birinin ya da birilerinin sizi dar ve topraktan bir alana koyup; azar azar ya da çokça, puslu ve üst üste aynı yaralı geçmişinin elverdiği irkilmelerle ya da sırf o istediği için ya da kendinin veya bir başkasının çıkarı gereği toprağı eşelemeye başladığını nasıl fark edersiniz?
bu eşeleme alanının belirli, sınırlı olduğunu, sizi o alanda tutmak için tasarlandığını, deneyimlerden edinilen yetersiz ve geleneksel sonuçlarla ve önlemlerle devam ettiğini, aslında kuyulaşan bir sürece girdiğinizi nasıl anlarsınız?
kuyulaşmadan önce içinde bulunduğunuzun kuyulaşma olduğundan nasıl emin olabilirsiniz? içinde bulunuyor musunuz, tutuluyor musunuz?
kuyunun içinde olduğunuzu fark edip kuyuyu ve kuyudaki kendinizi, kuyunun dışındakileri, olanı biteni ne kadar süre izleyebilirsiniz, buna ne kadar sessiz, kımıltısız kalabilirsiniz? huzursuzluğunuz arttığında, alnınızın kırışması sıklaştığında, harfleri heceleri seslemeyi denediğinizde bunu nereye kadar, hangi sebeple baskılayabilirsiniz?
kuyuda şikayet etme, ağlaşma değil de; kuyuda kalış süreniz sizin sağlıklı olma, olmama, direngen olma, olmama halinizle mi ilintilidir? kuyudan çıkma gerekçelerinizi kuyuyu kazana kabul ettirmek midir çabanız, gayeniz? faile sizin masum olduğunuzu söyletme ve sonra yine tekrar tekrar söyletme krizi midir? bu olunca mı kuyuyu terk edersiniz, bu olunca mı kuyu hiçleşir; yoksa, kabul edilince mi kuyuda kalmaya, kuyuyu yurt edinmeye razı olursunuz?
kuyunuzu gözlerinizin önünde, ayağınızın yanında kazana mı, yoksa sizi kuyu dışından izleyenlere mi kuyuya serzenişinizi, gerekçelerinizi susarsınız ya da cümlelersiniz? sizi kuyunuzda fark etmeyenlere mi çığlıklarsınız, yoksa fark edip sizi sessizce ve kayıtsızca izleyenlere, dinleyenlere, başını öne eğenlere, gülümseyerek ya da dalgınca başını başka yöne çevirenlere mi aldanırsınız tekrar tekrar; yoksa biri, birkaçı ya da tümü mü süregider.. kuyu size mi ait, size de mi ait, yoksa siz mi kuyuya aitsiniz? ne kadar insan varsa, var olduysa o kadar insana özgü kuyu mu vardır?
siz kuyunun içinde kalırken, kuyuyu hissetmeye, kavramaya çalışırken mi farketmezsiniz ömrün sonuna devreden yılların geçip gittiğini..
güvendiğiniz, inandığınız biri ya da birileri siz farkında olmadan (yoksa farkında mısınız?) belirlediği alanda toprağı hafifçe/kuvvetle eşelerken üzerinize sıçrayan toprağı kendiniz silkelemeye, toprak sıçramasından kaçınmaya, çıkan toprağı ve çıkan taşları dışarıda bir yerde istifleyip hemen geri dönebilir, kazılma sırası bastığınız yere geldiğinde o alan içinde uygun başka yere salınmaya başlayabilirsiniz.. sonra bir bakarsınız, o bakış varsa elbette, derinleşmesi alenen ve zamansal olarak göreceli hızlanan bir kuyu..
kuyunun dibi kadar kenarları da geçilmezdir, siz kazamazsınız çünkü, o gücünüz mümkün değildir, kuyuda yaşamaya rızanız olmadıkça çeperlerde gedik oluşmazdır, her ikisi daha da genişlediğinde siz kuyuya alışmaya başlayabilirsiniz.. hakikatte, her iki yönde derinleşmekte midir, yoksa her zaman sabit midir yani kuyunun derinliği ve genişliği sizin itirazınıza, sıkışmanıza, sıkışık hissettirenin pervasızlığına mı bağlıdır? bir nedenle kuyudan çıkmak istiyorsanız dibin tersi yönde ısrarla çabalamanız yani buna karar vermeniz, dışarı bakmanız, yeltenmeniz ve yeltenmeniz gerekir..
kuyuyu ziyaret eden, sonra sıkça etrafta gezinmeye başlayan başka başka insanlar.. o insanların kuyudaki varlığının nedeni size bağlı değilse; o halde sayılarını bilmek, dinlemek ve izlemek kuyulaşmamanıza, içinizin kuyulaşmamasına yardımcı olur.. emin olmak gerekir..
