Üçüncü Erbil Forumu

05.03.2025, Çar - 22:28

Üçüncü Erbil Forumu
Haberi Paylaş

26-28 Şubat 2025 günlerinde, Hewler’de, Üçüncü Erbil Forumu gerçekleşti. Bu Foruma, Rudaw Research Center’in daveti üzerine,  İBV Yönetim Kurulu Üyesi Nihat Gültekin’le birlikte ben de katıldım. Üçüncü Erbil   Forumu, Rudaw Research Center tarafından düzenlendi. Sempozyumun sunucusu her üç günde de Şehyan’dı. Bu uluslararası bir sempozyumdu. Sempozyuma dünyanın her tarafından siyaset adamları, bilim insanları katıldı. Sempozyum, Hewler’de, Rotana Otel’in konferans salonunda gerçekleşti. En az bin kişilik bir salon.

26 Şubat’ta sempozyum, Irak Cumhurbaşkanı Dr. Abdul Latif Rashid’in konuşmasıyla başladı. Irak Cumhurbaşkanı Abdul Latif el Rashid’in konuşmasından sonra, Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani konuştu.

Birinci oturum, Suriye’nin geleceği ile ilgiliydi. Bu oturumda   bir gazeteci Kürdistan Başkanı Nechirvan Barzani ile bir röportaj yaptı.

Bir gazeteci Irak Parlamento Başkanı Mahmud Meşhedani ile röportaj yaptı.

Toplam olarak 15 oturum, beş röportaj gerçekleşti. İkinci gün bir gazeteci “Qubad Talabani ile röportaj yaptı.

Aynı gün, Ruşen Çakır, Hur Dava Partisi genel Zekeriya Yapıcıoğlu ile röportaj yaptı.

Üçüncü gün bir gazeteci eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç ile röportaj yaptı.

Üçüncü gün, Dr. Arzu Yımaz’ın moderatör olduğu bir oturumda, Mersin Milletvekili Mehmet Emin Ekmen, Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı konuşmalar yaptılar. Bu sempozyumda Cengiz Çandar, başka bir oturumda da konuşma yaptı. Erbil Forumu’nun zaman zaman siyasetçileri, bilim insanlarını, gazetecileri bir araya getirmesi, iyi, sürdürülmesi gereken  bir gelenek. …

Üçüncü Erbil Forumu’na 140 konuk davet edilmiş. İlk gün, 8 büyükelçi, 21 konsolosluk yetkilisi hazır bulundu.

                                                            ***

Üçüncü Erbil Forumu günlerinde rahmetli Mustafa Özbay’ın oğlu Emin’le karşılaşmak beni çok mutlu etti. Mustafa Özbay ile, 1971’de  Diyarbakır, Sıkıyönetim Askeri Tutukevi’nde karşılaşmıştım. Çok değerli bir arkadaşımız, dostumuzdu. O zamanlar, Mustafa Özbay’a ‘Muhtar’ denilir, ‘Muhtar’ diye çağrılırdı. Muhtar’ın dört oğlu da PKK’ye katılmıştı. Şehit olanlar, 30 yıldan fazla cezaevinde kalanlar vardı. Emin Özbay, Doğubeyazıt’dan ayrılmış, Duhok’a yerleşmiş. Duhok’ta yaşıyor.

                                                        ***

Erbil Üçüncü Forum’unda ben de bir konuşma yaptım. O konuşma şöyleydi: Birinci Dünya savaşı sonunda uluslararası toplum, Kürdlere, Kürdistan’a çok  büyük, çok ağır bir haksızlık yaptı. Kürdler, Kürdistan bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Dönemin iki emperyal gücü, Büyük Britanya ve Fransa, ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve İmparatorluğun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu ve İmparatorluğun devamı olarak yeni İran Şahlığı. Bu dört güç birbirleriyle işbirliği, güçbirliği yaparak, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesini, parçalanmasını, paylaşılmasını gerçekleştirdiler. Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme İlkesinin geçerli olduğu bir dönemde, bu ilkenin Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Güney Asya’da yaşama geçmesi için çok yoğun çalışmalar yapıldığı bir dönemde, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması dikkate değer bir konudur.

