Grê Spî’nin kurtarılması, Baas diktatörlüğünün, Kürdistan’ı Kürdlerden arındırma, Kürdistan’a Arapları yerleştirme politikalarını gündeme getirmiştir. Irak Baas Partisi bu politikayı Güney Kürdistan’da, Suriye Baas partisi bu politikayı,
Kürdistana Rojava’da uygulamıştır.
Irak’ta Saddam Hüseyin, (1937-2006), Suriye’de Nurettin Atasi (1929-1992) ve Hafız Esad (1930-2000) dönemlerinde bu politika, kararlı bir şekilde uygulanmıştır. Irak’ta, özellikle Kerkük’de, Kürdistan’ı Kürdlerden arındırma, Kürdistan’a Arapları yerleştirme politikası Baas partisi tarafından 1960’larda uygulanmaya başlanmış, 1970’lerde Saddam Hüseyin döneminde yoğunlaştırılmış, yaygınlaştırılmıştır.
Suriye’de, Cizire’den başlayıp Afrin’e kadar uzanan bölgeye ‘Altın Hilal’, ‘Verimli Hilal’ deniyor. Burası Kürd bölgesidir. Türkiye sınırı boyunca, bazı alanlarda genişleyerek uzanan bir şerit. Kürdistana Rojava. 1966-1970 yılları arasında, yani Nurettin Atasi’nın cumhurbaşkanlığı döneminde Kürdistana Rojava’ya, bölgenin nüfus yapısının değiştirmek için çok müdahale oldu.
Altın Hilal’in çeşitli alanlarından Kürdler zorla çıkarılarak Güney Suriye’ye, çöllere sürgün edildi. Kürd ailelerden boşaltılan yerlere Arap aileler yerleştirildi. Nurettin Atasi’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde, Altın Hilal’e, Kürdistana Rojava’ya müdahale sistematik olarak sürdürüldü.
Hafız Esad 13 Kasım 1970’de Askeri darbeyle iktidara geldi. Nurettin Atasi görevde uzaklaştırıldı. Nurettin Atasi de Hafız Esad da Baas Partisi’ne mensuptular. Her ikisi de ordu mensubuydu. Ordu içindeki farklı kanatlardan oldukları söylenebilir.
Hafız Esad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde de, Kürdistana Rojava’ya müdahale sürdürüldü. Bölgenin birçok yerinde, Kürd aileler, devlet terörü eşliğinde, Güney’e sürgün edildiler. Kürdlerden boşaltılan köylere, alanlara, Arap Aileler yerleştirildi. Bundan sonra, Baas yönetimi, bölgeye ‘Arap Kemeri’ demeye başladı. (Salah Bedreddin, Kürd Ulusal Özgürlük Mücadelesi, Suriye, Hivda İletişim, çev. Ümîd Demirkan, İstanbul, 2014, s. 71)
PYD 2014 yılı başlarında, Kürdistana Rojavada üç kanton ilan etti. Cizire, Kobanê ve Afrin kantonları. Kantonlar birbirinden kopuktu. Kopukluk, bazı alanlarda, 1960’larda, 1970’lerde Kürdlerin sürgün edilmelerinden, sürgün edilen alanlara Arapların yerleştirilmelerinden dolayıydı. Kopukluk, el Nusra’yle, İŞİD’le mücadelede büyük sorunlar yaratıyordu. İŞİD’in Kobanê’ye saldırısı bu ortamda gelişti.
2015 başlarında, Peşmergenin ve koalisyon güçlerinin hava akınlarının yardımıyla, PYD, Kobanê’nin kurtuluşunu sağladı. İŞİD yenildi. Haziran ortalarında da, PYD, koalisyon hava akınlarının ve Özgür Suriye ordusunun bir kanadının yardımıyla, Grê Spî’yi İŞİD işgalinden kurtardı. İŞİD’in Türkiye’den sağladığı ikmal yolları kesildi, Rakka bağlantısı koparıldı. Rakka yolunda PYD denetimi sağladı. İŞİD’in en büyük yardımcısının Türkiye olduğu biliniyor. Silah araç-gereçlerinin temin edilmesinde, militan geçişlerinin sağlanmasında Türkiye’nin çok büyük rolü var.. .
