28 Kasım sabahı Chicago’ya vardık. Chicago, İlinois Eyaleti’nin başkenti. Michigan Gölü’nün Güney ucunda yer alıyor.
Havalaanı, Washington’a yakın Baltimore şehrinde. Akşam, Washigton’dan ayrılarak Baltimore’e geldik. Gece orada otelde kaldık. Sabah erkenden havaalanına vardık. Sait Pektaş, Washington’da bizden ayrıldı. ‘Kızım Florida’da oturuyor, oraya gideceğim’ dedi.
ABD’de, araba kiralama işi çok gelişmiş. Sertaç Washington’da bir araba kiralamıştı. Bu arabayla üç gün dolaştık. Chicago’ya giderken, Baltimore’da bu arabayı bıraktı. Chicago’da yeni bir araba kiraladı.
Sertaç Temel’in işi aslında California’da. Bizlerle ilgilenmek için Washington tarafına gelmiş. Sertaç’ın ortaklarında Servet Tosun, Washington’da, Ömer Kaçmaz New Jersey’de oturuyor.
Chicago’ya bizi Metin Serbest davet etmişti. Metin Serbest avukat. Aynı zamanda iş adamı. Chicago’da lokantası var. Araba kiralama işi yapan bir şirketi de var.
Chicago’da bizi arkadaşların karşılayacağını bekliyorduk. Öyle olmadı. Bizi bir Çinli karşıladı. Havaalanından çıkışta, elinde ‘Beşikci’ yazan kağıt tutan bir Çinliyle karşılaştık. Yanında başka kimse yoktu. Bizi karşılamaya geldiğini anladık. Görevin, çok iyi yapan, layıkıyla yapan bir Çinli. Ama çok asık suratlı. Hiç gülmüyor. Bize ‘hoş geldiniz’ bile demedi. Sorularınıza da cevap vermez bir tutum içinde. Valizlerimizi arabaya taşıdı, yerleştirdi. Bizi arabaya bindirdi. Bizi otele götürdü.
Metin Serbest’in araba kiralama işi yapan bir şirketi var. Çinli sürücü Metin Serbest’in yanında çalışıyor.
Chicago soğuk. Yollarda, çevrede kar var… Havaalanından Chicago’ya gelen yolun her iki tarafında iki katlı bahçeli evler ve sanayi tesisleri var. Çatılarda kar gözüküyor.
Konferanstan önce otele dostumuz Abdullah Alagöz geldi. Bir süredir ABD’de yaşıyormuş. Chicago’ya yakın bir şehirde yaşadığını, oyuncak mağazası olduğunu söyledi… Üniversitedeki konferansa birlikte gittik…
Northwestern Üniversitesi
Chicago’daki konferans Kürdistan’ın statüsü ile daha doğrusu, statüsüzlüğü ile ilgiliydi. Konferans, Northwestern Üniversitesi’nde 28 Kasım günü akşam gerçekleşti. Konferansa hocalar ve öğrenciler katıldı. Hocalardan biri Filistin üzerinde uzman bir profesör…
Doktora öğrencilerinden Deniz Duruiz, bizle çok yakından ilgileniyor. Deniz Duruiz, Mardin’in Derik ilçesinde mevsimlik işçilerle ilgili antropolojik bir çalışma yaptığını söyledi. Derik’te çalıştığı süre içinde, Davut Özcan’ın evinde misafir oluyormuş… Davut Özcan ağabeyle, 12 Mart Rejimi’nde, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Tutukevi’nde iki yıl beraber kalmıştık. Türkiye İşçi Partisi Derik ilçe Başkanıydı. TİP Kongrelerine Mardin delegesi olarak katılıyordu.
Davut Özcan, mahkemeye, Bahri Koçkaya’yla birlikte gidiyorlardı. Doğu Mitingleri’nde yaptıkları konuşmalardan yargılanıyorlardı. Gardiyan, akşam, koğuşun kapısına gelir, ‘Davut Özcan, Bahri Koçkaya, yarın sabah saat 9’da mahkemeye!’ diye bağırırdı. Doğu Mitingleri, 1967 Sonbahar’ında, Diyarbakır, Silvan, Siverek, Batman, Ağrı, Tunceli illerinde yapılmıştı. Son Doğu Mitingi, Kasım ayı başlarında Ankara’da yapılmıştı. Davut Özcan, Kürd şairi Kadire Cano’nun küçük kardeşiydi. Davut Özcan ağabeyi birkaç yıl önce kaybettik. Sevgiyle anıyorum.
