Son zamanlarda İslami Kürd bireyler yazı ve sözlerinde iki cümleyi çok sık kullanmaya başladı. Bunlardan ilki genel bir kullanım olarak
“Kürdistan İslam coğrafyası”, diğeri ise 6-8 Ekim ve Cizre olaylarının
“inananlara yönelik” olduğu ifadesidir. Her iki söylem de mevcut kutuplaşmayı pekiştirici, tehdit edici, reaksiyoner, provakasyona açıktır.
Kürdistan’ın İslam coğrafyası olduğunu iddia etmekle, “Kürdlerin Türk, coğrafyamızın da Türk yurdu” olduğunu iddia etmek arasında fark yoktur. Buradaki dikkat çekici nokta ise o birileri bunu gerçekleştirmek için onlarca yıl boyunca her yolu denemişken, anılan ifadeyi kullananların ise coğrafyamızı “her yolu” deneyerek İslamileştirecek ya da İslami yaşam tarzını yerleştirecek fırsatı henüz edinememiş oldugunu düşündürmesidir.
Kürdlerin Türk olmaya karşı direncinin ve coğrafyasında kendini yönetmelerinin sağlanması çabalarının tarihsel sürecini hepimiz az çok biliriz. Bu bizim ortak belleğimizdir. Bunu hepimiz biliyorken, coğrafyamızda hala birilerinin diğerlerini bir kalıba koyma ya da o kalıp çerçevesinde ve içeriğinde yaşatmayı planlaması, dayatması kabul edilir değildir. Coğrafyamızda Aleviler, Hıristiyanlar, Ezidiler, Zerdüştler, Keldaniler, dinsizler, ateistler gibi sayısız kesim yüzlerce ya da binlerce yıldır yaşamaya devam etmektedir. Ne biz Aleviler topraklarımıza “Alevi coğrafyası” dedik, ne Hıristiyanlar “Hıristiyan coğrafyası”, ne de Ezidiler “Ezidi coğrafyası” dedi.
Diğer söylem olan 6-8 Ekim ve ardından Cizre olaylarının “inananlara yani dindarlara” yönelik bir saldırı olduğunu iddia etmek de akıl alır gibi degildir ve sizi rehber edinmişler için kışkırtıcı ve içe kapatıcıdır.
Birileri “inananlarsa” eğer ve “sırf inançları yüzünden” bunlar başlarına geliyorsa, “inanmayanlar” kimlerdir ve “inananların” inanmayanlara tavırları, kin ve öfkeleri nedir, misillemeleri ne olacaktır? Mesela biz Alevileri ya da Hıristiyanları inananlara mı dahiliz, inanmayanlara mı?
Her iki söylemin amacı ve hedefi bellidir. Bir zamanların “Zerdüşt bunlar, bunların İslamiyetle ne ilgisi var?” sözleri ciddi referanstı, yönlendirmeydi ve bu sözler epeydir devam eden IŞİD saldırılarının neden kolayca Kürdlere yöneldiğini anlamakta yardımcı olabilir.
Seküler ve İslami ittihatçıların bize kazandırdığı, iliklerimize işlettiği en büyük zaferlerden biri de coğrafyamızda farklı yaşayan, düşünen, davranan ve bunda da kararlı olan kesimlerimiz arasında uzlaşma olamazmış gibi bize kabullendirilmesidir. Toplum kesimlerini ve bu kesimler içerisinde yer alan herhangi bir grubun da kendi içindeki yaşantısında hainlikle, alçaklıkla, işbirlikçilikle suçlayan bu anlayış lanetli bir anlayıştır ve tarihsel olarak irdelendiğinde hiçbir topluma ve devlete yarar sağlamamış, yıkım getirmiştir.
Hangi nitelikte ve nicelikte olursa olsun, “varlığımızın tehdit altında olduğu” yanılsaması da aşılmalıdır. Patolojik nefret ve korku patolojik esarete neden olur. Coğrafyamız “patolojik korku, patolojik nefret” yanılsamasını atlatamamaktadır. Atlatamamakla kalmamakta, bu nefreti hem yeni kuşaklara devretmekte hem de her fırsatta pratiğe yansıtmaktadır. Binlerce yıldır beraber yaşayan, zaten temas halindeki kesimler arasında “kültürel şok” da mümkün görünmemektedir.
