Yüz yıldır başlarına getirilen felaketlerle boğuşarak sayısız katliam ve soykırımlardan geçen Kürtler, bundan böyle parti, aşiret ve bireysel çıkarlara göre hareket etmekten vazgeçerek, ulusal özgürlük ve toplumsal hakları için yeniden bir araya gelmeli, çağın gereklerine uygun, gerçek anlamda evrensel demokrasiyi içlerine sindirmiş bir Kürt partisi etrafında birleşerek kenetlenmelidirler. Uluslararası konjonktürün, küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarları gereği müttefiklik arayışları, Kürtlere dayatılan bu kölelik sisteminden kurtulmaları için de önlerine tarihi bir fırsat koymuştur. Öncelikle Ortadoğu'da ortaya çıkan bu siyasi, toplumsal ve sosyolojik manzara, konjonktürel olarak kendilerine dost ve düşman olan devletleri iyi tanımalıdır. Kürtler, ellerine geçmiş bu fırsatı, çeşitli ideolojik, dinsel veya mezhepsel sapma ve savrulmalara kurban etmemelidir. Bu imkan ve fırsatlar, ele geçirilmiş balık kuyruğu gibidir. Bu fırsatı Kürtler bu kez de ıskalarsalar, bir yüz yıl daha, muhtemelen de mahşere kadar bu durum sürüp gidecektir.
Abdullah Öcalan, Türk derin devletinin yönlendirmesi ve MHP lideri Devlet Bahçeli ile birlikte bu yeni sürecin görünür iki aktörü olarak bu konuda rol almaları, uzun ve soluklu bir hesaplama ve planlama sonucu ortaya çıkmış bir süreç olduğu açıktır. Türk devletinin kuruluş felsefesi, katı bir inkârcılık ve tekçilik üzerinde inşa edilerek bu günlere kadar geldiğini de herkes biliyor. Yüz yıldır, imha, katliam ve sürgünlerle sürdürdüğü tekçi ideolojik paradigması tıkanarak artık nefes alamaz bir duruma gelmiş bulunuyor. Kemalist paradigma, Kürtlere olan tarihsel ve aleni düşmanlığı sürdürmenin bir işe yaramadığı ortaya çıkmış durumda. Günümüz dünyası ve Ortadoğu'da yaşanan olaylar ve olgular, son Suriye'deki gelişmelere paralel olarak daha da açık hale geldi. Türk derin devletinin bu yeni çıkışı ve sıkışmışlığı aşmak için karar verdiği yeni paradigması, konusunda ve neden-sonuç ilişkisi üzerinde Kürtlerin inceden inceye düşünmesi gerekir. Bu aynı zamanda Kürtlerin önünü de açacak bir manivela görevini görüyor.
40 yıla yakın bir süredir, "Bağımsız ve Birleşik Kürtdistan için ulusal kurtuluş savaşı" vermek hedefiyle yola çıktığını iddia eden Öcalan ve örgütü (PKK) Kürtlerin en doğal olan bu temel haklarını savunmak şöyle dursun, Kürt toplum yapısını darmadağan ederek, Kürtlerin ahlaki ve vicdani duruşunu yer yeksan etmiş Kürt toplumunu dejenerasona uğratarak ayaklar altına alarak çiğnemiştir. Hitlerin propaganda şefi Goebbels ve Sovyetler Birliğinin tek gazetesi Pravda marifetiyle "Kürt toplumunun modern değişim ve dönüşümü yapan hareket" "Kürt kadınlarına özgürlük ve kimlik aşılayan büyük önder" iddiası koca bir palavradan ibarettir. Kürt toplumu, eski Zerdüşt inancının etkisiyle binlerce yıllık toplumun genetiğine işlenmiş özgürlükçü, barışçı, monogam, kadına değer veren seküler bir toplum olduğunu herkes bilir. Bu İran da da, Irak'ta da, Suriye'de de ve Türkiye'de de böyleydi. Barbar işgalciler yani vahşi Arap İslam akıncıları ve Selçuklu-Osmanlı