Suriye nasıl İsrail ve Türkiye nüfuzunun savaş alanı haline geldi?
İsrail ve Türkiye, Suriye’de nüfuz mücadelesine girerken, Esad sonrası dönemde ülkenin güneyinin İsrail, kuzey ve batısının ise Türkiye etkisine girebileceği; bu süreçte Dürzi ve DSG gerilimi, 1974 ateşkesinin feshi ihtimali ve ABD’nin bölgedeki rolünün, yeni bir büyük çatışmanın fitilini ateşleyebileceği değerlendiriliyor.

Son aylarda Ortadoğu’daki jeopolitik manzaraya bakıldığında, İsrail’in stratejik konumunun güçlendiği sonucuna varmak cazip gelebilir. Aynı şey Türkiye için de söylenebilir.
Peki bu durum, istikrar için bir reçete mi oluşturuyor, yoksa gelecekteki sorunların habercisi mi?
Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Yemen ve İran’da birden fazla cephede çatışmaya giren İsrail, şimdilik üstün görünürken; Tahran liderliğindeki “direniş ekseni” dağılmış durumda.
İran’ın askeri liderliği ve altyapısı, Haziran savaşında ağır darbe aldı; ülkenin nükleer programı da zarar gördü. Ne kadar geriye itildiği ise belirsizliğini koruyor. ABD’nin 22 Haziran’da Fordow, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini bombalamasının ardından İran’ın tepkisi sınırlı kaldı.
Bu sırada Suriye, Batı demokrasileri tarafından rekor hızla “aklanan” eski bir El Kaide militanı tarafından yönetiliyor. Yıllardır ABD ve Avrupa’nın IŞİD ve Heyet Tahrir el-Şam gibi aşırıcı gruplara karşı yürüttüğü seferberlik, birkaç gün içinde çöpe atıldı. Bu durum, Batı’nın çifte standartlarını bir kez daha ortaya koydu.
İran’ın Hizbullah’a destek için kullandığı ana lojistik hat kesildi. Lübnanlı hareket ise lideri Hasan Nasrallah ve diğer üst düzey isimlerini kaybederek ciddi şekilde zayıfladı. Şimdi, hem iç hem de dış baskılarla silahsızlanması yönünde yoğun bir baskı altında.
Öte yandan İsrail’in Gazze’deki saldırıları, açlık çeken sivillerin sınırlı insani yardımlar için kuyruklara girdiği kenti adeta devasa bir mezarlığa çevirdi. Bu durum İsrail’in uluslararası desteğini büyük ölçüde aşındırdı. Ancak İsrail’in aşırı sağcı hükümeti, Batılı ülkeler destek verdiği sürece (ve Rusya ile Çin gibi aktörler açıklanamaz bir şekilde tarafsız kaldığı sürece) dünya kamuoyunun tepkisini umursamıyor.
Provokasyonsuz Saldırılar
Türkiye açısından bakıldığında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, güneydoğu sınırı boyunca en büyük güvenlik tehdidi olarak gördüğü PKK’yi etkisiz hâle getirmeyi başardı.
Ayrıca uzun süredir hedeflediği Beşar Esad’ı iktidardan uzaklaştırma amacına ulaştı ve yerine Ahmed el-Şara geçti. Son olarak Ankara, Rusya-Ukrayna savaşında “başvurulacak arabulucu” konumunu güçlendirdi.
İsrail ile birlikte Türkiye de bölgenin en önemli aktörlerinden biri haline geldi. Böyle bir ortamda, istikrarın sağlanacağı herhangi bir yol, kaçınılmaz olarak hem İsrail’i hem de Türkiye’yi kapsamak zorunda. Üstelik iki ülke, ABD baskısına karşı durabilecek nadir Amerikan müttefikleri arasında yer alıyor.
Tahmin edileceği üzere, Washington’ın gerçek niyetlerine dair şüpheler Türkiye’de derin. Ankara, ABD’nin nihayetinde her zaman İsrail’i önceleyeceğine inanıyor.
Suriye, bu dinamik için en önemli stres testlerinden biri olabilir. Geçen ay İsrail, güney Suriye’deki Dürzi ve Bedevi topluluklar arasında yaşanan çatışmalar sırasında rejim mevzilerine hava saldırıları düzenledi. İsrail, amacının Dürzileri korumak olduğunu söylese de, asıl politikasının Şam’ın güneyini silahsızlandırarak kendi “tampon bölgesini” genişletmeye odaklandığı görülüyor.