Grê Spî’nin İŞİD’den kurtarılmasıyla, Cizire ve Kobanê kantonları birleşmiş oldu. Böylece, Grê Spî eski haline, yani kendine dönmüş olacak. Kobanê ile Afrin arasındaki bölge de İŞİD’den kurtarıldıktan sonra Kürdistana Rojava, Kürd yönetiminde olmuş olacak… Kürd ailelerin sürgün edildikleri alanlardan dönmeleriyle bölge öz yapısına dönmüş olacak. Altın Hilal, Verimli Hilal 1960’lardaki yapısına dönmüş olacak.
1920’ler, Kürdistan’ın/ Kürdlerin Bölünmesi, Parçalanması, Paylaşılması
Kobanê, Grê Spî, Serêkanê… olgularının gündem getirdiği esas süreç şudur: 1920’lerden önce Kobanê-Suruç bir bütündü. 21 Ekim 1921 tarihli, Fransa ile, TBMM Hükümeti arasında imzalanan bir anlaşma ile, Türkiye-Suriye sınırı çiziliyor. Suriye o zaman, Fransa’ya bağlı bir manda (sömürge) olarak kuruluyor.
Bu anlaşma ile Suruç ikiye bölünüyor. Güneyde kalan kesim Kobanêdir. Suruç o zaman Ezidi Kürdlerin yoğun olarak yaşadığı bir bölgedir. 1960Larda, Baas Partisi’nin, Kürdleri yerlerinden etme, ‘Arap Kemeri’ oluşturma sürecinde, Kobanêye Ayn el Arap deniyor.
Bu sınır Akçakale’yi de bölüyor. Güneyde kalan bölüme Kürdler Grê Spî diyor. ‘Arap Kemeri’ oluşturma sürecinde bölgeye Tel Abyad deniyor.
Ceylanpınar, ayın şekilde bu sınırla bölünen bir şehirdir. Şehrin adı Güney’de Serekanê’dir. Araplar, Resulayn diyor. Bu sınır Cizire’den Afrin’e kadar, bütün yerleşim alanlarını şehirleri ikiye bölüyor. Nusaybin-Qamışlo bu şekilde bölünen bir şehir oluyor.
Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 de imzalanıyor. Irak sınırını çizilmesi daha sonraki görüşmelere erteleniyor. Sınır, 5 Haziran 1926 tarihli, Türkiye-Büyük Britanya Anlaşması ile çiziliyor. Bu sınır da sınırdaki yerleşim alanlarını böldü. Aşiretler, aileler, akrabalar, köyler bölündü. Roboski bölünen köylerden, Goyan Aşiret bölünen aşiretlerden biri.
Kürdistana Rojava’da, adı ne olursa olsun bir Kürd siyasal birimi gelişiyor. Bu sürecin zamanlar ete-kemiğe büründürülmesi önemlidir. Şu da belirtilmelidir. Artık, Suriye diye bir devlet yoktur, Irak diye bir devlet de yoktur. Irak’ı da, Suriye’yi de eski haline getirmek, toparlamak artık mümkün değildir. Sykes-Picot düzeni, 1920’lerdeki Milletler Cemiyeti düzeni çoktan iflas etmiştir. Kürdlerin bir egemenliğe sahip olmaları, kendi kendilerini yönetmeleri, kendi geleceklerinin kendilerinin belirlemesi, bağımsız Kürd devleti, Ortadoğu barışının önemli bir koşuludur.
Günümüze kadar, Kürdleri/Kürdistan’ı baskı altında tutan, Kürdlerin haklarını özgürlüklerini gasbeden, Kürdleri birbirleriyle çatıştıran, bundan medet umanlar, Kürdistan’ı yakıp yıkanlar, Kürdleri kendi ülkelerinde mülteci duruma düşürenler, bunun için soykırıma varan operasyonlar yapanlar hep Müslüman devletlerdi. Bunu da bilincinde olmak, her koşul altında Kürdistan’ı savunmak, Kürdistanî değerlere, Kürdî değerlere sahip çıkmak önemli olmalıdır.
