Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-II

Bir ulusal hareketin uzun vadeli başarıya ulaşabilmesi ve ulusun varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilmez unsurlar arasında toprak temelli milliyetçilik, tarih bilinci ve vatan bilinci öne çıkar. Ancak bu altyapının oluşması kendiliğinden değil, siyasal liderler ve aydınların yönlendirici çabalarıyla mümkündür. Eğer liderlik, toplumu bu doğrultuda hazırlamaz ve ulusal öncelikleri belirleyemezse, farklı yönelimlerin doğuracağı parçalanma kaçınılmaz olacaktır.

22 Eylül 2025 - 22:09
22 Eylül 2025 - 22:09
 0
Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-II

Ulusal Kurtuluş Hareketlerinde Öncelik, İttifak ve İç Dinamikler

Gerçek anlamda bir Ulusal Kurtuluş Hareketi, öncelikle kendi toplumunun iç dinamiklerini güçlendirmeyi temel bir görev olarak görmelidir. Bu ise toplum içindeki farklı sınıflar arasında bir ittifakın kurulması ve güçlendirilmesiyle mümkündür. Örneğin işçiler, köylüler, küçük burjuvazi, büyük burjuvazi, ağalar gibi toplumsal sınıflar arasında en geniş kapsamlı ittifakı sağlamak, bu hareketin temel stratejilerinden biri olmalıdır. Ve bu ittifakın merkezi önceliği, şüphesiz ki ulusal bağımsızlık hedefi olmalıdır.

Bu bilinçle hareket eden Ulusal Kurtuluş Hareketleri, toplumlarını özgürlüğe, devletleşmeye ve bağımsızlığa ulaştırabilirler. Zira özgürlük ve bağımsızlık; iç bütünlüğünü sağlamış, ortak hedefte birleşmiş bir halkın doğal sonucudur. Ancak eğer bir hareket bunun tam tersini yapar ve toplumsal dokuyu zayıflatan, iç dinamikleri dağıtan manifestolar, programlar ve söylemler üretirse, yalnızca toplumu parçalamakla kalmaz; aynı zamanda onun tarihsel varlığını sürdürmesini de imkânsız hâle getirir.

Örneğin, bir ulusu özgürleştirmeyi ve ona öncülük etmeyi hedefleyen bir siyasi hareket, eğer manifestosunda küçük burjuvaziyi devrimin düşmanı ilan ederse, aslında daha ilk adımda ulusal kurtuluş mücadelesinin temel direğini sarsmış olur. Çünkü ulusal bağımsızlığın en sağlam dayanağı, toplumun bütün sınıf ve tabakalarının oluşturduğu geniş ittifaktır. Bu bütünlüğün önemli bir parçasını oluşturan küçük burjuvazi, devrimin asli güçlerinden biri olarak tarihsel rol oynar. Onu düşmanlaştırmak yalnızca bir sınıfı dışlamak değil; aynı zamanda ulusun önceliğini karartmak, hedefini muğlaklaştırmak ve “haneyi içeriden bölmek” demektir. Böylesi bir yaklaşım, ulusun temellerine konmuş bir dinamit misali toplumsal bütünlüğü sarsar ve ulusal bilinci parçalar.

Bu nedenle gerçek bir ulusal hareketin önceliği olan ulusal bağımsızlık hedefi, sınıfsal farklılıklar arasında ittifakı gerçekleştirmek ve tüm toplumsal tabakaları ortak paydada buluşturmaktır.

PKK’nın kuruluş manifestosunda bu konuya dair özel vurguların bulunması dikkat çekicidir. Daha önceki makalelerimde ve çalışmalarımda da belirttiğim gibi, bu tür sınıfsal tanımlamalar, ulusal mücadelenin stratejik öncelikleriyle doğrudan ilişkilidir. Zira ulusun geleceği, önceliklerin ne denli berrak ve kapsayıcı biçimde tanımlandığına bağlıdır.

