Yılmaz Güney(Yılmaz Pütün) bu ülkenin sinema, sosyoloji ve siyasal tarihine unutulmaz damga vurmuş bir sanatçı ve aynı zamanda devrimci sosyal bir aktivist. Bu gerçeği görmezden gelen ,burunlarından kıl aldırmayan sözde edebiyatçı-sanatçı ırkçı ve şoven kesimlerin karalama kampanyalarıyla "çirkin kral" efsanesini bu ülkenin zihninden silemezler. Yılmaz Güney De her insan gibi, duyguları, özlemleri, yanlışları, inançları ve kendince doğruları-yanlışları olan bir insandı. Her nedense, kendilerine sözde sanat, edebiyat ve sosyolojik otoriteleri misyonunun biçen bu kişilerin, koro halinde Yılmaz Güney'e mal ettikleri yakıştırmalar hiç gerçekçi ve objektif bir yaklaşım değildi. Kıskançlık ve önyargılarla harmanlanmış bilinçaltı bir nefretin dışa vurumuydu. Neymiş? "lümpen" "katil" "feodal" ve kadın dövücüymüş. Şu komediye bakar mısınız? Kadına verilen değer kriterlerinin neler olduğu konusuna şimdilik girmeyelim. Yapılmış bir istatistik var. Dünyada, en fazla kadına yönelik şiddet ve cinayetler bu ülkede oluyormuş. Bu şarlatan kesimin, sözde "entelektüel" ve "kadın korur" görünmesine bakmayın. Kadınlara psikolojik ve fiziksel şiddeti en fazla uygulayan kesim bu kesim. (Yapılan geniş çaplı bir araştırmada, Türkiye'de psikolojik ve fiziksel şiddetin en fazla yaşandığı kesim, yüksek eğitimli, akademisyen ve meslek sahibi kişiler olduğu yazılıyordu. Bu şiddete maruz kalan kadınların çoğunun akademisyen ve kamuda üst düzey çalışan kadınların olduğunu, bu şiddeti uygulayan eşlerinde, yüksel eğitimli ve meslek sahibi olduklarının altı çizilmiş. Ayıp ve utantan dolayı yaşadıklarını fakat bunun kamuoyuna ile hatta yakınlarıyla da paylaşmadıkları yazılmış.
Koro halinde, güya kadın şiddetini karşıymış gibi yapan, pratik hayatta ise, ne kadar iki yüzlü ve sahtekarlar olduklarını gizleyen bu kesimlerin, hak etmedikleri edebiyat ve sanat otoritesi koltuklarında oturup, etkileyerek beraber oldukları kadınları bir cinsel obje olarak nasıl kullandıklarını, kahır ve kaprislerini sineye çeken kadınları nasıl ahlaksızca ve fütursuzca bir kenara attıklarını biliyoruz. Yılmaz Güney'e yönelik devlet teşvikli bu organize ve sistematik saldırılarla onun "katil" "lümpen" "kabadayı" "feodal" olduğu yakıştırmaları gerçeklikle alakası olmayan yakıştırmalardır. Birincisi, onun Kürt olmasıdır. İkincisi, kendi mesleğinde tırnaklarıyla zirveye çıkmış, ülke içinde ve dışında itibar ve değer görmesi, üretken ve çalışkan olmasıyla ilgili bir durumdur. Bu saldırıları yapanlar, sanat, edebiyat, felsefe ve sosyoloji alanında elle tutulur tek bir değer gösterebilir misiniz? Toz kondurtamadıkları, "Söz konusu devletin bekası ise, gerisi teferruattır" düsturuyla hep hareket etmiş, bağlı oldukları inkarcı ve ceberut devletlerinin yasakladığı anadilleri Kürtçenin yasaklanması, dayaklarla ve hakaretlerle zorla öğrettikleri bu dili (Türkçe) kullanarak harikalar yaratan Kürtlere saldırmalarından daha normal ne olabilir ki? (Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Yaşar Kemal ve isimlerini burda anmadığımız niceleri) Eh kanımca Kürtler bir bakıma bunları hak ediyor. Baskıyla zorbalıkla yasaklı dillerini kullanıp geliştirecekleri yerde, zorla dayatılan sömürgecilerin dili ve kültürü üzerinden uluslararası ödüller kazanmak. Bu da Kürtlerin en büyük aymazlıklarından biridir. Kendi edebiyatlarına, sanat ve kültürlerine zerrece katkıları olmamış, üstelik kendi dilsel ve kültürel aidiyetlerinden gelmeyen "katil" "lümpen" "feodal" ve "kıro" dedikleri kişiler, Türk sanat ve edebiyatını zirveye çıkartmış, ödül üstüne ödül kazanmış bu insanlara çamur atmak normal değil midir?