Kerkük Üzerinde Kürd Israrı
Kendisi de Kerküklü olan Kemal Kerküki, ( d. 1954) ailesinin anlatımlarına ve kendi gözlemlerine dayanarak, 1945-1946 yıllarında Kerkük’de sadece beş Arap ailenin olduğunu vurgulamaktadır. Arap ailelerin sayısının 1960’larda, Baas Partisi’nin Kürdleri yerlerinden etme, Kürdistan’a, Kerkük’e, Arap aileleri yerleştirme politikaları sürecinde çoğaldığını belirtmektedir. Kemal Kerküki, Kürdistan Parlamentosu’nun eski bir başkanıydı. Günümüzde de Kerkük Cephesi’ de, Peşmergedir, Peşmerge komutanıdır.
Kerkük, 11 Mart 1970 tarihli, Mele Mustafa Barzani ile, Saddam Hüseyin arasında imzalanan Kürdistan’a Özerklik anlaşmasının önemli bir maddesiydi. Kerkük’de nüfus sayımı yapılacak, sayım sonuçlarına göre, Kerkük’ün geleceği belirlenecekti.
Kürdler, Kerkük üzerinde çok ısrarlıydı. Saddam Hüseyin, Kürdlerin nüfusunun çok çıkacağını bildiği için, böyle resmi bir bilginin olmasını istemediği için bu sayımı yapmadı. Kürdlerin ısrarı üzerine 1972-1973 yıllarında, Mele Mustafa Barzani’ye şöyle bir teklif götürdü: Kerkük’ü ikiye bölelim. Yarısı Kürd bölgesinde kalsın, yarısı Bağdat’da… Fakat, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mele Mustafa Barzani, Kerkük’ün Kürdistan olduğu konusunda ve nüfus sayımı konusunda ısrarcı oldu. O zaman Irak Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı (Başbakan) Saddam Hüseyin, şöyle dedi: O zaman, Kerkük’den Kürdleri süreceğim, Kürdlerden boşalacak yerlere Arap aileleri yerleştireceğim, böylece Arap nüfus çoğalmış olacak. Mele Mustafa Barzani’nin cevabı şudur: Kerkük’de tek bir Kürd bile kalmazsa, Kerkük, yine Kürdistan’dır.
Saddam Hüseyin, dediklerin yaptı. Kürdleri Kürdistan’dan, Kerkük’den sürgün edebilmek için devlet terörünü tırmandırdı. 1970’lerde bu politikayı sistematik bir şekilde yaşama geçirdi. Enfali geliştirdi. 1983-1988 arasında enfal tırmandırıldı. 16 Mart 1988 Halepçe, enfalin doruk noktalarından biriydi. Enfalin soykırım olduğu, artık iyice biliniyor. Saddam Hüseyin’in, Kürdlere soykırım yapabilmek için İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i de nasıl istismar ettiği dikkatlerden uzak değildir
Bugün Kerkük ve Kürdistan’dan koparılan öteki alanlar, artık Peşmergenin denetimi altındadır. Güney Kürdistan’da, % 95-96 oranında Kürd egemenliği söz konusudur. Peşmergenin, artık bu alanlardan çekilmeyeceği, bu alanlardaki varlığını güçlenerek koruyacağı açıktır.
Türkmenler
Kerkük’de Türkmenler de yaşamaktadır. Ama Türkmen nüfusu, bazı Türkmenlerin söylediği kadar büyük değildir. 1990’larda, Irak zor durumdaydı. Türkiye Türkmenlere gıda yardımı yapıyordu. Ama, Türk Kızılay’ı sadece Türkmenlere gıda yardımı yapıyordu. O dönemde Kürdler de çok zor durumdaydı. Saddam Hüseyin yönetimi Kürdistan’a ambargo uyguluyordu. Ambargo Kürdler, çok mağdur etmişti. İşte bu ortamda, bazı Kürdler, Türk Kızılay’ının gıda yardımını alabilmek için kendilerin Türkmen yazdırmışlar. Türkmenlerin nüfusu bu bakımdan çok görünüyordu. Irak’a, 2003 ABD müdahalesinden sonra, durum değişti. Gıda torbaları alabilmek için kendilerini Türkmen yazdıranlar, esas kimliğine döndü. Güney Kürdistan’da yapılan 2005 seçimleri, Türkmenlerin gerçek nüfusunu göstermiş oldu.
