Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı - 4
"Fakat yine de, o dönemdeki Kürt Marksist örgütlerini günümüzdeki hâkim Kürt siyaseti’nden ayıran çok önemli bir olgu vardı. O da, günümüzdeki hâkim Kürt siyaseti tüm stratejisini Türkiye’yi demokratikleştirmek ütopyası üzerine inşa ederken, o dönemin Kürt örgütleri, tüm zaaflarına rağmen temel stratejilerini kendi milletlerinin özgürlük mücadelesi temelinde oluşturmuşlardı."

Önceki bölümlerde ele aldığımız gibi, 1970’lerin ikinci yarısında ortaya çıkan ve çok kısa bir zaman dilimi içerisinde Kürdistan’da ciddi bir kitle desteği bulan Kürt örgütlerinin en önemli zaafı Marksist ideolojiye bağlılıkları, onun ötesinde ise bu ideolojiyi dogmatik kalıplar içinde içselleştirmiş olmalarıydı.
Bunun en somut hali ise ağırlıklı olarak kendilerini proleter-devrimci olarak tanımlayan bu Kürt örgütlerinin “Kürdistan Devrimi”nin işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşeceğine olan inançları ve bu doğrultuda Türk işçi sınıfını da doğal müttefik olarak görmeleriydi.
Yine bu anlayış doğrultusunda, Kürt örgütlerinin kahır ekseriyeti, Türk toplumunda işçiler ve köylüler başta olmak üzere bir ezilenler sınıfı belirlemiş ve onların da kendileriyle müttefik olacaklarına kendilerini inandırmışlardı. Bu noktada, günümüz hâkim Kürt siyaseti’nin de, gerçeklikten tamamen kopuk bu anlayışı halen devam ettirdiğini ekleyelim.
Oysaki Kürdistan’daki işçi sınıfı günümüzde bile bir milli sınıf olmadığı gibi Türk işçi sınıfı da hiçbir zaman ittifak yapılmayacak sınıfların başında gelmekteydi.
Bu konuda Frantz Fanon’un, Cezayir meselesindeki saptamalarını kimsenin görecek durumu yoktu. Fanon bu konudaki objektif tespitini, gerek Cezayir’de gerekse de Fransa’da , “Proletarya devrimci bir sınıf değildir. Fransız işçiler hem metropolde hem Cezayir’de kurtuluş hareketinin düşmanıydılar” sözleriyle dile getirecekti.
Yani başka milletleri tahakküm altında bulunduran bir milletin işçi sınıfı ve alt tabakaları hiçbir biçimde ittifak yapılamayacak sınıflardır. Çünkü bu sınıflar her durumda, kendi devletlerinin ezdiği milletle en ufak bir empati bağı kurmaktan yoksundurlar. Onların tek talepleri kendi sınıfının daha iyi yaşam koşullarının sağlanmasından ibarettir. Bu nesnel gerçeklik, o dönemde, Türk toplumunun bu sınıflarıyla Kürtler arasındaki ilişkilerde de aynen geçerliydi.
Dönemin Kürt örgütleri bu nesnel gerçekliği görebilmiş olsalardı tüm çabalarını kendi milleti içinde sınıf çatışmalarını nötrleştirmek ve Kürtlerin tüm sınıf ve tabakalarıyla bir milli birlik kurmak alanında kullanabilirlerdi. Yani, bir önceki bölümde Rızgari hareketi ölçeğinde ele aldığımız Kürt feodallerinin, eşrafının vs. bırakın hedef olarak belirlenmesi, engel olarak dahi belirlenmemesi gerekiyordu.
O dönemdeki Kürt örgütleri bir yandan bu vahim hatalarını sürdürürken diğer yandan sonuçta kendilerine en yakın gördükleri Türk Marksistleriyle ortaklaştıkları aynı ideoloji temelinde neredeyse tüm enerjilerini Lenin’in “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” ilkesini kendilerince yorumlamak ve bu kitaptan kimi çıkarımlar yaparak bir anlamda Lenin’in bu tezlerinden kendilerine bir dayanak bulmaya harcamaktaydılar. Bu konuda Kürtlerin kaderlerini tayin hakkının en önemli belgesi olan “Wilson Prensipleri” ni kimse hatırlamıyordu.
