Bu Süreç Neyin Süreci? Kim Ne Anlıyor?
Sürdürülen süreç Türk devleti ile 40 yıl savaşmış bir örgüt lideri arasında yapılan bir müzakeredir. Kürtlerin ulusal hak sorunuyla, statü sahibi olmakla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Bir yıl öncesinde, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin meclis'te DEM sıralarına giderek, onlarla tokalaştıktan sonra grubunda yaptığı şoke edici açıklamasıyla; "Abdullah Öcalan gelsin mecliste DEM grubunda konuşsun" diyerek hemen herkesi şaşırtmış, sonu nereye varacağı belli olmayan bir dinamit fitili ateşlemişti. Bu yeni sürece de "Terörsüz Türkiye" adı koymuştu. Ardında Öcalan, kurmuş olduğu örgütünü fesh edeceğini ve silah bırakacağını söyledi. Devlet ve hükümet kanadında "Terör örgütü kayıtsız şartsız silah bırakacak gelip devlete teslim olacak" resmi açıklamalar yapıldı. Bahçeli'nin bu çıkışı Türk ve Kürtlerin şu an içinde bulundukları kirli çıkar ve rantları karıştırarak alt-üst etti. Türk siyasi cephesinde, 40 yıllık sürdürülen kirli savaşta siyasi ve ekonomik rant devşiren bilumum milliyetçi ve ırkçı kesimi rahatsız etti. Bahçeli karşıtlığı ve ona karşı sürdürülen hakarete varan paylaşımları dolaşıma soktular. Oysa bu bir devlet projesiydi. İmralı'da devlet yetkilileri ve Öcalan tarafından detaylarıyla konuşulmuş, sonunda bir mutabakata varılmıştı. Öcalan, Türk devletine teslim edildiği 1999 yılından beri, Türk devletinden ayrılmayı hiç istemediğini, Kürtler için bir bağımsız devlet hatta siyasal bir statü çeşidini de istemediğini defaatle söylemişti. Bu durumu örgütünün üst düzey yöneticilerini de ikna etmişti. Ama sıradan taraftarlara, gerillalara ve sempatizanlarına "Kürdistan özgürlük mücadelesini" yeni söylem ve versiyonlarla sürdürdüklerini "Serok'un bunu başka politikalarla anlatmaya çalıştığını" adı geçen kitleye yutturmaya çalıştılar. Hala çalışıyorlar.
Peki bu sürecin gerçek amacı neydi? Devlete şu an hakim Türk derin aklı, değişen ve karmaşıklaşan dünya ve Ortadoğu'nun yeni dengelerinde, Kürt inkarı ve düşmanlığını artık eskisi gibi sürdüremeyeceğini, Kürtlerin ulaşmış oldukları siyasi, diplomatik ve askeri varlıkları (Güney Kürdistan Federal yapısı, Rojava Kürtlerinin defakto askeri ve kurumsal yapısı ve de İran yapılanması vs) bu durumu kendi lehlerine dönüştürme ve Kürd ulusal haklarını, bazı küçük kırıntılarla atlatma planıydı. Yüz yıldır, inkarın, Kürt düşmanlığı ve nefretin körüklendiği Türkiye de bu durumu bile sıradan Türklere anlatmanın ancak aşırı milliyetçi ve devletçi bir parti olan MHP'nin yapması gerektiği biliniyordu. MHP lideri Bahçeli bu konuda ikna edildi. Türk devleti, Sadece Türkiye'de değil, toprakları bölünmüş diğer parçalarda da muazzam bir örgütlülüğe ulaşmış devasa imkanları olan örgüt lideri ile en uygun bir şekilde müzakere edebilecekleri kanaatine varıldı. 26 yıldan beri ellerinde hüküm giymiş olan Öcalan en uygun kişiydi. Türk devleti bir bakıma Öcalan'ı da test ediyordu. Bu örgütün askeri, siyasi ve gönül bağı ile ona ve örgüte bağlı Kürtler üzerinde acaba ne kadar etkisi vardı? anlaşmanın olmazsa olmazları, PKK'in feshi ve silah bıraktırılması konusuydu. Öcalan, fazla bir dirençle karşılamadan kurduğu örgütünü feshetti. Sıra silahsızlandırmaya geldiğinde, Türk devletinin her dört parçadaki oluşumlarında silah bırakarak, bağlı devletlere kayıtsız şartsız teslim olmaktı. Rojava da on binlerce cana mal olmuş, dünyanın takdir ve hayranlıkla selamladığı bu onurlu Kürt toplumunun, kafa kesen selefi Cihadist rejime teslim olmasını dayatması, Kürtler açısından kabul edilebilir bir şey değildi.