Bu ülkenin tarihinde bunca namlı ve şöhretli katiller, binlerce insanın katledilmesini taammüden planlamış, amaçlarını pratiğe dökülmüş bu anlı ve şanlı katilleri savunan, onları kutsayan, methiyeler düzen milyonlar bu ülkede hala varlıklarını korurken, belanın ve ateş topunun gelip bir insanın kucağına isteği dışında düşmesi nedeniyle yaşanan üzücü bir can kaybına vesile olmuş bir kişiye "katil" demek, ne kadar doğru? Burada olabiliyor. Çünkü ölen kişi "devletin hakimi" öldüren kişi ise hem Kürt, hem de devleti sorgulayan/yargılayan kişi. Ölen sıradan bir vatandaş olsaydı, durum farklı olurdu. Peki bu olay nasıl gerçekleşmiştir? Görgü tanıklarının özet ifadelerine göre 13 Eylül 1974 tarihinde, Yılmaz Güney, "Endişe" adlı film çekimleri için gittiği Adana'nın Yumurtalık ilçesinde, sözlü taciz ve hakaretlerle süren tartışmalar sonucu (görgü tanıkları ifadeleri) Yılmaz Güney'in filmin bir sahnesinde rol icabı sıkması gereken tabancayla Hakim Sefa Mutlu'yu ateş ederek onun ölümüne neden oluyor. Görgü tanıklarının ifadelerinde olayın bir kaç günden beri devam ettiğini, olay gününde, Hakim Sefa Mutlu alkolün etkisiyle yalpalayarak yürüdüğünü, Yılmaz Güney'in yanında bulunan eşi Fatoş Güney'i sözle taciz ederek küfürler ettiğini, Bazılarının da bu küfürlü sözlere şahit olmadıklarını, ama hakimin sarhoş olduğunu söylerler. Yılmaz Güney sanatının doruklarında gezdiği bir dönem. Sinema dünyasında ona "Çirkin Kral" lakabı verilmiş. Bu filmin çekimlerinden ötürü, Yılmaz Güney'i görmek için Yumurtalık onun hayranlarıyla dolup taşıyor. Bu filmde, rol gereği Yılmaz Güney'in silah patlatması gerekiyor. Bu sahneyi duyan hakimin, "Burada silah patlatılırsa, anında yasal işlem yaparım. O adam Çirkin Kralsa, bende Yumurtalık Kralıyım" dediğini söylüyorlar. Birden fazla görgü tanıklığı, hakimin bu yoğun ilgiden dolayı çok rahatsız olduğu Yılmaz Güney'i kıskandığı yönünde ifadeleri de var.
Kimse çıkıp, maktulün bu menfur olayı çok tahrik ettiğini, adalet dağıtmayla mükellef bir hakimin, kendi konumuna ve eğitimine yakışmayan davranışlar içine girmiş olduğunu ve bunun ağır bir tahrik oluşturduğundan bahsetmiyor. Peki bütün bunlar, bir insanın canının alınmasına haklılık kazandırır mı? Asla. Bizim anlatmaya çalıştığımız olayda çok ağır tahrikler olmasına rağmen verilen 19 yıl hapis. Bu ceza, vicdanlara hitap eden bir adalet ölçüsü olabilir mi? Kaldı ki ülkesinin uluslararası sinema alanında gurur verici imzalar atmış, ödüller kazandırmış bir sanatçıya devletin hakiminin, destek mi? köstek mi olması gerekir? Ama suç onda değil, Hukuku, devletin korunması için var olduğuna inandırılan anlayışta. 1960 ların başında Cezayir ulusal kurtuluş savaşında, Fransa'nın yaptığı katliamları protesto etmek için Paris sokaklarını inleten Yazar ve filozof Jean Paul Sartre' yi dönemin cumhurbaşkanı De Gaulle (Dögol) ye şikayet eden Paris emniyet müdürü; "Efendim savaş şartlarındayız Sartre'nin Paris halkını kışkırtması vatana ihanettir. Onu tutuklamak istiyoruz" dediğinde De Gaule tarihe geçen şöyle bir söz kullanır; "Sakın ha Sartre Fransa demektir" namuslu olmak budur. Onur budur. Türkiye Yunanistan ile savaşa girse, yada şu an ki mevcut durumda Türkiye'nin Suriye'deki Kürt şehirlerini işgal etmesi, Vahşi fundamentalist dinci paramiliter çetelerin Kürtleri öldürmesi, tecavüz ve göçe zorlaması konusunda sözde Türk solunun böyle bir eylemlerini tasavvur edebilir misiniz? Yılmaz Güney, onurun ve erdemliliğin, zulme karşı boyun eğmez kahramanlık timsalidir. Kürtlerin ve mazlumların hep kalbinde yaşayacaksın.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.