Ayrıca, bu konuda, Lenin başta olmak üzere tüm Sovyet Bolşeviklerinin, 1917 Ekim devriminin hemen akabinde Çarlık Rusya’sının milli güçleriyle tekrar birleşerek “Anavatan Savunması” adı altında Çarlık Rusya’sından bakiye sömürgeler üzerinde hakimiyet savaşı yürüttükleri gerçeğini görebilecek durumda değillerdi.
Keza, bizzat Lenin’in, sonrasında “utanç verici bir anomali” olarak adlandıracağı bu milli ittifak temelinde devrimin akabinde Bolşeviklerce, Çarlık ordusunda görevli, generaller başta olmak üzere 30 bin civarındaki subayın tekrar sözümona bu Kızıl Ordu’nun başına getirildiği de somut bir gerçeklikti.
Bu somut olgu, yani, Bolşeviklerin, devrimin başında adını “Kızılordu” olarak koymuş olmalarının bir şarlatanlıktan ibaret olduğu ve özünde bu ordunun tekrar Çarlık subaylarına emanet edildiği gerçeği de o dönemin tartışmalarında yer almamaktaydı.
Ayrıca, devrimin akabinde, Çarlık subay ve generallerinin emrindeki Kızılordu’ nun ilk işi, imparatorluğun sömürgelerini korumak ve tahakkümlerini devam ettirmek savaşını vermek olacaktı. Bu süreçte, Çarlık dönemi Rusya’sının sömürgelerinden Finlandiya, Baltık cumhuriyetleri ve Polonya dışındaki tüm sömürgeler, Rus Marksistlerinin yürüttükleri emperyalist paylaşım savaşı sonucu, Sovyet Rusya’sının egemenliği altında kalacaktı. Diğer yandan, Finlandiya ve Baltık Cumhuriyetleri, Batılı devletlerin işgaliyle bağımsızlığını kazanırken, Polonya muazzam bir direniş gösterip Sovyet Kızıl Ordusu’nu yenerek kendi bağımsızlığını elde edecekti.
Diğer yandan, “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı” nın yorumu konusunda Türk Marksistlerinin temel argümanı Türkiye’de bir sosyalist devrim neticesinde Kürtlerin de kendi kaderini tayin hakkının sağlanacağıydı. Oysaki yukarıdaki satırlarda vurgulamaya çalıştığım gibi, Sovyet devrimi sonrasında Lenin ve Stalin başta olmak üzere Rus Bolşeviklerinin uygulamaları bunun bir ham hayal olduğunun en bariz göstergesiydi.
Fakat yine de, o dönemdeki Kürt Marksist örgütlerini günümüzdeki hâkim Kürt siyaseti’nden ayıran çok önemli bir olgu vardı. O da, günümüzdeki hâkim Kürt siyaseti tüm stratejisini Türkiye’yi demokratikleştirmek ütopyası üzerine inşa ederken, o dönemin Kürt örgütleri, tüm zaaflarına rağmen temel stratejilerini kendi milletlerinin özgürlük mücadelesi temelinde oluşturmuşlardı.
Bu bölümü kapatmadan önce bahse konu dönemdeki Kürt örgütlerinin Marksist ideolojiyi temel rehber edinmiş olmalarının Kürdistan’da yarattığı bir başka olumsuzluğa değinelim. O da, bu örgütlerin bu ideolojiye bağlılığı sonucu kendi milleti içerisindeki dindar-muhafazakar kesime sırtını dönmüş olmasıydı. Oysaki, o dönemde, özellikle, Kürdistan’da medrese geleneğinden gelmiş olan önemli bir Kürt milliyetçisi damar vardı. Bunlar, Kürt milliyetçiliğinin en saf ve ari kesimini oluşturmaktaydılar. Ayrıca bunların pek çoğu, o dönemde Kürdistan’da kanaat önderi olarak nitelendirilebilecek konumda olan saygın isimlerdi. Fakat gerek bu kesim, gerekse de o dönemdeki Marksist Kürt örgütleri kaçınılmaz olarak birbirine karşı mesafeli duracaktı.
Devam edecek…
Son güncellenme: 07:05:42