Yine kendisini bir Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak tanımlayan aynı yapının öncü kadroları, “ağasız, patronsuz, karısız, kocasız, devletsiz bir dünya” söylemini dillendirdiklerinde, bu söylem hem hedefi muğlaklaştırmakta hem de toplumsal gerçeklikle tüm bağlarını koparmaktadır. Çünkü bu yaklaşım, toplumun içinde var olan sınıflar arası ittifak zeminini yok etmekte; ayrıca bir ulusun en temel hücresi olan aile kurumunu da işlevsizleştirip parçalamaktadır.

Dahası, devlet olgusunu gereksiz ve anlamsız göstererek bağımsızlıkla özdeşleşen siyasal hedefi bilinçli biçimde değersizleştirmektedirler. Oysa bağımsızlık mücadelesi, tarih boyunca devletleşme hedefiyle yürütülmüştür. Bu nedenle, böyle bir yaklaşımı benimseyen hareketlerin gerçek anlamda bir Ulusal Kurtuluş Hareketi olmadığı açıktır. Aksine, bu söylemler, o ulusu kalıcı bir köleliğe mahkûm eden sömürgeciliğin güncellenmiş bir biçimini temsil etmektedir.

Toparlarsak, bir Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin en temel görevi; toplumun tüm sınıf ve inanç gruplarını ortak hedef olan özgürlük ve bağımsızlık etrafında birleştirmek, iç dinamikleri güçlendirerek toplumsal ittifakı tahkim etmek olmalıdır. Gerçek kurtuluş, işte bu türden sahici bir öncelik bilinciyle mümkündür.

Bireyin ve Liderin Önceliği Üzerine

Bu iki kavramı biraz açmak istiyorum. Bir Kürd bireyinin, özellikle de üniversite eğitimi yapan bir Kürd gencinin önceliği nedir, ne olmalıdır? Öncelikle nitelikli bir eğitim almak; ardından bu birikimi kendi ulusunun özgürlük mücadelesine adamak. Yani birey önce kendini donatır, akademik ve entelektüel gelişimini tamamlar; ardından bu donanımı ulusunun özgürlük ve eşitlik mücadelesinin hizmetine sunar. Hem kendi yaşamını onurlu bir biçimde sürdürmenin yollarını arar hem de ulusunun özgürlüğü için mücadele etmeyi temel bir görev sayar. Bireysel öncelik, bu bilinçle şekillenir.

Ne var ki liderlik bambaşka bir düzlemdir. Bir ulusun tarihsel sorumluluğunu üstlenen bir Kürd liderin önceliği, asla kendi kişisel çıkarı ya da bireysel özgürlüğü olamaz, olmamalıdır. Ulusun önceliklerine talip olmuş bir liderin yegâne önceliği, o ulusun özgürlüğü olmalıdır. Bu misyonu üstlenen bir kişi, yaşamının tamamını ulusal kurtuluşun ilke ve hedefleri doğrultusunda yapılandırmalı; kişisel tüm beklentilerini bu büyük davanın gerisine düşürmelidir. Zira bu türden bir liderlik yalnızca bir yöneticilik değil; bir adanmışlık, bir feda ruhudur.

Bu nedenle, böyle bir liderin öncülük ettiği örgütün kadroları, sempatizanları ve halkı da önceliklerini doğru tayin etmelidir. Liderin bireysel özgürlüğünü merkeze almak yerine, ulusun ve yurdun özgürlüğünü esas almak gerekir. Çünkü esas olan, ulusun topyekûn özgürlük ve eşitlik mücadelesidir.

Tam da bu noktada, Avrupa’da yaklaşık yirmi yıldır sürekli dolaşıma sokulan “Bê Serok Jîyan nabe” yani “Lidersiz yaşam ve özgürlük olmaz” söylemi dikkat çekicidir. Bu slogan, bilinçli ve sistematik biçimde kurgulanmış; bireysel önceliği öne çıkaran, kişiyi putlaştıran, bütün ulusun kaderini bir liderin hayatına feda eden ve ulusal mücadeleyi gölgeleyen, halkın kolektif iradesini silikleştiren bir anlayışı yansıtmaktadır. Ulusal bilinci bulandırmak, toplumu öznel bir karizmaya bağımlı hâle getirmek için üretilmiş bir ifadedir.

