Önemli olan bugünü ve geleceği inşa ederken, geçmişte işlenen suç ve hataları tekrarlamamak adına dün ile yüzleşmektir. Geçmişi görmezden gelme tutumu devam ettikçe, geçmiş de peşimizi bırakmaz. Gölgemiz gibi bizi takip eder.
Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'nda görevler almış hukukçu Dullah Omar'ın şu sözü yıllardır Facebook sayfamın profilinde yazılı durur. "Geçmişle yüzleşecek kadar cesur olmadığımız sürece, geleceğin meydan okumalarıyla asla yüzleşemeyiz!"
Geçmişle yüzleşirken kolektif akla ihtiyaç duyulur. Kolektif aklın kolektif ezberin yarattığı gürültüde boğulmaması gerekir. Resmi tarih anlayışı ve bilgi kirliliği, kolektif ezber retoriğini bir papağan gibi tekrarlatır.
Tarihsel bilgi, itham ve iddia yanlış, çarpıtma ve abartı olabilir. Sıradan bir insan için ben biliyorsam, duymuşsam bilgi doğru veya duymamışsam, bilmiyorsam bilgi yanlıştır yaklaşımı da ‘normal’ olabilir.
Ama tarihçiler, akademisyenler veya konu hakkında kalem oynatan araştırmacılar, söz konusu bilginin doğru olup olmadığını, belge, bilgi ve tanıklara dayanarak tarih yazımı ve inceleme disiplini içinde ortaya koymakla yükümlüdürler.
Dersim katliamını yaşım ve bilincim itibariyle çok erken yaşlarda öğrendim. Dersimli kız çocuklarının başlarına getirilen trajediyi de 2010’da Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın “Dersim’in Kayıp Kızları” belgeseli filmini izlediğimde öğrendim. Bu dramatik olayı, o döneme kadar çok çok az insan biliyordu ve bu vesileyle öğrenmiş oldular.
Öğrenme her insan ve toplumda şartlara göre farklı gelişir. Toplumlarda özellikle tabu, yasaklı ve travma yaratacak bilgilerin gün yüzüne çıkması uzun yıllar sürer. Kabullenmesi veya sindirilmesi de travmanın ciddiyetine göre zaman alır.
Yöntem üzerine
Taner Akçam’ın son kitabı ‘Ermeni Soykırımının Kısa Tarihi’ adlı eseri vesilesiyle 20 Nisan 2021 tarihli Gazete Duvar’da yayınlanan ‘Gönüllü katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi’ başlığı altında söyleşisi yayınlandı. Akçam’ın, Rus Kürdoloğ M.S Lazerev’in kitabında yer alan referanslara dayanarak, “Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” belirlemesi bir kısım Kürt çevrelerinde tepkiye yol açtı.
Kendim ne tarihçiyim ne de araştırmacı. Bilginin kendisine ilişkin tartışma yürütme kapasitem ve çalışmam da yoktur. Tarihçi ve araştırmacıların affına sığınarak şunları söylemek isterim. Basına yansıdığı kadarı ile Lazerev’in söz konusu kitabında Kürt ağalarla ilgili genel bir belirleme yoktur. Aktarımlarda “Bazı beyler” ifadesi geçmektedir. Akçam’ın kitabında röportajda da ifade ettiği gibi bu aktarım geçiyorsa bilgi sorunludur.
İkinci bir nokta ise Ermeni jenosidinde “Gönüllü katılım olmasaydı bu kadar insan ölmezdi” tespitidir. Bu tartışmaya açık bir yorumdur ve tartışılmalıdır.
Tartışmanın büyümesine ve mecrasından çıkmasına neden olan birinci faktör “Kürt ağları” genellemesidir.
İkinci faktör, aralarında farklı meslek guruplarından yazar, gazeteci ve sosyoloğun da bulunduğu 132 Kürt’ün, kamuoyuna yönelik ortak açıklamalarındaki bilgi yanlışlığıdır.