Konferans, Kürdistan’ın statüsü, daha doğrusu statüsüzlüğü ile ilgiliydi. Kürdistan’ın sömürge bile olmadığı dile getirildi. Sömürgenin, çok alt düzeyde de olsa bir statü olduğu, Kürdistan’nın hiçbir statüye sahip olmadığı vurgulandı… Bu çerçevede, Afrika’da sömürgelerin nasıl kurulduğu, sınırların nasıl belirlendiği, Kürdistan’da sınırların neden belirlenemediği konuşuldu… Bu bağlamda, Kürdistan’ın güneyinde, 25 Eylül 2017 Referandumu üzerinde de duruldu.
Afrika sömürgeleriyle Kürdistan karşılaştırması yapıldı. 6 Mart 1975’ Cezayir’de gerçekleşen anti-Kürd anlaşmada Cezayir’in tutumu incelendi. 15 Şubat 1999’da, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da, Türkiye’ye teslim edilmesi sırasında, Kenya’nın tutumu incelendi. Sömürgeciliğe kaşı ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmüş bu halkların, Kürdlere karşı, emperyal ve sömürgeci devletlerin yanında yer aldıkları vurgulandı. Bu konular irdelendi. Ayrıca, ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten Filistinli Arapların her zaman Kürdlere karşı, Irak’ın, Türkiye’nin, Suriye’nin, İran’ın yanında yer aldıklarına, hatta Kürdlere karşı savaştıklarına işaret edildi…
Konferans sonunda birçok soru soruldu. O sorulara da cevaplar verilmeye çalışıldı. Bu arada, Filistin konusunda uzman olan Profesör de Filistin hakkında bazı açıklamalar yaptı.
Konferanstan sonra, Metin Serbest’in lokantasına gittik. Orada, İskilip’ten iki arkadaşla tanıştım. İkisinin de ailesini, İskilip’te oturdukları sokakları biliyorum. Biri üniversitede jeoloji profesörü olarak çalışıyor. Öbürü mimar. Arkadaşlardan biri benim dayımın arkadaşının torunu oluyor. Dayımı, 1944 yılında 15 yaşındayken kaybetmiştik. Chicago’da, Metin Serbest’in lokantasında iki İskilipli ile karşılaşmak benim için çok ilgi çekici oldu.
John Hancook Center
Chicago’da gökdelen binalar çok. En yükseği, 96 kat olan John Hancook Center’di. 29 Kasım günü bu binaya biz de çıktık. Terasta, Chicago’nun her tarafı görünüyor. Bütün Chicago ayaklar altında… Sisin ve bulutların arasından, Michigan Gölü ve gölün kıyındaki Michigan Eyaleti’nin ufukları da seçilebiliyor.
Terasta gezinirken, Behice Boran’ın yaşam öyküsünden bir kesit aklıma düştü. Behice Boran 1935-1939 yılları arasında Michigan Üniversitesi’nde Sosyoloji okumuş. Bu alanda doktora yapmış. Doktorasını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş. Dil- Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde çalışmaya başlamış. Fakülteye Milli Eğitim Bakanı tarafından Sosyoloji doçenti olarak atanmış.
Behice Boran sosyalist düşüncelere Michigan Üniversitesi’nde tahsildeyken ulaştığını dile getiriyor. Michigan’da, çok katlı apartmanlardan ve onların dibinde yoksulların, daha çok siyahilerin yaşadığı mahallelerden söz ediyor Siyahilerin hem polis güçleriyle hem de kendi aralarında sık sık çatıştıklarını da anlatıyor… Apartmanlarda varlıklı beyazların, gecekondu semtlerinde yoksulların daha çok da siyahilerin kaldığını vurguluyor. Sınıf farklarının oluşması konusunda düşünmeye başladığına vurgu yapıyor. Beyazların siyahilere karşı ırkçı yaklaşımlar içinde olduklarını, siyahlara karşı ırk ayrımı politikası güttüklerin de anlatıyor.