Oysa Kürd ulusunun benimsemesi gereken temel şiar çok daha derin ve köklüdür: “Yan Kurdistan – yan nêman.” Yani: “Eğer Kürdistan yoksa, biz de yokuz.” Çünkü bir bütün olarak Kürdistan özgürleştiğinde, bu mücadelenin öncülüğünü yapan lider de zaten özgürleşecektir. Kürdistan davasının büyümesi, kök salması ve kurumsallaşması, o ulusal önceliği üstlenen liderin özgürlüğünü de beraberinde getirecektir. Doğru yaklaşım, bu tarihsel bütünlüğü kavrayarak hareket etmektir.

Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde Önceliklerin Belirlenmesi

Geleceğini inşa etmek isteyen uluslar için önceliklerin doğru belirlenmesi yaşamsal bir önem taşır. Eğer bir ulusun öncelikleri net değilse, geleceği de belirsiz olacaktır. Bu tespit yalnızca toplumlar için değil, bireyler ve liderler açısından da geçerlidir. Bir liderin yönettiği parti veya örgüt, sağlam bir öncelik çerçevesine sahip değilse ya da önceliklerini çarpıtarak asli hedeflerinden sapıyorsa, uzun vadede başarısızlık kaçınılmaz olur. Tarihsel deneyimler göstermektedir ki bağımsızlığı stratejik bir öncelik olarak benimseyen uluslar, eninde sonunda kendi devletlerini kurmuş, milletler ailesinin eşit ve özgür üyeleri arasındaki yerini almıştır. Buna karşılık, öncelikleri muğlak ya da ikincil hedeflere yönelmiş uluslar bağımlılık zincirlerini kıramamış, sömürge statüsünün gölgesinden çıkamamıştır.

Ulusal kurtuluş mücadelesi yürüttüğünü iddia eden bir hareket, eğer kendi ülkesinin bağımsızlık idealini terk ederek bu ideali geçersiz sayar ve enerjisini sömürgeci devletlerin örneğin Türkiye, İran, Suriye veya Irak’ın demokratikleşmesi fikrine yönlendirirse, kendi ulusal özgürleşme hedefini gerçekleştirme imkânını ortadan kaldırmış olur. Böyle bir yaklaşım, ulusu statüsüz bir konuma mahkûm eder ve varlığını sürdürebilme imkânlarını zayıflatır. Bu nedenle ulusal kurtuluş mücadelesinin asli önceliği ve nihai hedefi, tartışmasız biçimde statü sahibi olmayı; yani bağımsızlık, federalizm veya özerklik düzeyinde olguyu merkezine almalıdır. Ancak bu şekilde bir ulus kendi kaderini tayin edebilir ve tarih sahnesinde özgür bir özne olarak yerini alabilir.

Milli Bilinç ve İttifak

Sömürge ulusların ve onların kurumlarının bağımsızlıklarını kazanabilmeleri ve varlıklarını istikrarlı biçimde devam ettirebilmeleri için öncelikle iç milli birliği tesis etmeleri gerekir. Bunun içinde toplumun ya da siyasal hareketin ortak bir paydada bütünleşebilmesi, ancak belirli değerlerin etrafında uzlaşması ve bu değerleri kolektif bir zemin olarak içselleştirmesiyle mümkün olur.