işgalcilerinin Kürtlere kılıç zoru ile dayattıkları din ve mezhebin de Kürt toplumunun sindirilmesinde olumsuz etkisi inkar edilemez. Kürtler özgürce yaşam trendini yakaladığında, seküler, barışsever ve özgürlükçü bir toplumdur. Onun için bu lanetli coğrafya ya, barış ve özgürlüğü seküler ve medeni iki toplum getirebilir. Kürtler ve İsrail toplumu. PKK'nin 40 yıldır masum sivillere karşı sürdürdüğü şiddet, en fazla Kürtlere zarar vermiştir. Kürtlerin en masum ulusal hak talepleri, dünya kamuoyu nazarında "terör" ve "şiddet" ile iltisaklı bir hale getirilmiştir. Bu açıklamalar, her ne kadar Türk derin devleti tarafından Öcalan'nın kulaklarına fısıldanmış olsa da, 40 yıldır Kürtlerin siyasi ve toplumsal duruşunu vesayet altına almış soğuk savaş eseri olan bu totaliter örgütün esaretinden kurtulmak için çok olumlu bir durumu da beraberinde getirdi (Ki bu tanımlamayı uzunca bir süreden beri yapıyorduk. Bu tanımlamayı, Kürt cenahından ve sol kesimden pek itibar görmüyordu. Nihayet Öcalan bu durumu mektubunda açıkça itiraf etti)
PKK'nin silah bırakarak kendini fesh etmesi, başta Kürtler olmak üzere Türkleri ve bu ülkede yaşayan diğer azınlık ve dezavantajlı toplumsal kesimlerin barış içinde bir arada yaşamalarına da hizmet eder. Kürtler ulusal hak mücadelelerini şiddet içermeyen, ama kararlı bir şekilde bunun mücadelesini vererek, toplumsal duruş ve direnişlerle bu doğal haklarını savunmaya devam edeceklerdir. Kürtler bu süreçte bütün dikkat ve yoğunluklarını batı Kürdistan'a (Rojava) yoğunlaştırmalı, yıllardan beri PKK nin bütün dayatma ve despotluğuna rağmen Rojava Kürtlerini bölerek aralarına husumet tohumlarını sokmayı başarmıştı. Bilge ve ulusal lider Mesut Barzani'nin tavsiyelerine uyarak aralarındaki siyasi anlaşmazlıkları ertelemeyi kabul ederek görüşmelere başlamaları ulusal birlik için çok önemli bir adım olmuştur. Rojava'nın cihadçı İŞİD vahşilerine karşı -özellikle kadınların- verdikleri onurlu direniş ve mücadele tüm dünyayı hayran bırakmıştır. Her Kürde düşen görev, bu küçük toprak parçasındaki bu onurlu halkı hep birlikte desteklemeli, dayanışma ruhu içinde onlara desten olunmalıdır. Tekrar ifade edelim. Şam'a gelip yerleşmiş cihatçı ve fırsatçı kafa kesen HTŞ'nin Suriye için "eski tas eski hamam" misali devletin adının BAAS diktatörlüğü döneminde olduğu gibi "Suriye Arap Cumhuriyeti" şeklindeki ifadeyi Kürtler asla kabul etmemelidirler. Suriye'nin merkezi bir otorite ile yönetilmesi sonucu kestirilemeyen bir kaos ve vahşet olur. Çünkü Suriye homojen bir toplum değil, çok kültürlü, çok etnisiteli ve çok inançlı bir yapısı var. Kürtler hakları yok sayılan mağdur etnik ve inanç toplumlarla dayanışma içinde olmalı onların haklarınında temsilcisi ve destekçisi olmalıdır. Yeni Suriye, demokratik kurumlara sahip, herkesin kendisini içinde görebildiği bir "Suriye cumhuriyeti" için çaba harcamalıdır. Biz barışın ve demokratik düzenin Suriye de ancak bu şekilde sağlanabileceğine inanıyoruz. Rojava Kürtleri veya diğer toplumlar, nasıl yaşamak istiyorlarsa kendi kararları elbette ki geçerlidir.