ABD’de artık ırkçılık kalmamış. Siyahları artık her alanda görüyorsunuz. Otellerde, lokantalarda, öğrenci ve öğretmen olarak okullarda, hoca olarak üniversitelerde, havaalanlarında, biniş kartı alırken ve pasaport kontrolü yapılırken vs… Emniyette, jandarmada, kamu yönetiminde… her yerde görüyorsunuz… Siyahların kendi aralarında artık daha uyumlu yaşadıkları da dikkatlerde kaçmıyor…
Bunları düşünürken, Sertaç bana bir fotoğraf gösterdi. Fotoğrafta 1928 yılında Chicago sokakları görülüyor. Sokakta görülenler çok büyük bir çoğunlukla siyahlar. Bugün artık Chicago merkezde de siyahlar çoğunluk oluşturmuyor. Azalmışlar. Bunu Sertaç şöyle açıkladı: Varlıklı beyazlar Chicago merkezde çoğalmaya başladı. Bu sırada gecekondular yıkıldı, yeni apartmanlar yapıldı. Yeni yapılara varlıklı beyazlar taşındılar. Siyahlar yeni apartmanlarda oturacak kadar maddi güce sahip değillerdi. Bu koşullarda da Chicago’nun çeperlerine doğru çekildiler… Chicago’nun çeperlerinde, iki katlı, bahçeli evlerde siyahlar yaşıyor… John Hancook Center’de, bunun gibi pek çok fotoğraf var. Gökdelenin terasında duvarlara bu fotoğraflar asılmış.
Akşam Sohbet Toplantısı
Metin Serbest’in lokantasının alt bölümünde genişçe bir salon var. 29 Kasım akşamı orada sohbet toplantısı yapıldı. Bu toplantıya, Northwestern Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Deniz Duruiz de katıldı. Toplantıya katılan herkes, çeşitli konulardaki düşüncelerini açıklıyordu.
Ben de Devletin, Kürd/Kürdistan politikasının temelinin asimilasyon yani Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu olduğunu söyledim. Kürdçe yasaklarının bu politikanın uygulanmasında çok önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Cumhuriyetin başından beri Kürdçe yasaklarının kararlı bir şekilde gündemde tutulduğunu anlatmaya çalıştım. Bengal ulusal kurtuluş mücadelesini, bu mücadeleye yön veren Bengal Dil Hareketi’ni dile getirmeye gayret ettim.
Devletin Kürdçe yasaklarına karşı, Kürdlerin de Kürdçe’yi savunmaları, Kürdçeyi yaşamaları, çocuklara Kürdçe’yi öğretmek için her türlü çabayı göstermeleri gerektiğini belirtmeye çalıştım. Ama böyle olmadığını, Kürdlerin önemli bir bölümünün, bu konuda duyarlı davranmadığını, bugün Kürdistan’da yoğun ve yaygın bir asimilasyonun yaşandığını söylemeye çalıştım.
Anadili konuşmanın, yaşamanın çok önemli olduğu, ama, yeterli olmadığı açıktır. Bugün, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, anaokulundan üniversiteye kadar Kürdçe eğitim var. Ama orada da Kürdi ve Kürdistani tutumlar gelişmemiş. siyasal partiler, kendi örgütsel çıkarlarını, Kürdlerin, Kürdistan’ın genel çıkarlarının önüne koyabiliyor, sık sık ihanetler yaşanabiliyor.