Abraham Lincoln’ün hane özgülünde ifade ettiği iç bütünlüğünü koruma olgusu bir ulus özgülüne indirgendiğinde; bir ulusun kendi iç ittifaklarını sağlamlaştırabilmesi ve geleceğe güvenle bakabilmesi için tarih, ulus, toplum ve vatan bilinci gibi değerler temelinde birleşmesi gerekmektedir. Bu sürece öncülük eden liderlerin de kapsayıcı ve sağlam bir stratejiye sahip olması, ulusal dayanışmanın sürdürülebilirliği açısından kritik bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Bir ulusun aydınları, akademisyenleri ve siyasal önderleri, o ulusun temel ve en öncelikli meselelerini esas alıp yürüdüklerinde zafer kaçınılmazdır. Aksi hâlde, asıl önceliği göz ardı edip ikincil ya da üçüncül konuları merkeze aldıklarında, o toplumun özgürleşmesi ve varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir.

Ulusların geleceğini belirleyen temel unsur yalnızca stratejik hedeflerin açıklığı değil, aynı zamanda milli birlik ve milli bilincin sağlamlığıdır. Ortak ulusal çıkarların bireysel ya da grup çıkarlarının önüne konulamadığı toplumlar, uzun vadede parçalanma riskinden kurtulamaz. Milli bilinç, tarihsel bilinç, toplumsal dayanışma ve vatanseverlik üzerine inşa edildiğinde kalıcı bir güç kaynağı hâline gelir.

Bu bağlamda, bir ulusal hareketin uzun vadeli başarıya ulaşabilmesi ve ulusun varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilmez unsurlar arasında toprak temelli milliyetçilik, tarih bilinci ve vatan bilinci öne çıkar. Ancak bu altyapının oluşması kendiliğinden değil, siyasal liderler ve aydınların yönlendirici çabalarıyla mümkündür. Eğer liderlik, toplumu bu doğrultuda hazırlamaz ve ulusal öncelikleri belirleyemezse, farklı yönelimlerin doğuracağı parçalanma kaçınılmaz olacaktır.

Bu parçalanma, Kürd ulusal kimliği içinde de kendini göstermektedir. Örneğin, Alevi bir Kürde kimliği sorulduğunda “Aleviyim”, Êzidî bir Kürde kimliği sorulduğunda “Êzidiyim”, Müslüman bir Kürde sorulduğunda “Müslümanım”, Hristiyan bir Kürde sorulduğunda “Hristiyan’ım” cevabı veriliyorsa, burada ulusal önceliklerin netleşmediği görülmektedir. Oysa ulusal bilincin oluşabilmesi için kimlik algısının öncelikle Kürd ulusal kimliği çerçevesinde şekillenmesi gerekir. Bir Kürd, kimliği sorulduğunda öncelikle “Ben Kürdüm ve benim ülkem Kürdistan’dır.” diyebildiğinde, inançlarını da özgürce yaşayabileceği bir zemin oluşturmuş olur. Bu şekilde ulusal kimliği birleştiren uluslar, varlıklarını sürdürebilmiş ve özgürleşebilmiştir. Dolayısıyla toprak temelli milliyetçilik yalnızca siyasal bir strateji değil, ulusun varoluşunu güvence altına alan tarihsel ve toplumsal bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir.

Tarih boyunca sömürgeci güçler, sömürge altındaki halkların ulusal kurtuluş mücadelelerini bölmek için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz olgulardan lehçe, cinsel kimlik, inanç ve mezhepsel kimliklikler ve ideolojik farklılıklar, sömürgeciler tarafından ulusal birliğin önündeki engeller olarak kullanılmıştır. Ancak ulusal hareketlerin başarısı, bu farklılıkları aşarak ortak bir kimlik ve hedef etrafında birleşebilmesiyle mümkündür. Bu nedenle Kürd ulusal hareketinin başarısı da önceliklerini netleştirmesine ve milli bilinci sağlam temeller üzerine inşa etmesine bağlıdır. Bunun sağlanabilmesi için, tarihsel deneyimlerden hareketle bilinçli ulusal stratejiler geliştirilmesi ve bu stratejilerin sürekli olarak ileriye taşınması gerekmektedir.  

Yazı devam edecek…

 

Bu yazı toplam 328 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 23:09:51