Baas Partisi’nin üç önemli ilkesi vardı. Birlik, Sosyalizm, Bağımsızlık… Ama, Baas yöneticileri bu üç ilkeyi de hep Kürdlerin aleyhine yorumluyorlardı. Örneğin, Kürdistan’ı her zaman Arap anavatanının bir parçası sayıyorlardı. Kürdistan Demokrat Partisi, Mele Mustafa Barzani, Kürdistan’ın ayrı bir ülke olduğunu, Kürdlerin ayrı bir halk olduğunu, Kürdistan’ın, Kürdlerin vatanı olduğunu, Baas yöneticilerin anlatmak için çok çaba harcadı.
Baas Partisi
Baas partisi 1943 de, Mişel Eflak (1910-1989) ve Salah Bitar (1912-1980) tarafından kurulmuştu. Daha sonra, 1948 yılında buna Zeki Arsuzi ( 1899-1968) ’de katılmıştı. Baas Partisi’nin kuruluşunda bir birlik vardı. Mişel Eflak, Ortodoks Hristiyan bir Araptı. Salah Bitar Sünni Müslümandı. Zeki Arsuzi Nusayriydi. Ama Baas Partisi Araplar arasında birliği sağlayamadı.
Araplar arasındaki birliği, daha sonra, Mısır Lideri Cemal Aldülnasır (1918-1970) da kuramadı. 1958 de, Suriye ile Mısır arasında kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti, 1961 e kadar yaşayabildi. 1955-1958 arasında Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el Kuvvetliydi. Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin Başkanı Başkan Cemal Abdülnasır’dı Ama Şükrü el Kuvvetli, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin başkan yardımcısı değildi. Bütün idari ve siayasi kurumlar, Başkan Abdülnasır’ın denetimi altındaydı. Bundan dolayı cumhuriyetin ömrü kısa oldu.
Bugün Basra Kürfezi’nden Fas’a kadar 22 Arap devleti var. Filistin Arap Devleti’yle 23 olacak. Arap Birliği Örgütü’de, İslam Konferansı da bu birliği sağlayamıyor.
Bölünmenin, Parçalanmanın, Paylaşılmanın Sonuçları
1919-1922 Türk milli mücadelesinde, manda tartışmalarının yapıldığı dönemde, Türk aydınları, yazarlar, şöyle diyorlardı: En kötü, en olumsuz şey, bölünmek, parçalanmaktır. Bütün olarak kalmaya çalışalım. Manda olunsa bile bir bütün olarak kalalım…
Türk milli mücadelesi döneminde Yahya Kemal (Beyatlı) ve başka Türk aydınları, yazarlar böyle konuşuyorlardı, böyle yazıyorlardı. Çünkü, bölünmenin, parçalanmanın çok ağır sonuçlar yaratacağı yakından biliniyor.
Ama, bu mücadelenin sonunda, bölünen, parçalanan, paylaşılan Kürdler/Kürdistan oldu. Bu Kürdler için Kürdistan için çok ağır sonuçlar ortaya çıkardı. Dikenli teller, mayın tarlaları, gözetleme kuleleri , casus uçakları, Kürdler/Kürdistan arasında, bölünmeyi, parçalanmayı, paylaşılmayı derinleştiren, yaygınlaştıran unsurlar oldu.
Bugün, Kürdler, 50 milyondan fazla nüfusa sahip olmalarına rağmen dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi değil. Adı uluslararası ilişkilerde, hak, hukuk, özgürlük söz konusu edildiği zaman değil, terör denildiği zaman geçiyor. Halbuki dünya uluslar ailesi içinde, nüfüsu çok küçük olan halkların, Kürdistan’ın bir beldesi kadar nüfusa ve toprağa sahip olmayan halkların kimlik sahibi olduğu görülüyor.
