Cemal Paşa\'nın komuta ettiği I. Ordu komutanlığını Liman Von Sanders, 1914\'te devir alır, sonra Çanakkale Cephesinde, İngilizlerle yaşanan I.Dünya Savaşının Çanakkale\'den başlayıp Ege ve Akdeniz sahillerine uzanan parçasını tutmak üzere Osmanlı 5. Ordu Komutanlığına atanır. Burada savaşın kritik noktalarından biri olan Çanakkale\'deki anılarını yayınladığı \"Türkiye\'de Beş Yıl\" kitabında anlatmaya koyulur.
Gerek Sarıkamış\'ta başta Enver Paşa olmak üzere bazı komutanların çılgın ve ihtiraslı planları ile Kafkasya, Afganistan üzerinden Hindistan seferine insanları çıkararak, hiçe sayıp adeta asker katliamı yaptıkları, Süveyş Kanalı Savaşı\'nda Cemal Paşa\'ya bağlı birliklerin, İngiliz güçlerine nasıl yenildiklerini ve gerekse de Çanakkale Savaşı\'nda Osmanlı İttihat Ordusu\'nun Alman komutası altında nasıl hareket ettiğini anlatır.
Bu anı anlatımlarında, İttihatçılarla planladıkları pek çok şeyi, \"devlet sırrı\" diye gizlemelerine - ki Alman devleti o zaman işlediği pek çok insanlık suçundan dolayı özür diledi- rağmen, bize çok önemli fikirler de satır aralarında veriliyor.
Şunu belirtmeliyiz ki, Liman Von Sanders, Enver Paşa ile danışıklı paslaşmalar içindedir.
Eleştirir gibi yapmasına rağmen, esasta birbirlerine sadık iki asker siyasetçidirler.
Kitapta Mareşal bir askerin anlatımlarına, bir de kitabı Türkçeleştiren çevirmenin, resmi ideolojiye göre hilelere başvurarak, tüm \"Osmanlı\", \"devlet\", \"Ordu\" kavramlarının geçtiği yerlere adeta \"Türk\" kavramını chenc ederek yerleştirdikleri çok net sırıtıyor. Zira o dönemde Türk ve Türkçü yazarların yazdıklarında bile bu kadar, \"Türk devleti\", \"Türk Ordusu\", \"Türkiye\", \"Türkler\" vs. kavramlarının olmadığı gözükür ki zira o dönem bu kavramlar literatüre girmiş değildir.
***
Türk Tarihçileri, 1913-1918\'den bahis ederken, \"İngiliz ajanı\", \"İngiliz uşağı\" suçlamaları literatürün başına alır. Ancak, kurmaydan hukuka, sağlıktan eğitime, idareden coğrafyaya vs. tüm alanlarda söz ve yetki sahibi olan Alman Emperyalizmine dair tek kem söz bulmak mümkün değil.
Çünkü Almanlar, Türk millet inşa işinde Osmanlı İttihatçılarını İngilizlere karşı konumlandırıp, \"Türk ve Müslüman olmayanların çürütülmesi\" işinde suç işletti.
Almanlar, ekserisi Rum olan İzmir\'i ve Ege\'yi, Mezopotamya\'dan, Anatolya\'dan liman kentlerine ticareti taşıyan Ermenileri, İngiliz, Fransız ve Ruslar ile iş tutmalarından rahatsız oldukları için, \"Onları behemehal bitirin\" der. Bu talimatlar da İttihatçıların programladığı üzere işine de geliyor idi.
I. Dünya Harbi\'nde Almanya yenilip devre dışı kalınca, İttihatçıların B Takımı, İngiliz ve Sovyet çekişmesinde, ikisinin dilini kullanan sinsi politikalarla, Alman projesini, bu kez değiştirdiği ittifakı İngiliz-Fransız bloku ile sürdürdüğünü biliyoruz.
İttihatçı A Takımının,
O çirkin jenisidal işleri yaptıran Almanya, kısmen \"Yaptıklarımdan özür diliyorum\" diyor.
İngilizler ise Osmanlı Divanı Harbinde \"Ermeni katliamı...\" deyip, yapanları yargıladı, 1920\'den sonra Malta Adasına gönderdiklerini geri getirip \"yeni\" dediği, aslında hiç de yeni olmayan, Osmanlı İttihatçılarına , Osmanlı temeli ve bakiyesi üzerinde devlet kurdurdu. İngilizler ile bu aşamadan sonra, tutulan işe ise \"dost\" ve \"diploması\" ilişkileri dendi...
Anlaşılan o ki, kavramlar içinde bulunulan havada giyilen elbise misali kıymet kaybediyor ya da kazanıyor. Buna tutarsız ve günü birlik politikaya göre konuşmak denir... Ama devşirmeler, Türk ve İslam ideolojisini, sentezini, 133 yıldır sürdürüyor.
Devşirmeler, korkak, yalaka, gaddar, barbar, yalancı ve sinsi olur.
71 yıldır, NATO\'ya \"müttefik\" oldukları aşikar. Ama azıcık o Türk İslam sentezi dışına düşen bir sinyale karşı, iktidar ve sözde muhalefeti ile hep bir ağızdan birlikte, ortak refleks ile \"ciyak\" diye bağırıp, linç kitleleri ile ortalığa ortakça düşer olduklarını tarihten öğreniyor ve yaşıyoruz. Bunlara anti emperyalistlikte tozu dumana katan, ama iş ciddiye binince toz olan Türk solu da dahil. Sözleri, Kürtlerin dediği üzere nanê sêlê, evir çevir!