Bunları konuşurken, bir kişi, kendini tanıtarak, söz istedi. Kürdistan Demokrat Partisini, Barzanileri, Mesut Barzani’yi suçlamaya, aşağılamaya başladı. Barzanilerin şeyh olduğunu, aşiret olduğunu, ilkel ve gerici olduklarını vs. söylüyordu. Kürdistan’da, yolsuzluğun, rüşvetin sürüp gittiğini, Barzanilerin, yolsuzluk yapanların, rüşvet alanların şahı olduğunu söylüyordu. Kürdistan’da her gün 10-15 kişinin öldürüldüğünü, üç-beş kadının öldürüldüğünü, burada Barzanilerin büyük rolü olduğunu söyledi…
Böyle bir sohbet toplantısında bunların konuşulması insani çok şaşırtıyor. Bu kişiye, söylediklerinin çok yanlış olduğunu, hiçbirinin gerçeği aksettirmediğini, bu anlatılanların, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, hiçbir karşılığının söylemeye çalıştım. ‘Senin düşüncelerin, katılaşmış, taşlaşmış, değişmez. Eleştiriye kapalı bir düşünce… Ben ne söylesem söyleyeyim, sen aynı şeyleri yine tekrar edeceksin. Bu bakımdan seni ikna etmek gibi bir çaba içinde değilim. Ama şu açık, Kürdler, Kürdistan, Kürdistan Demokrat Partisi düşmanlığıyla, Barzani düşmanlığıyla hiçbir yere varamaz…’
Bu konuşmaları yaparken, bu kişi, konuşları, cevapları dinlemeden, salonu terk etti. Bu konuşmadan sonra İBV Başkanı Ruşen Arslan’da kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasında, demokrasiye, ifade özgürlüğüne, herkesin birbirlerine dinlemesi gerektiğine dikkat çekti. Barzaniler suçlayan kişinin konuşulanları dinlemeden salonu terk etmesini eleştirdi.
Yolsuzluk ve rüşvet konusunda kısa bir açıklama yapmak gereğini duyuyorum. Hewler, Duhok, bir de Süleymaniye var. Ama Süleymaniye 2003’den önce de gelişmiş bir şehirdi.
Hewler ve Duhok… Bu iki şehrin imarı konusunda bir anımı dile getirmek istiyorum. Bağdat’da, Basra’da çalışan bir mühendis arkadaşım var. Türk. Bu arkadaş, Arap iş adamalarıyla yakın ilişki içinde… Bu arkadaş, bana beraber çalıştığı Arap iş adamının bir anlatısını dile getirdi: Arap iş adamı, iş olanakları, yatırım olanakları bulabilir miyim, diyerek 2013 sonlarında, 2014 başlarında, Kürdistan’a gidiyor. Süleymaniye, özelikle Hewler ve Duhok şehilerini görünce çok şaşırıyor. Ve Türk mühendis arkadaşa, ‘Kürdistan’da rüşvet, yolsuzluk vs. daha az’ diyor. Arap iş adamı şöyle söylüyor… ‘Hewler ve Duhok… Bu iki şehir, 15-20 yıl önce köy gibiydi. Şimdi batılı birer şehir olmuşlar…Kürdlerin bütçeden aldıkları % 17’lik geliri nereye harcadıkları böylece görünüyor. Bağdat, bu bütçenin beş katını kullanıyor ama Arap tarafında yeni bir yatırım, yenilik yok, Bu kadar para nereye harcanıyor? Rüşvet, yolsuzluk, Bağdat tarafında, Arap tarafında çok çok fazla…’
30 Kasım sabahı Chicago Havaalanı’ndan Boston’a uçtuk. Bizi havaalanına götüren yine Çinli sürücüydü. Çinli sürücü görevini çok iyi yapıyor. Zamanında yapıyor. Ama asık yüzlü, hiç gülmüyor. Bize ‘güle güle’ bile demedi… Sertaç, havaalanında valizler bir yük arabasına koyabilmek için yük arabalarından birin, birbirine ulanmış yük arabası katarından çıkarmak istedi. Fakat, bunu başaramadı. Fakat bunu başaramadı. Yük arabalarından birini çektiği zaman, katarın tümü hareket ediyor. Bu konuda Çinli sürücüden yardım istedi. Çinli sürücü, vücut hareketleriyle, ‘bu beni ilgilendirmez’ tutumu sergiledi…
Chicago Havaalanı’ndan Boston’a uçarken, pasaport kontrolünde bize hızlı geçiş hakkı tanındı…
Not: Bundan önceki yazıda, isimlerde be çeviri anlatımında bazı yanlışlar olmuş. İlgili arkadaşlardan ve okuyuculardan özür dilerim…
Naksuma değil, Natsumi; Sait Bektaş değil, Sait Pekdaş. 26 Kasım günü, National Presse Club’deki konferansda moderatör, Prof.Dr. Deniz Ekici’ydi. Çeviriyi Ethem Çoban yaptı. Birkaç bölümde, çeviriye Deniz Ekici de katıldı…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.