Bu oprasyonlar, Kürdler için çok ağır sonuçlar ortaya koydu. Bu, bir insan iskeletinin bölünmesi, parçalanması, insanın zihninin dumura uğraması gibidir. Bugün, Kürd sorunu diyoruz, Kürdistan sorunu diyoruz. Kürd sorunu nedir, Kürdistan sorunu nedir? Kürd sorunu, Kürdistan sorunu, Birinci Dünya Savaşı sonunda, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklalarının gesbedilmesidir.

Lloyd George (İngiliz Başbakanı), George Clemenceau (Fransız Başbakanı), Woodrow Wilson (Amerika Birleşik Devletleri Başkanı) Bu üç kişi, bir masanın etrafında toplandılar, Kürdlerin de bir iradesi olabileceğini, Kürdlerin de bir vatan sevgisi olabileceğin hiç düşünmeden, buna ihtimal dahi vermeden, Kürdleri, Kürdistan’ı böldüler, parçaladılar, paylaştılar. Aşiretlerin bir parçası Irak, bir parçası İran, bir parçası Türkiye’de kaldı. Aileler aynı şekilde bölündü. Bölünmeyi, parçalanmayı, paylaşılmayı kalıcılaştırmak için sınırlarda dikenli teller, mayın tarlaları oluşturuldu. Sınırla casus uçakları tarafından korunmaya başlandı.

Birinci Dünya savaşı sonunda Araplar da bölündü. Ama Araplar, krallıklar olarak, prenslikler olarak bölündü. Bugün Basra Körfezi’nde Fas’a kadar, bütün krallıklar, prenslikler bağımsız devlet oldular. Kürdler, Kürdistan ise, Kürd adı, Kürdistan adı yeryüzünden, dillerden, tarihlerden silinmek üzere bölündü, parçalandı, paylaşıldı.

                                                        ***

Bugün Basra Körfezi bölgesinde Kuweyt, Katar, Bahreyn, Bileşik Arap Emirlikleri’nin herbirinin nüfusları bir milyonun altındadır. Kızıldeniz’in Afrika’ya bakan tarafında yer alan Cibuti’nin nüfusu da bir milyonun altındadır. Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde yer alan Luxemburg, Malta, Kıbrıs gibi devlerinin nüfusları yine bir milyonun altındadır. Kürdlerin nüfusu ise ben deyim 50 milyon, sen de 60 milyondur, belki daha da fazlasıdır. 48 üyeli Avrupa Konseyi’nde, 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Estonya, Letonya, Litvanya,  Slovenya, Slovakya gibi devletlerin nüfusları, 1,5- iki milyon arasında değişmektedir. Bütün bunlar Kürdlere, Kürdistan’a karşı çok büyük bir haksızlığın, adaletsizliğin göstergeleridir.

                                                       ***

Milletler Cemiyeti, uluslararası barışı kuramamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın gerçekleşmesini önleyememiştir. Ama, devlet adamları İkinci Dünya Savaşı sürecinde de  uluslararası bir örgütün gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. ‘Milletler Cemiyeti’ni zaaflarından arındırarak yeni bir örgüt kurmalıyız’ demektedirler. 1945’de Birleşmiş Milletler bu amaçla kurulmuştur. Birleşmiş Milletler’in kurulmasından sonra, dünyanın çeşitle bölgelerinde  birçok değişiklikler olmuştur. Ama, Kürdistan’da hiçbir şey değişmemiştir. 1920’lerde kurulan anti-Kürd dünya nizamı olduğu gibi devam  etmektedir. Bu yapıda hiçbir değişiklik olması istenmiyor. Bu yapının, bu ilişkilerin sürüp gitmesı isteniyor. Sanki ‘kutsal’ bir yapı. Dokunulamıyor. Kürdler, kararlı ve sürekli direnişleriyle devletin bu anlayışını hükümsüz bırakma çabasına girdiler.