Coğrafyamızda her kesimin özgürce yaşama hakkı vardır. Bu hak; hoşgörü ya da İslam ya da Hıristiyan hukuku ya da Alevi hukuku adı altında kimse tarafından kimseye bahşedilemez, kimseye dayatılamaz. Klasik ve katı yönetim anlayışı çoraklaşmayla, çürümeyle ve yıkımla sonuçlanır. Birey, grup, topluluk ya da toplum olsun kimse kendi hukukunu, teminatını, değerlendirmesini, beğenisini, yaşam tarzını dayatmaya çalışmamalı, böyle bir hak ve yetkisinin olmadığını kabullenmeli. Bizler kendi içimizde paralel yaşantılar oluşturmaktan yani bir birimize yabancılaşarak düşmanlaşmaktan ve kendi yaşantımızı ve bakışımızı çevreye yaymaktan vazgeçmeliyiz.
Bir kesim diğerine nefret içeren sözlerle yaklaşırsa, o diğer kesimin kimlerle ittifak kurmasını beklersiniz? Coğrafyamızda hep böyle olmuştur. İttifak yapması gerekenler birbirlerine karşı asıl düşmanlarıyla ittifak yapmıştır ya da onların emrine girmiştir. Paris katliamı ertesinde cinayetleri kınamayan yazarların cümlelerine bakıldığında Paris’in sınırları coğrafyamızı kapsar görünmektedir.
Bizler çokça Alevinin Sünnileştiğini izledik, ancak Sünnilerin Alevileşenine az rastladık ki, ben hiç rastlamadım. Yanı başımızda hızla ve kitleselce yaşanan bir dönüşüme dikkat ediniz: Alevi Türklerin hemen hemen çoğu Sünnileşti fakat coğrafyamızın Alevileri hala buna direnmektedir. Alevi Türkler hala kendilerini Alevi olarak tanımlasalar bile ritüeller açısından bakıldığında ne denilmek istendiği kolayca ortaya çıkacaktır. Alevi Kürdler ise Sünnileşme ara basamağı üzerinden de Türkleşmektedir. Türkiye’ye özgü sosyalizm, Marksizm ara basamağı ile de Alevi ya da Sünninin Türkleşmesi sonucu sağlanabilmektedir.
Bizim insanlarımız sünnileşirken ağzımızdan “misyonerler bir Aleviyi daha Sünnileştirdi” sözünü duymadınız. Alevilerin “Müslümanlaşan Alevileri belirleme ve tekrar Alevileştirme” çabalarına da şahit olmadınız. Bizim Aleviliği nasıl ve hangi referanslara göre tanımladığımız da, tanımlama tartışmalarımız da elbette ki bizi ilgilendirir ve sizlerin bu tartışmalarımıza ve değerlendirmelerimize sadece saygıyla yaklaşacağınıza, anlamaya çalışıp kabulleneceğinize olan güvenimiz tamdır.
Biz Alevilerin, “kendine olmayanı, kendinden olmayanı aşağılayıcı dili” edinmiş olmamız, bu dilden hızla arınmamızın zor olacağı anlamına mı gelmektedir? Bizim dilimizin arınması, aynı etkileri bizimle aynı derecede taşıyan dilinizin arınması kadar kolaydır. Hepimizdeki bu “tahripkar dili, duyguları ve davranışları” duyumsamaya, anlamaya, deşmeye çalışmalı ve edindiğimiz küstahlıkları, müdahalecilikleri ve yaşam hakkı tanımazlığı da yüksek sesle sorgulamalı, deşifre etmeli ve ayıplamalıyız.
İslami ve Müslüman birey arasındaki farkı bilerek, coğrafyamızdaki İslami bireylere seslenmek istedim. Hepimiz çokça vahşet gördük. Her bireyimizin huzurlu olmasını sağlamak için elimizden geldiğince kolaylaştıralım, güçleştirmeyelim. Birbirimizi korumanın, yaşam, inanç, inançsızlık, bir birimize aykırılık alanlarımızı belirginleştirmenin ve bir arada, huzurla ve güvenle yaşamanın yollarını düşünmeye, denemeye başlarsak, bunu başarmaktan bizi kimse alıkoyamayacaktır.
Kuzeyin evlatları birbirine bu denli düşman olmamalıdır. Yabancıların kuzeyde ayaklarını bastığı zemini ortadan kaldırmanın tek yolu iç barışı ve içeridekiyle müttefikleşmeyi sağlamaktır. Özgürleşen Kürd kimliği hem bizi birbirimizden korur, hem de bizi birbirimize sahiplendirir.
Aziz Yağan
6 Şubat 2015
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.