Bu yeni süreçle birlikte Türkiye'de sanki yeni bir deja vu yaşanıyor. 2013 yılında başlayan "gezi olayları" na benzer bir olay yaşanıyor. Bu kez suçlananlar farklı. Peki Kürtler bu süreci nasıl karşılamalı ve nasıl bir tepki göstermelidir? Bizim tespitimiz şu? Şu anki yaşananlar, demokrasi ve özgürlük isteyenler ile, bunu bastıran hükümet arasında olan bir mücadele kesinlikle değildir. 2002 yılında seçimle iktidara gelen muhafazakar Neo-Osmanlıcılar ile, yüz yıl süre ile askeri vesayet yardımıyla iktidarı sürdüren, muhafazakar Türkler dahil, Kürtlere ve toplumun diğer kesimlerine kan kusturmuş seküler milliyetçi beyaz Türklerin (Kemalistler) iktidar ve rant kavgasıydı. Bu mücadele bu gün farklı nüanslarla devam ediyor. 2025 süreci, Neo-İttihatçı (Ergenekon) ile Neo-Osmanlıcıların ittifakı ile karşıtları seküler sol Kemalistlerin hakimiyet ve iktidar kavgasından başka bir şey değildir. Sol Kemalistlerin talepleri, çağdaş evrensel demokratik kriterlere uygun Türk ve Müslüman olmayan diğer ulus ve halkların temel haklarının güvence altına alındığı, herkesin "bu devlet benim de devletimdir" diyebileceği bir durumu kesinlikle vadetmiyor. Onlar 1923-1950 yıllarındaki yönetim tarzı özlemin içindeler. Hatta, darbecilerin hazırladıkları anayasayı tüm benlikleriyle savunuyorlar. Peki bu maddeler nelerdir? Tekçiliğin ve inkarın devamını sürdüren maddelerdir. Başta anayasanın 66. ve "Devletin yönetim şekli Cumhuriyettir" "Başkenti" "Bayrağı" dışındaki ilk dört madde. Bu kesim, bu maddelerin "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" şeklinde olduğu gibi kalmasını istiyorlar. Bunlarla demokrasi ve özgürlük mücadelesi adına yola çıkılır mı? Muhafazakar Türkler bu konuda daha esnek ve üzerlerine tehdit ve baskı olmazsa bu ırkçı ve çağdığı yasaları değiştirmeye daha meyillidirler.
Seküler sol Kemalistlerin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı gözüyle bakılan Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilmesi ve ciddi yolsuzluk iddiaları ile gözaltına alınması (Ki bu yolsuzluk için şikayette bulunanların tamama yakını CHP li kişiler olduğunun da burada altını çizelim) Peki hükümetin yöntem ve hareket tarzı, demokrasi ve hukuk devleti kriterlerine uyuyor mu? Kesinlikle hayır. En büyük yolsuzluk ve rüşvetleri 23 yıldır iktidarda olan AKP iktidarında kendi belediye başkanları ve oraya-buraya liyakatsız kişiler yerleştirilerek bunların yaptıkları yolsuzluklar olduğunun da altını çizelim. Anayasa ve hukukun kendi mecrasında işletilmesine müsaade edilmediği için hep üstü örtüldü. Evet, İstanbul gibi Türkiyenin ekonomik bel kemiğini oluşturan bir mega şehrin belediye başkanını bu şekilde apar-topar gözaltına alınması hukuki değil, siyasidir. Diğer tarafta, bu karmaşayı, Türkiye'nin demokrasiden yana olanlar ile, anti-demokrat hükümet arasındaki mücadele gibi göstermek te çok komiktir. Bu türden bir yanlışa Kürtler kapılmamalı. Kürtler, demokrasi ve hukuk devletine ters giden her icraatlara karşı çıkmalı, basın yoluyla bunları eleştirmeli, ama asla özgürlüklerle, demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmayan bu iki siyasi güç arasındaki iktidar ve rant kavgasının tarafı olmamalıdırlar. Kürtler inkarın, tekçiliğin ortadan kaldırılması ve de demokrasi ve özgürlüğün mücadelesini vermelidirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.