Söz konusu metin, iki ayak üzerine inşa edilmiştir. Birincisi, Akçam’ın genelleme yapmasına yapılan itirazdır. Bu itiraz doğrudur. İkincisi, Lazerev’in kitabını Kürtçeye çeviren Kürt yazar Têmûrê Xelîl’in, Akçam’ın iddiasının “uydurma ve asılsız olduğunu, bilimsellikten uzak bir biçimde bilinçli olarak çarpıtıldığının” ifade edilmesidir. Bu yorum, yazar ve çevirmen Têmûrê Xelîl’ın olsa bile Lazerev’e ait olmadığı için yanlıştır.
Kamuoyunu yanıltan diğer bir açıklama da Doç. Dr. Ekrem Önen’în Lazerev’in kitabında ‘ilk gece hakkı’ şeklinde bir ifadenin yer almadığını söylemesidir. Kürt tarihçi ve yazar Murad Ciwan ise, kitabın kürtçe çevirilerinin her iki baskısında da bu iddianın yazılı olduğunu belirtmiştir.
Taner Akçam’ın genellemesini bir yana koyarsak, bu bilgiyi ondan önce yazan ve paylaşan İssawi, Astorian, Barsoumian ve Lazerev’dir. Onların tezlerine şimdiye kadar cevap verilmemesini nedense kimse sorgulamamaktadır.
Hem Taner Akçam’ın, hem 132 Kürt aydını hem de Doç Dr. Ekrem Önen’in sorunlu ve eksik açıklamaları, tartışmanın sağlıklı yapılmasını gölgelemiş ve darbe vurmuştur.
Üslup açısından
Bu tartışma sürecinde Taner Akçam ve sonradan konuya müdahil olan yazar Recep Maraşlı’nın kişiliklerine yönelik kabul edilmeyecek hakaretler yapılmaktadır. Özellikle Recep Maraşlı’yı yakından tanıyan, onunla cezaevinde kalmış ve direnmiş dava arkadaşlarından bu tür hakaret ve saldırıların gelmesi kabul edilemez. İnsanlar, düşüncelerinden dolayı ayrı düşebilirler. Hakaret ve nefret söylemi “ben bu zamana kadar kiminle arkadaşlık etmişim, kiminle yürümüşüm” sorusunu gündeme getirir.
Ermeni-Kürt ilişkileri ve jenosidi üzerine eksik ve aksak da olsa yakın döneme kadar bu konuda düşünce ve tez üreten Kürdistanlı siyasal hareket Rızgari olmuştur. Bunun Rızgari içindeki mimarı Recep Maraşlı’dır.
Rızgari, Kürdistanlı siyasi güç ve kadrolara Ermeni-Kürt ilişkilerine farklı perspektiften bakmanın ufkunu açmıştır. Rızgari, Ermeni-Kürt ilişkilerine Koçgiri Halk Hareketin’nin lideri Alişer, Paris’te 1919’da Dünya Barış Konferansı’nda Kürtleri temsil etmek için Ermenilerle ittifaka ve anlaşmaya çaba sarf eden Kürt Şerif Paşa, Ağrı İsyanında Ermeni örgütü Taşnak ile iş birliği yapmaya çalışan ve hareketin örgütleyicisi Hoybun’un perspektifinden bakmanın ipuçlarını ortaya koymuştur. Yine altını çizerek belirteyim ki bunda Recep Maraşlı’nın birikimi ve emeği vardır.
Daha sonra Maraşlı, bu çalışmasını bireysel olarak genişletmiştir. Maraşlı’nın Ermeni sorunu üzerine görüşlerine katılır veya katılmayabiliriz. Ama Maraşlı’ya ve Akçam’a hakaret ve nefrete varan saldırılarda bulunmak, sosyal medya paylaşımlarının altında bu tür yorumlara izin vermek, asla ama asla kabul ve tasvip edilemez.
Acıları yarıştırmak çözüm değildir. Yaşanan tarihin mağduru ve faili olabiliriz. Tarihin çarpıtılması ile geçmişin ne yükünden ne de sorumluluğundan kurtulamayız. Eğer geçmiş ile hesaplaşmazsak veya hesaplaşamazsak geleceğe geçmişin zincirleriyle yürürüz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.