                                                             ***

Bugün, Ortadoğu, Ortadoğu’da güvenlik sorunları gündeme geldiği zaman, Türkiye’nin güvenliğinden, İran’ın güvenliğinden söz ediliyor. Irak’ın güvenliği, Suriye’nin güvenliği gündeme geliyor. Halbuki, güvenlik başta Kürdler için gerekli oluyor. Hatırlayalım. 16 Mart 1988 Halepçe’de Kürdlere karşı gerçekleştirilen operasyon. Bir çırpıda 6000’den fazla Kürd zehirli gazlarla boğulmuştu. Toprak  zehirlenmişti. Onbinlerce yaralı vardı. Ogünlerden bu tarafa hala sakat çocuklar doğuyor. Enfal, 1982’de, 8000 Barzan erkeğinin Barzan’dan koparılıp Güney Irak’ta çöllerde toplu mezarlara gömülmesiyle başlamıştı. Enfal’de, 1982-1988 arasında  182 bin Kürd yok edilmişti. Bu neyi gösteriyor? Güvenliğin Kürdler için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu arada, 1930 Geliyê  Zîlan’da, 1935 Sason’da, 1938 Dersim’de, 1943 Özalp-Van’da, 1979 Mahabad’da  da soykırımlar yaşandığını unutmayalım.

Hatırlayalım, 11 Mart 1970’de  Mele Mustafa Barzani ile Saddam Hüseyin arasında Kürdistan’ın özerkliği anlaşması yapılmıştı. Hewler, Süleymaniye, Duhok özerk alanlar olmuştu. Bir de Şengal’de, Xaneqin’e kadar, Kerkük’ü de içine alan Kürdistan’dan koparılan alanlar vardı. İki yıl içinde bu alanlarda sayım yapılacak, Arap nüfus fazla çıkarsa bu iller Bağdat’a, Kürd nüfus fazla çıkarsa bölge Kürdistan’a bağlanacaktı. Bu iki yıl içinde Kürdler, Saddam Hüseyin’e sayım konusunu sık sık  hatırlattılar. Saddam Hüseyin hiç tınmadı. Sayım yapılmadı. Bu açık diplomasiydi. Konuşmalar basına yansıyordu. Bu konuda bir de gizli diplomasi olduğu bir gerçekti. İran, Suriye, Türkiye gibi devletler Saddam Hüseyin’de şunu söylemiş olabilirler: Bu sayımı yapma. Biz sonuna kadar senin arkanda duruyoruz. Seni destekliyoruz, Irak’ı destekliyoruz.  Bu, elbette basına yansımayan bir diplomasidir. Bu bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın, kalıcılaşması için çok yoğun bir diplomasinin gerçekleştirildiği anlamına gelir. Yukarıda da vurgulamaya çalıştığımız gibi, Kürdler kararlı ve sürekli direnişleriyle, devletin bu anlayışını etkisiz bıraktılar.

                                                               ***

 

Abdullah Öcalan’ın Çağrısı,

27 Şubat’ta, Abdullah Öcalan’ın beklenen çağrısı geldi: Bu konuda şunları söylemek isterim: ‘’ 40 yıldır savaşıyoruz. İsteklerimiz, amacımız neydi? Bu uğurda 50-60 bin, belki daha fazla insanımızı da kaybettik. Bugün, Devlet Bahçeli, her ağzını açtığında ‘DEM Parti kapatılmalıdır’ diyen, Kürd kurumları hakkında en hafif söylemi bu olan Devlet Bahçeli, neden DEM Parti liderlerini telefonla, arka arkaya arayarak teşekkür ediyor…’’ ‘’ Abdullah Öcalan, Kürdler, özerklik, federasyon, kültürel haklar, talebinde bulunmamalıdır, diyor. Devletle bütünleşmelidir, diyor.’’ Bu, Kürdlerin Türk toplumu içinde erimesi anlamına gelmektedir. Bu aşamaya ulaşmak için bu kadar savaşa, yıkımlara, ölümlere gerek var mıydı? Bu konuları, Abdullah Öcalan’a sorabilecek bir PKK’li, bir KCK’li yok mu?

PKK, demokrasi, özgürlük gibi kavramları çok sık kullanıyor. Bakalım, bu soruları sorabilecek kadar bir özgürlük kazanılmış mı? Kendi içlerinde, bu soruları sorabilecek kadar özgürlük ortamı oluşmuş mu? Bu ortamın oluşup oluşmadığı ayrıca, incelenmesi gereken bir durumdur.

Bu haber toplam: 1035 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:31:35
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x