nın başlattığı kapsamlı yeniden yapılanma sürecinin parçası. Ajansın yeni direktörü Tümgeneral Ziyad Mahamid, Türkiye’nin devlet ajansı Anadolu’ya yaptığı açıklamada, SANA’nın Kürtçe, Türkçe ve İspanyolca gibi yeni dillerde yayın yapacağını, altyapısını yenileyeceğini ve yurtdışında yeni bürolar açacağını duyurdu.
Bu gelişme, Şam ile Kürtler arasında ABD ve Fransa arabuluculuğunda yürütülen ve başarısızlıkla sonuçlanan görüşmelerin ardından geldi. Bu süreçte Halep ve Deyrezzor çevresinde hükümet güçleri ile Kürtlerin öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri (DSG) arasında çatışmalar yaşandı.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Şara, İdlib’de yaptığı konuşmada, DSG ile askeri çatışmadan kaçınmak istediğini belirtti. DSG’nin, Mart ayında Kürtlerin kontrolündeki bölgeleri devletin yönetimine devretmeyi öngören bir anlaşmaya bağlı kalmak istediğini, ancak sahadaki bazı eylemlerinin bununla çeliştiğini söyledi.
Şara ayrıca, sürece destek veren ABD ve Türkiye’nin meselelerin barışçıl yollarla çözülmesini istediğini ifade etti. “Umarım ihtilafa düşmeyiz. Birkaç ay içinde meseleyi çözeceğimize inanıyorum,” dedi.
Buna karşın Türkiye’den gelen açıklamalar oldukça sert. Son haftalarda hem dışişleri hem de savunma bakanları, DSG’nin silah bırakıp Suriye ordusuna katılmaması halinde askeri operasyon yapılabileceğini söyledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 13 Ağustos’ta Ankara’da Suriyeli mevkidaşı Esad el-Şeybani ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Sabır tükeniyor,” dedi.
Şeybani, bundan bir gün önce Şam’da Kürtlerin dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmed ile görüşmüştü. Kaynaklara göre görüşme olumlu geçti ve taraflar yeniden Şam’da buluşma kararı aldı. Ancak Kürtler görüşmelerin ülke dışında yapılmasını tercih ediyor. DSG Genel Komutanı Mazlum Kobani(Abdi) ise geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, Suudi Arabistan’ın arabulucu rol üstlenmesi gerektiğini söyledi. Türkiye ise, kendi dahil olmadığı herhangi bir dış arabuluculuğa kesinlikle karşı çıkıyor.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde 10 binden fazla askeri bulunuyor ve bu da Şara üzerinde büyük bir etki yaratıyor. Şara, Suudi Arabistan ile daha yakın ilişkiler kurarak bu dengeyi değiştirmek istese de Ankara’nın taleplerini görmezden gelemiyor. Ancak İdlib’deki ılımlı açıklamaları, Ankara’nın sert söylemleriyle taban tabana zıt görünüyor.
Bir zamanların İslamcı militanı olan ve “usta bir stratejist” olarak tanımlanan Şara, şu anda Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Süveyda’daki başarısız müdahalesinin ardından yeni bir cephe açmak istemiyor. İsrail’in müdahalesi, orduyu geri çekilmeye zorlamış, Arap Bedevi aşiretleri ile hükümet güçlerinin ortaklaşa gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri iddiaları krizi derinleştirmişti. Bunun üzerine Dürziler kendi kaderlerini tayin hakkı talep etmeye başladı.
Kürtler ise ülkenin yaklaşık üçte birini ve en büyük petrol sahalarını kontrol ediyor. Süveyda’daki krizin ardından merkeziyetçi yönetim vizyonunu reddediyor ve ellerinin güçlendiğini düşünüyorlar.
Atlantic Council’den İbrahim el-Assil, Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede, “Şara şu aşamada DSG ile çatışmaya girmekten özellikle kaçınıyor. Onun yıllardır uyguladığı stratejide aynı anda birden fazla cephe açmamak var. Bugün de bu yaklaşımı sürdürüyor,” dedi.
Assil’e göre Şara, Süveyda’da kontrolü kaybettiği için kendisini DSG karşısında daha uzlaşmacı göstermeye çalışıyor. Türkiye’nin sert söylemleri de ona “iyi polis” rolünü üstlenme imkânı veriyor.
Bununla birlikte, Avrupalı bir diplomatın sözleriyle “balayı dönemi bitti.” Süveyda’daki şiddet olayları nedeniyle Şara giderek daha fazla uluslararası gözlem altında.
Orta Doğu Enstitüsü’nden Charles Lister ise Şara’nın aslında düşünüldüğünden daha avantajlı bir konumda olduğunu belirtiyor. Ona göre, uluslararası toplum artık DSG’nin devlet yapısına entegre olması gerektiği konusunda hemfikir. Bu da, başarısız görüşmelerin veya DSG’nin yeni şartlar öne sürmesinin Şam’ın lehine sonuçlanacağı anlamına geliyor. Ancak Lister, “Eğer DSG’ye karşı askeri çözüm yoluna gidilirse Şara’nın dış politikada ‘sorunsuzluk’ imajı ciddi darbe alır,” uyarısında bulundu.
Öte yandan Kürt yönetimi, SANA’nın Kürtçe yayın kararına henüz resmi bir yanıt vermedi. Ancak Kürtler, Şara’nın Kürtler ve diğer azınlıkları tamamen yok sayan geçici anayasa hamlesi nedeniyle öfkeli.
Kürt siyasetçi Salih Müslim, bu adımı “tamamen kozmetik” olarak nitelendirdi: “Bizim zaten kendi Kürtçe medyamız var. Tek fark, şimdi rejim kendi propagandasını Kürtçe yapacak.”
Erbil merkezli araştırmacı Wladimir van Wilgenburg da benzer görüşte. Ona göre, Kürtçenin SANA’ya dahil edilmesi “sembolik bir adım.” Türkiye’nin 2009’da devlet televizyonunda Kürtçe yayın başlatmasıyla kıyaslanabilir.
Bugün dünyadaki en büyük Kürt nüfusu Türkiye’de yaşıyor. Ancak Türkiye’de Kürtler anayasal haklardan yoksun ve devletin bölünmesini istedikleri gerekçesiyle sistematik baskıya maruz kalıyor. Bu nedenle Ankara, Suriye Kürtlerine kendi vatandaşlarından daha fazla özgürlük verilmesine karşı çıkıyor. Hatta son dönemde Abdullah Öcalan ile yeni barış görüşmeleri yürütülürken bile bu tutum değişmedi.’’
Son güncellenme: 15:23:43