ilkin varlığınızı bilerek ağırlanan; kazıcının beğendiği, hayranlıkla izlediği, kendi yanında istediği, onun yanında olmak istediği, onun kendisini ya da kendisinin onu hakkettiği yeni ağırlananın hızla hemen yandaki kendi kuyusunun başlangıç alanına geçirilmesi.. kazıcının yanda başlayan kazı ya da kazılarının sizinki kadar biçimli yürütülmediğini, onlara kısmi lal olduğunu, diğer kuyulara sizin kuyunuz kadar bağlı olmadığını söylediğinde size (ve bazen bunu kuyudaki söylediğinde); hatta, yan kuyulardakilerin kendisine ya da kendilerine sunulan ilgi dolu bakış, hizmet ve cümleleriyle sarhoş olduğunu izlediğiniz sırada kendinizi şanslı hissetme tuzağına, boşluğuna, perişanlığına da düşebilirsiniz; -beni bil, beni tanı artık- sözleri ile devam eden örtme, masumlaştırma, normalleştirme, alışıklaştırma şiddetiyle güçsüzleşen kanıtınıza, kalıntınıza..
kuyunuzun yol geçen hanı edilme ve yeni kuyular için konakçılaşması aşamasında buna itiraz ederseniz yok sayılmanız, küçük görülmeniz sıklaşır ve sertleşir; kuyunuzun kazısında ve temizliğinde yardımcı olmadığınız, başka kuyuların başlayan kazılarına kuyu içi deneyiminizi yeni kişiye ve kuyusuna aktarmakta direndiğiniz için azarlanırsınız; geçmiş kuyuların ve acılarının izleri belirdiğinde sizin kuyunuzda yankılanır tamamlanmayacak cinnet halleri; kuyunuzda karanlıkta ve sessizlikte, kuraklıkta bırakılan yani cezalandırılan siz..
siz kuyunuzu terk ettikten sonra ya da kuyunuzun kapağını kuyucuya kapattıktan sonra kuyucunun diğer kuyulara bildiğiniz coşkusuyla uğraklığından anlarsınız: kuyudur, kuyulardır önemli olan, içindeki değil..
artık her ne zaman uyanırsanız, şunu da fark edersiniz ki; sizden önceki kuyular ve o kuyuya özgü nesneler kuyu kazıcının hep bakışında, dilinde, susuşunda, dokunuşlarındadır; her bir kuyuya özgü nesneler, kavramlar, sevinçler, heyecanlar, acılar, öfkeler gözünün önünde, melodiler kazıcının dilindedir. kuyular hala canlıdır, insanı olmayan çok kuyulu bir yaşamın içinde eskimişsinizdir..
sonra yine bir fark edersiniz ki, aslında kuyu diye bir şey yok, kuyulaşan/kuyulaşmış içiniz ya da kazılan kuyuda vakit geçirmeye meyleden sizin yanılsamacı, örtmeci, pasif, gerekçelendirici karakteriniz, alışkanlıklarınız, beklentileriniz.. kuyunun derinliği, çapı ve derinleşme hızı her şeyinizle siz.. kendince ustaca, çaresizce kuyu kazan ve kuyu içinde bekleşen, kendisinin ya da başkasının kuyusunun kazılmasına aktif ya da pasif yardım eden insanların ortak tarihsizliği..
ve yine, sizin kimlere kuyular kazdığınızı fark ederseniz, belki.. o kuyulara uğrayıp aşağı seslenmek ister misiniz? kuyunuzdan kurtulmuş-lar-a kuyu kazarken ki yüzünüzle görünmek ister misiniz?
bazen kuyu siz orada size bahsedilen ışık, ses ve konforda oyalanın, avunun diye kazılır; dışarıdaki kuyulu ya da kuyusuz heyecanların uzağında..
bazen kuyu sizin için değil başkası kuyusuz kalsın diye kazılır. bazen de siz kuyunuzda mutluyken ya da mutlu sanırken bir başkası ya da başkaları sizin sürmeniz gereken yaşamı, sizin hakkettiğiniz mevkileri, itibarı, mülkü, maddiyatı edinir..
belki de siz birinin ölerek ya da direnerek terk ettiği bir kuyuya yerleştirilmişsinizdir.. belki hala bebekliğinizde ailenizin ve sonra arkadaşlarınızın açtığı ve derinleştirdiği kuyuda, kuyularda yaşıyorsunuzdur..
herşey gözünüzün önünde olur, gizli saklı yoktur ya da bir yere kadar bulanıktır.. ‘son başlangıçta zaten vardır’..
hakikat, nezaket, açıklık diye diye mahcubiyet yolu, yöntemi gözlerken, beklerken, kuyuda yok sayılan siz; kuyuda yaşadıkça saygı duyulan siz; kuyuda uysallaştıkça etkisizleşen siz; kuyuda kuyulaştıkça kuyusuzlaşan siz..
siz’in biz’den farkı yani biz siz ayrımı yok; kanı çekilmiş halde kuyuları kazanların arsız yüzsüzlüğü var; kuyunun ve kuyudakinin kanı çekildikçe kuyudakinin başka kuyulara da sesini çıkarmayıp kendisi için başkasına kuyu kazanlar var..
sonraki kuşağın ilk kuyusunu hazırladınız mı, kuyularına alıştılar mı; kuyunun içine bebek ya da silah astınız mı: ‘sevgi’ tonunda mülk, para, güçlü görünme, meslek, kariyer..
merhametli, nazik, kötülük yapmayan, ayrıcalık köhneliğini aşmış, önyargısız, suçlayıcı olmayan insanların yaşantısına sızmaya çalışan kuyucular çarçabuk fark edilir..
Ekim 13, 2024; yanıglaaa
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.