İtalya'nın başkenti Roma'da; İtalya, Amerika, Fransa, Almanya dışişleri bakanları, Suriye'deki yeni durumu ve batının olası stratejik siyasetini, yol haritasını görüşmek üzere zirve düzeyinde bir toplantı gerçekleştirdi.
NATO üyesi, AB'ne üyelik başvurusu olan, Suriye ile "en uzun sınırları ile" komşu Türkiye, toplantıya davet edilmedi.
Bu toplantıda baypas olunan Türkiye Dışişleri Bakanlığı, toplantıyı "Amerika dahil, 2.5 devletin yaptığı böylesi bir toplantı" diye tanımlayan, küçümseyen açıklama yaptı.
Oysa ki Trump, Türkiye için, "Suriye'deki iktidar değişiklik durumunu yaratan, Anahtarı elinde, güçlü lider..." diye tanımlamıştı. Toplantı, bu tanıma tezat şekilde tezahür oldu. Nedir bu tarihi durum?
Bu nedenlerin cevabı,
- Mart 2003 "Irak Tezkeresinin reddi, ABD açısında bir dönüm noktası oldu.
- BOP sorumluluğunu alan Türkiye, Batı ile koordineli siyaseti götürme yerine, 'Stratejik Derinlik' ile becaiş ettikten sonra, bilinç altındaki duygularla/kotlarla hareket edip, İhvan'ı "kullanmak" suretiyle Neo-Osmani bir istikamete yöneldi.
- 'Arap Baharı' kalkışmalarını da denetimine alarak, "fırsat" diye değerlendireceğini düşündü.
Mursi'nin Mısır'da oyların %25'ini alarak iktidara oturması ile Türkiye'ye, "bu iş tamam" zanıyla, adeta zafer serhoşluğuna düştü!
- Abdülfettah Es Sisi, Amerika ve Batı yanlısı olarak, Mısır'da darbe ile iktidara taşınınca, "stratejik derinlik" umudu suya düştü. Bu süreçten sonra başta Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) olmak üzere, Suudi Arabistan ile Arap dünyası Amerika ve Batı ile ittifaklarını geliştirdi, derinleştirdi.
Bu arada 1970'lerde Sovyetler, 1990'larda Arap, 2000'lerden sonra ise İran ve Türkiye tarafından Hamas, Hizbullah aracılığı ile enstrüman gibi kullanılmak istenen "Filistin sorunu", İsrail'in BOP projesinde öne çıkması oranında geriye atıldı. Hamas, Hizbullah ve şimdi Beşar El Esad'ın tasfiye olmasıyla birlikte tasfiye oldu.
- 2014'de DAİŞ(IŞİD), önce Musul, sonra Rakka'da iki büyük askeri eylem ile Irak ve Suriye'nin ikinci büyüklükteki silah hangarlarını ele geçirdi. Bu aynı zamanda, Irak ve Suriye'deki Askeri gücün/ordunun güçsüzlüğünü ortaya çıkardı.
DAİŞ'e karşı mücadelede, Türkiye ikircikli, hatta "terörist değil, şımarık, serseri çocuklar" diye tanımlar bir politika izledi. Bu tutum, ABD ve Batılı güçler ile Türkiye'nin arasını açtı.
DAİŞ'e karsı Irak'ta Peşmerge, Suriye'de PYD ağırlıklı HSD, aktif ve güçlü direnişler sergiler duruma geçti. Bu ABD'nin başını çektiği Koalisyon Güçleri ile doğal ittifakları sahada daha da derinleşti, güçlendi... Bu batı açısında, Kürtlere "dost", "vefa" tanımı ve literatürü güncellendi.
- Batınin Kürtler ile ilişkileri gelişince, Türkiye'de Avrasyacı kanat güçlendi. Bu tepki Türkiye'yi, Rusya'nın başını çektiği İran ile Astana görüşmeleri, ittifakına taşıdı...
Bu ittifak ile Rojava'nın Afrin, Serekaniyê gibi "sınır" kesiminde bazı cepleri Türkiye'nin ele geçirmesini sağlamış olsa da, bugün İran ve Rusya'nın Suriye'de kaybettiği ortada iken, o ittifak üzerinde sahaya inen Türkiye, güçlenen batı açısında bir güvensizlik notunu almış olduğu anlaşılıyor.
Ayrıca, Hamas-İsrail Savaşı, İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından "Aksa Tufanı Operasyonu" ve İsrail tarafından "Demir Kılıçlar Operasyonu" olarak adlandırılan, 7 Ekim 2023 tarihinde İran'ın bir paramiliter örgütü olan Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarının, İsrail geneline, geniş çaplı saldırısı ile başlayan bir savaş ile İsrail'in 3. Dünya Savaşı çerçevesinde İran'ı güçlere karşı başlattığı teknolojik savaş, İran'ın yani sıra, Rusya'nın da gücünü sınadı, en sonunda Suriye'de boşluğa düşürdü. Bu durum Esad'ın da çekilmesini getirdiğini biliyoruz. Dolayısı ile Astana görüşmeleri de böylece tasfiye oldu.