Bu, Esad’ın devrilmesinin hemen ardından İsrail’in Suriye’ye düzenlediği, devletin askeri altyapısını yerle bir eden ve Batı demokrasilerinin kulak tıkadığı bir dizi provokasyonsuz hava saldırısından bahsetmiyoruz bile.
Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve diğer bölge ülkeleri Suriye’nin birliğine destek verdiklerini açıklarken, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Dürzileri İsrail’in ajanı olarak gördüklerini belirterek, ayrılıkçı grupların Suriye’yi bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalışması halinde Ankara’nın müdahale edebileceğini söyledi.
Bölgesel bir güvenlik kaynağına göre, İsrail’in 1974’te Suriye ile imzaladığı ateşkes anlaşmasını feshederek, Golan Tepeleri’nin ötesinde beş yıllık geçici bir varlık sağlamaya yönelik yeni bir güvenlik düzenlemesi arayabileceği yönünde spekülasyonlar var.
İsrail’in “geçici” dönemleri kalıcı hale getirme konusunda ne kadar mahir olduğu düşünüldüğünde, bu tür bir hamlenin Şam’da ve muhtemelen Ankara’da ciddi endişelere yol açması normal olur.
Derinleşen Şüpheler
Aynı zamanda Suriye hükümetinin yakın zamanda Dürzi bölgelerini bastırma girişimi, Kürtlerin öncülük ettiği Demokratik Suriye Güçleri (DSG) arasında da endişe yarattı. Böyle bir senaryoda bir sonraki hedefin kendileri olabileceğini düşünüyorlar. Ancak şimdilik ABD korumasından yararlanıyorlar.
Bu bağlamda, Türkiye’nin Şara’yı savunmaya hazır olmadığı görülüyor. Ayrıca İsrail ile nüfuz alanları konusunda uzlaşma sağlayıp sağlayamayacağı da belirsiz.
Varsayımsal bir bölünmede, Şam’ın güneyine kadar olan bölge İsrail etkisine, geri kalan kısmı — Fırat’ın doğusundaki DSG bölgesi hariç — Türkiye etkisine girebilir. Bu durumda DSG, Türk saldırılarına karşı ABD desteğine güvenecektir. Bunun pratikte nasıl işleyeceği ise belirsiz.
Bölgede bir diğer önemli stres testi ise ABD diplomasisinde yaşanabilir. Lübnan asıllı Amerikalı Tom Barrack, hem ABD’nin Ankara Büyükelçisi hem de Suriye Özel Temsilcisi. Washington’da Başkan Donald Trump’a doğrudan ulaşma avantajına sahip Barrack, Lübnan’daki siyasi durumu istikrara kavuşturma yetkisine de sahip. Bu, oldukça çalkantılı bir bölgede tek bir kişi için oldukça geniş bir yetki alanı. Bu da Washington’ın bölgeye kapsamlı bir yaklaşım hedeflediğinin açık bir işareti.
Tahmin edilebileceği gibi, Washington’ın gerçek niyetlerine dair şüpheler Türkiye’de derin. Ankara, ABD’nin nihayetinde her zaman İsrail’i önceleyeceğine inanıyor.
Ancak gelecek belirsizliğini koruyor. Washington, iki önemli bölgesel müttefikini dizginleyerek, farklı nüfuz alanlarına çekilen bölünmüş bir Suriye’nin, yeni bir büyük çatışmanın fitilini ateşlemesini önleyebilir mi? (Marco Carnelos- Middle East Eye)
*Marco Carnelos, eski bir İtalyan diplomattır. Somali, Avustralya ve Birleşmiş Milletler'de görev yapmıştır. 1995-2011 yılları arasında üç İtalyan başbakanının dış politika ekibinde görev yapmıştır. Son zamanlarda, İtalyan hükümeti adına Ortadoğu barış süreci koordinatörü, Suriye özel temsilcisi ve Kasım 2017'ye kadar İtalya'nın Irak büyükelçisi olarak görev yapmıştır
Son güncellenme: 17:41:55