Ama bütün bunların, Kürdlerin bir kısmı tarafından dert edilmediği de görülüyor. 50 milyon olacaksın, ama, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmayacaksın, bunu dert de etmeyeceksin… Bu, dikkate değer bir durum. Bu umursamazlık, aldırış etmemezlik de incelenmesi gereken bir durumdur. Kanımca, bu, genel olarak, sosyolojinin değil, antropolojinin yöntemleriyle incelenmesi gereken bir durumdur. İnsanı, kültürü, davranışları incelemek önemli…
Yukarıda, Kürdleri baskı altında tutan, haklarını, özgürlüklerini gasbeden devletlerin Müslüman devletler olduğu vurgulandı. Burada, dönemin Büyük Britanya, Fransa gibi emperyal devletlerinin çıkar ilişkilerinin değerlendirilmesi şüphesi önemlidir. Anti-Kürd dünya nizamını eleştirmek, bu eleştiriyi sürekli yapmak elbette önemlidir. Ama bu eleştiri ilk önce Kürdlere yapılmalıdır. Ondan sonra, bugün, Kürdleri müştereken yöneten devletlere, devletlerarası sömürge ilişkilerine, Türkiye’ye, İran’a, Irak’a, Suriye’ye yönetilmelidir. Bu ilişkiler ağında, 1920’ler, Milletler Cemiyeti, Kürdlere statü vermeyen bir statükonun kurulması, anti-Kürd dünya nizamı eleştirilmelidir.
1920’ler… Bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın üçüncü bölüşümüdür, paylaşımıdır. Bu ne demektir? Demek ki,
Kürdlere bir zaaf vardır. Kürdlere hasım olan güçler, Kürdlerin bu zaafından yararlanarak onu bölüyor, parçalıyor, paylaşıyor, Kürdleri kendi çıkarları doğtultusunda seferber ediyor. Antropolojinin yöntemleriyle incelenmesi gereken temel ilişkiler de bunlardır.
Kobanê’nin Gösterdiği
Kobanê şüphesiz çok büyük bir direniş sergiledi. Kobanê direnişi Kürdistan tarihinin çok değerli bir sayfasıdır. Ama Kobanê önemli bir konuyu da gündeme getirdi. Şehirleri piyade silahlarıyla, hafif silahlarla koruyamazsınız. Kalaşnikoflarla dağda savaş yürütebilirsiniz, ama şehirleri korumak ancak ağır silahlarla mümkün olur. Düşman size ağır silahlarla saldırıyor. Sizin de o türden silahlarınız olması gerekir.
Kobanê’de ne oldu? İŞİD Kobanê’ye saldırınca, Kobanê boşaltıldı. Nüfus çeşitli alalara dağıldı. Kobanê yakıldı, yıkıldı. Bu da çok büyük sorunlar otaya çıkardı. Halbuki, şehirleri içinde yaşayanlarla birlikte savunmak gerekir. Bu da ancak ağır silahlarla olur. Ağır silahlarlın caydırıcı olma özellikleri vardır. Ağır silahlara sahipseniz size kolay kolay saldıramazlar.
İŞİD ağır silahlara nasıl sahip oldu? Musul’da, Ramadi’de İŞİD ağır silahları nasıl ele geçirdi? İŞİD saldırdı, Irak ordusu, bütün silahlarını bırakıp çekilip gitti. Musul’da da, Ramadi’de de böyle yaptı.Bu bakımdan, İŞİD’i silahlandıranın, bir bakıma Irak olduğu da söylenebilir. Kanımca, Kürdler böyle bir şansa sahip olmayabilir. Bu bakımdan gerek Peşmerge, gerek PYD ağır silahlara sahip olmanın yolunu bulmalıdır. Çatışmalar sırasında, düşmandan ele geçirilen ağır silahlar olabilir. Ama, Kürdlerin, ağır silahlara, düzenli ağır silahlar kullanan birliklere sahip olması gerekir. Ağır silahlara sahip olmanı yolu da devletleşmeden geçer. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.