- Esad'ın çekilmesi ile Yerine HTŞ geçti.
Türkiye, HTŞ'yi Şam'a taşıdığı, ona yön verdiği, terörist olarak kararlaştırılan HTŞ'ye meşruiyet kazandırmaya çalışırken de özenli olmaktan ziyade alelacele, HTŞ ile Kürtlerin statü talebini, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi bastırma ve devre dışı bırakma gibi bir siyaset izledi. Ancak bunu yaparken, geçmişte olduğu gibi, 'Kürtleri izole ederim' derken, kendisini dünya siyasetinde izoleye ittiği, İtalya'da "Suriye gündemli" olan dışişleri bakanları toplantısının dışında bıraktı.
- Yakın Doğu, Orta Doğu ve hatta Afrika'da, medeni dünya İslamist, selefi iktidarları çözmek, reforme etmek istiyor. Çünkü bu iktidarlar, Dünya'nın güvenliğini her yönde tehdit ediyor. Bu açıdan İslam ülkelerinin sistem olarak dünya ile entegrasyonunu sağlamak, güvenlik, sermaye rekabeti ve şiddetin tasfiyesi açısından önem kazanmıştır. Türkiye'nin ikili politikaları, onu medeni dünyadan uzaklaştırıyor. Kürtleri çevreleyen komşu ülke ve egemenliğin bu niteliği, Kürtler ile ittifakı stratejik konuma taşıyor. Türkiye bu ittifakı kendisine yönelmiş "beka sorunu" olarak görüyor.
- Bu arada, Rojava Kürtlerinin diplomasi alanında önemli hamleler yaptığı gözlemleniyor.
İsrail, Fransa, İtalya, Amerika, Almanya, dışişleri bakanları düzeyindeki, "Kürtleri kollama, koruma ve statü sahibi olma" düzeyinde beyanları dikkat çekicidir.
Aynı açıklamalara denk, Güney ve Rojava ile kendi içlerinde milli bir politika izlemeleri de aktüel olmak ile kalmadı, hayat bulmaya başladı.
İlham Ahmed'in İngiltere'de, "Suriye'nin sorunlarını ancak federe bir sistem içinde çözebiliriz!" açıklaması, Kürtlere yeni bir güven ve moral kazandırdığı aşikar oldu!
Bu arada, Ankara'da ne olduğu belirsiz, kapalı kapılar ardında süren İmralı/Devlet eksenli görüşmeler ise pek dikkate şayan olmadığı, zorlama gündemle tartışılırken, oyalama taktiği olduğu, etkisinin, ciddiyetinin de pek olmadığını gözlemek zor olmazsa gerek!
Türkiye'nin, "2.5 devletcik" dediği ülkeler, dünyanın siyasetine yön veren güçlü devletleri olduğu, bir yıl içinde olanlar ile inkar götürmez.
Kürtler, tarihte hep yalnız kaldı ya da güçsüz güçlerle hareket ettiği için, anti-Kürt nizama maruz kaldı.
Sovyetlerin çözülmesi ve çökmesi ile 1991'den itibaren, 20. yüzyılda oluşan anti-Kürt nizam, yavaş yavaş çözülüyor. Bu durum, aktüel olan "Sınırların, haritaların değişimi" ile birlikte ilerlerken, İran, Irak, Suriye, Türkiye'de de siyaset yeniden karmalanıyor, sinirler geriliyor ki bunlar normal!.
Kürtler lehine gelişen bu durumu geriletmek için, Devlet bir "çağrı" başlatmış ki, tutsak Öcalan, devletin umudu olmuş!
Bu arada Putin Rusya'sı, "Geçen Yüz yılın başında, Kürtlere verilen devlet sözü yerine getirilmedi, Kürtler kandırıldı. Kürtler 35 milyon nüfusa sahip, savaşçı bir millettir." diyerek, gelecekte Kürtler ile ilişkilenmek istiyor.
Türkiye, "Güneyde ve Doğuda Kürtlerin hamisi biziz.", "Kürt -Türk kardeşliği kadimdir." derken, diğer devletlerin söylediklerini ise "Dışarıdakiler bizim kardeşliğimizi bozmaya çalışıyor. Hadi yeniden inşa edelim!" derken bile, yüz yıllık inkar ve imha paradigması ile yüzleşme, değişme, vazgeçme gayretine girmiyor... Kürt ulusal sorununu halen "terörden ibaret" görülüyor. Teslim alınmış A. Öcalan ise bu paradigmaya "katkı sunmaya hazırım!" diye beyan olunuyor. Artık Kürt ulus sorunu, bir uluslararası arenada konuşulan ve çözüm istikametinde yol alan bir sorundur. Kürt ulus sorunu terörize edilerek, durdurulacak, çözülecek bir sorun değildir.
Kürtlerde milli his, milli siyaset etkin oluyor! Kim ne derse desin kervan yürüyor. Hamaset yapmaya gerek yoktur. Anti -Kürt nizam çözülüyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.