“Annesi demiş ki,” Oğlum, Mele Mustafa savaşa başlamış, onun tüfeğine ihtiyacı var, sen al bu silahı ona ulaştır. Düşünebiliyor musunuz? Ben silahı emanet olarak değil, oğluna hediye vermiştim. Ama o bunu bir emanet olarak yanında saklamış, aradan 14 yıl geçtikten sonra, yeryüzündeki tek varlığı olan oğluna vermiş ve getirip bana silahı ulaştırmıştı. İşte bu kadında bir Kürd tür.”
Mele Mustafa Barzani, bir gün arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ederken, etrafında her ağzını açan Kürdler’in olumsuz bir yanını dile getirir. Mele Mustafa söylenenleri sabırla dinledikten sonra cemaate döner, “Sabredin, ben de Kürdler’in bazı özelliklerinden size bahsedeyim,” der ve şöyle devam eder:
“Biz, Mahabad’ın yıkılışından sonra yaklaşık bir yıl boyunca İran güçleriyle, Irak topraklarına girdiğimizde, Irak ve İngiliz kuvvetleriyle savaştık. Türkiye de sınırda aldığı sıkı önlemlerle bizim hareket alanımız iyice daraltmıştı. Biz artık bir yol ayırımı ile karşı karşıya gelmiştik. Ben kararımı vermiştim, Sovyet Rusya’ya gidecektim. Bir gün tüm yol arkadaşlarımı toplayarak tarihi kararımı açıkladım. Sovyet Rusya’ya gitmekten başka bir çaremiz yoktur dedim, hiç kimse benimle gelmek zorunda değildir. Bunun üzerine 520 kişi, ben nereye gidersem benimle geleceklerini söylediler. Geriye kalanlar ailelerini yanlarına alarak Irak’a dönecek kendilerini ve ailelilerinin başının çaresine bakmaya çalışacaktı. Yolculuğumuz yaklaşık 50 gün sürdü; yer yer İran askerlerinin, yer yer de İngiliz Raf uçaklarının saldırılarına maruz kalıyorduk. Nihayetinde Aras nehri kıyısında büyük bir Kürd (Celali aşireti) köyüne yaklaştık; erzakımız bitmiş, günlerce çantamızda taşıdığımız arpayı ıslatarak karnımızı doyuruyorduk. Köye yanaştım ve köyün girişindeki evin kapısını çaldım. Genç bir kadın ve yanında 10-12 yaşlarında bir erkek çocukla kapıyı açtılar. Kendimi onlara tanıtım ve “500 arkadaşımla azıksız kalmışız.” Dedim. Bunu söylememle beraber, kadın büyük bir heyecan içine girdi ve köyün içlerine gitmeye başladı. “Barzani 500 peşmergeleriyle köyümüze gelmiş ve günlerdir azıksızdırlar.” demiş etrafa.
“Kısa bir sürede bütün köylüler ayağa kalktı, ne imkânları varsa bize ikram ettiler. Çantalarımızı da yiyecekle doldurduktan sonra vedalaşıp yola çıktık, artık önümüzde duran Aras nehrine vurup karşı tarafa, Sovyet Rusya topraklarına gireceğiz. Birkaç adım gittikten sonra geri döndüm ve o genç kadına seslenerek bacım, ben bu tüfeği senin oğluna hediye etmek istiyorum, dedim. Bunun üzerine kadın bana dönerek, size bir parça yemek yedirdik, silahını mı alacağız, diyerek sert bir tepki gösterdi. Ben de kendisine dedim ki bak bacım, şimdi biz bu nehre vurup karşı tarafa geçeceğiz. Orası yabancı bir devlet ve kendine özgü yasaları var. Onun için ben oraya gittiğimde bu tüfeği onlara teslim etmek zorunda kalacağım, bu tüfeği onlara teslim edeceğime, istiyorum ki bu tüfek senin bu oğluna olsun. Böyle söyleyince o genç ve dul kadın isteğimi reddetmekten vazgeçti, kabul etti. ROJHİLAT Kürdistan’ında bir Kürd aşiret reisinin bana verdiği Şaziburno tüfeği o çocuğa vererek biz yolumuza devam ettik.
“1958’de Irak’ta Abdülkerim Kasım’ın yaptığı askeri darbe sonucu siyasi şartların değişmesi ve Anayasa’da lehimizde de bazı değişiklikler sonucu 11 yılı aşan uzun bir zorunlu sürgün yaşamımızdan sonra ülkemize geri döndük. Irak’taki klik çatışmaları sonucu Anayasada verilen haklar işlevsiz kalıp uygulamaya geçmeyince biz büyük Eylül devrimini 11 Eylül 1961 de başlattık. Bir süre sonra bir gün baktım ki bir genç gelmiş ve ısrarla benimle görüşmek istiyor. Kim olduğunu sordum görevlilere, Kuzey Kurdistan’dan geldiğini ve ısrarla Seyda (Barzani)’yı görmem gerektiğini söylüyor. Ben de bırakın gelsin dedim.
“Uzaktan omuzundaki tüfeği görünce gelen gencin o dul kadının oğlu olduğunu hemen anladım. Kalkıp onu karşıladım. O çocuk artık genç bir delikanlı olmuştu. Günlerce tek başına Kars’ın köylerinden kalkıp yola girmiş ve annesinin ona söylediği tavsiyeyi yerine getirmişti.
“Annesi demiş ki,” Oğlum, Mele Mustafa savaşa başlamış, onun tüfeğine ihtiyacı var, sen al bu silahı ona ulaştır. Düşünebiliyor musunuz? Ben silahı emanet olarak değil, oğluna hediye vermiştim. Ama o bunu bir emanet olarak yanında saklamış, aradan 14 yıl geçtikten sonra, yeryüzündeki tek varlığı olan oğluna vermiş ve getirip bana silahı ulaştırmıştı. İşte bu kadında bir Kürd tür.”
Sonradan, Mele Mustafa’nın bıraktığı silahı kendisine teslim etmek için gelen o genç delikanlı da gördüğü ortama hemen uyum sağlamış, geri dönmeyeceğini söyleyerek peşmerge güçlerine katıldığını ve yüzlerce çarpışmada unutulmayacak kahramanlıklar gösterdiğini öğreniyoruz.
Savaş, kahramanları da, onların ard arda yaşanan dramlarını da: Mele Mustafa 1978 de ABD de tedavi görürken, bu yiğit peşmerge Irak askerleriyle girdiği bir çatışmada şehit olur.
O zaman ABD’de babalarının başucunda bekleyen İdris ve Mesud Barzani bu olayı duyduklarında bir türlü babalarına söyleyemiyorlar. “Çünkü,” diyor Mesud Barzani, ”Eğer şehit olan kişi oğullarından biri olsaydı söyleyebilirdik. Ama bu peşmergenin şehid olduğunu babama bir türlü söyleyemedik. Çünkü babamın yanında inanılmaz bir sevgisi ve değeri vardı.”
Hüsamettin Turan