Ama Kürtleri de, \"İngiliz işbirlikçisi\", \"Amerikan yandaşı\" vs. \"Emperyalizm\" ile özdeş tutmada çok mahirler.
***
Almanya Liman Von Sanders\'i, 1. Dünya Savaşını yönetmek üzere görevlendirmiştir.
Sarıkamış olayı ve Süveyş Kanalı savaşındaki yenilgiden sonra, Çanakkale Savaşı, -Ki buna Boğazlar savaşı demek daha doğru olur- Alman Mareşal Von Sanders ile Feld Mareşal Baron Von Der Goltz ,(Bağdat’ta tifüse yakalanıp öldü, Mezarı İstanbul Tarabya da) tarafından koordine edilmek üzere geldiklerini biliyoruz.
İngiliz ve Fransız cephesine ise General Lan Hamilton komuta etmektedir.
Başkasının yönettiği ve bir yeniden dünyayı paylaşma amacı güden emperyal bir savaşı ve üstelik Osmanlı İttihat Ordusu\'nun, emrinde hareket ettiği Alman komutanlığının yenilgiye uğradığı bir savaşı, \"Türk milli kurtuluş savaşı\" olarak değerlendirmek, tam da Türk tarzı vardan yok saymak, yenilgiden zafer naralarını üretmek de bir marifet olarak bakmak olası(!)...
Zira kitapta da çok bariz yapılan pek çok olay sümen altı edilmiş, söz edilmediği açık.
Alman ve İngiliz Komutanlarının yönettiği bu savaş, \"Türk milli Kurtuluş savaşı\" değil, Emperyalistler arası, I. Dünya Savaşı\'nın bir parçası olarak tezahür olduğu, kitapta çok bariz...
Bunları bilahare açacağım.
Ama yaşananlar hiçte gösterildiği gibi değil. Tamamen şaşı bir tarih anlatısı kafamıza vura vura sokulmaya çalışılmış. Yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, doğruyu öğrenmek, hem etik hem de tarih bilinci açısında zorunludur.
Çanakkale savaşında Mustafa Kemal\'in Albay olarak görev yaptığı 9. Tümen, 5.Orduya bağlıdır.
Osmanlı 5.Ordusuna resmi ve fiili olarak Komuta eden ise Alman Ordusuna bağlı ve I. Dünya Savaşını Almanlar adına yürüten Mareşallerden biri olan Limon Von Sanders\'tir.
Bunu saklayarak, Balkan, Süveyş Kanalı, Kafkasya, Afrika vb. Savaşlardaki yenilgileri de hafızada silerek, 1913-1918 arası ve onun sonrasına devir ettiği süreci doğru kavramak mümkün değildir.
Aynı şekilde, 1918…\'den sonra İttihatçıların A Takımının Alman Yüzbaşı Boltz tarafından Galata Köprüsünden alınarak Almanya\'ya kaçırılması yenilgilerinin sonucu idi, kaçamayıp yakalananların da Divanı Harp Mahkemelerinde yargılanmaları, Doğu Halkları Kurultayında Osmanlı topraklarını temsilen İttihatçı soykırımcıların üç kanatı temsilen delegeleriyle tam kadro olarak katılmaları, Divanı Harp yargılanmanın bitirilmeden sanıkların Malta\'ya sürgüne yollanmaları, Malta sürgünlerinin geri getirilerek ittihatçıların B takımı ile \"Yeni\" dedikleri, Türk devletini kurmaları, Alman ve 1911-1913 İttihat projesi Tek lider, Tek millet, tek ve üniter/merkezi devlet olarak Trakya, Mezopotamya, Anatolya ve Yakın Doğuya tekabül eden Otokton halkların yok sayılması ve imha sürecinin tıpkı 1914-1918\'de planlandığı gibi uygulanması, 1919 ve sonrasından da sürdürülmesi anlaşılmadan, bugünkü mevcut partiler, Anayasa ve devlet yönetimi ve bu arada sistemin çekirdek gücü MGK ve ordu, onların da icraatlerine meşruiyet sağlamaktan başka bir işlevi olmayan parlamento anlaşılmadan, seçimde takınılacak tutumu ortaya koymakta mümkün olmaz.
Geçmiş bir yana, 1991\'den beri Kürt Parlamenterler, TBMM\'de üç kelime anlatmak için didinip durdular. Çabaları ile Türk parlamentosunun, demokrasi mevziisi olmadığını ortaya koydular. 1990\'lardan sonra, daha önce yaratıkları değerlerin deforme edildiğini ve Kürt siyasetini izole ederek, ulusal demokratik mücadelesini terörize eden araç haline getirdiklerini de gözlemliyoruz.
Kaldı ki 100 değil, 200 vekil çıkarsalar, n\'olur ki…? Bunca tutuklama mekanizması yerelden merkeze işlevli iken!..
O halde, yeni bir yol ve yeni araçlarla, Kürt ulusal demokratik mücadelesini sürdürmek elzem olmuyor mu?
Bilakis bunu yapmaları gerekirken, Türkiyelileşme politikası ile o jenosidal 23 Nisanlara güzelleme yapan S. Demirtaş üzerinde, biz Kürtlere yedirmeleri de ayrı bir sorun olarak değerlendirilmesi gerekir.
Tarih bilincinden koparılan ve egemen ideolojiye entegre olan siyaset, bize zehir olarak hep enjekte edildi!
Bunca emek ve çabaya rağmen,
Yazıklar olsun!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.