DEM'in gerek İmralı ekibi, gerekse meclis komisyonundaki İmralı'ya giden kadın milletvekilinin, Kürtlerin kabul edemeyecekleri Öcalan'ın kendini ve örgüt yöneticilerini kurtarmak için kendi ifadesiyle "devlet ile entegrasyon" olma durumuyla fit olma planını sağa-sola çekerek, bunu Kürt toplumundan saklamaya ve sulandırmaya çalışması, Öcalan adına Öcalancılık yapmak demektir. Oysa Öcalan'ın Rojava yönetimine gönderdiği mektupta, açıkça Şam yönetimine bireysel olarak katılmalarını ve hiçbir siyasi talepte bulunmamalarını telkin etmişti. Rojava yönetimi, yumuşak ve diplomatik bir dille bu öneriyi reddetmişti. Peki bunu hangi somut gerekçelerle neden iddia ediyoruz? Öcalan'ın "Perspektif" adlı mektubundan. Bu mektup kamuoyu ile de paylaşıldı ve içeriği de gayet açıktır. "Kültüralist talepler dahi toplum sosyolojisine uygun değil" diyerek noktayı koymasından. Kürt dilinin ilkel bir dil olduğunu da açıkça ifade eden Öcalan'ın kendisi. Kardeşinin aile görüşmesi dönüşünde yaptığı açıklamada Öcalan'ın; "Kürtler evde aileleriyle mutlaka Kürtçe konuşmalıdır" dediğini söylemesi de çok komik bir şey. Şimdi bu dezenformasyonlara güler misiniz? Ağlar mısınız? DEM partisinin sorunla ilgili raporunu da Meclis komisyonuna verdi. Kürd/Kürdistan sorununun, tarihsel, sosyolojik ve etnik gerçekliğini doğru tespit etmiş olmasına rağmen, konu, tarihsel Türk-Kürt ilişkileri konusuna geldiğinde "işbirliği" "ortaklık" gibi abartılı ifadeler kullanılması gerçekleri yansıtmıyor. Bu tarihsel süre, sanıldığı gibi o şekilde cereyan etmiş değil. Bu "birlik" Türklerin yukarı Mezopotamya ve Anadolu'ya akınları tamamen işgal ve ilhaka dayalı bir akındı. Önlerine geleni yakıp yıkan bir temelde olmuştu. Bunu çarpıtmak suretiyle güzelleme yapmaya gerek yok. Türk devleti ve toplumu, aslında şimdi eşitlik temelinde Kürtler ile bir arada yaşamayı gerçekten istiyorlar mı istemiyorlar mı? Buna objektif bakmakta fayda vardır.
Türk devlet partileri. AKP, MHP ve CHP'nin komisyona göndermiş oldukları raporları da ortada. Aynı tas aynı hamam. İnkara devam (resmiyette) deniyor. Anayasanın ilk üç maddesi ve 66. madde olduğu gibi korunuyor. Bu süreci DEM de bilerek veya bilmeyerek provoke ederek süreci zehirliyor. Öcalan konusunda nefret derecesinde doldurulmuş Türk kesimlerinin gözlerinin içine bunu defalarca sokarak, hiç gerek yokken ikide bir "Sayın Öcalan" diye bahsetmeleri de bir çelişki ve handikaptır. Kendilerince yağdanlıklar yaparak bir daha seçilmeye yönelik söylemlerdir. Parti adına yaptığınız her konuşmada "Sayın Öcalan" demek zorunda mısınız? Daha önce de size; "Siz terör örgütünün siyasi temsilcisi misiniz?" diye sorulduğunda "Hayır kesinlikle değiliz." diyordunuz. Ağır başlı ve sorumluluk sahibi gibi "PKK'nin lideri Abdullah Öcalan" diye neden hitap etmiyorsunuz? (Bunları neden söylediklerini biliyoruz. Gelecek seçimlerde, tekrar milletvekili olmanın hesaplarıdır) Bir kişiye "sayın" demek o kişiyi saygın yapmaz. Buna toplum karar verir ve o kişinin insanlık için ne yapmış olduğuyla doğrudan orantılıdır. Milyonlarca insanın nefretini kazanmış, bir o kadarda mürit ve taraftarlarının sevgisini kazanmış biridir Öcalan. DEM Kürtlerin hassasiyet ve temel sorunları konusunda zerre kadar saygısı da yok, hassasiyeti de yok. Gerek meclisteki toplantıda "Bijî Serok Apo" sloganı, gerekse 4 Ocak'ta Diyarbakır'da düzenlenecek "Öcalan'a Özgürlük" yürüyüşü suni gündem yaratmaktan öte bir şey değildir. Öcalan'ın böyle bir talebi yoktur. "Öcalan'a özgürlük" diye haykıracağınıza Kürtlerin ulusal haklarının iadesini haykırın ve miting yapın ki tüm Kürtler katılsın. Kürtlerin özgürlüğü Öcalan'ın da özgürlüğünü getirir. Ama tek başına Öcalan'ın özgürlüğü, Kürtlerin özgürlüğünü getirmez. Öcalan hayatı boyunca hep korunmalı ve güvenlikli bariyerler arkasında durdu. Ne kendi gerilla gücü ile ne de Kürtlerle birebir yüzleşmeye girmedi. Çünkü korkuyor ve çekiniyor. "Burada yerim rahat" diyor. Peki bu mürit müsveddelerine ne oluyor? Öcalan genel özgürlüğünü yani toplum içine karışmayı hiç bir şekilde istemez.
Sürdürülen süreç Türk devleti ile 40 yıl savaşmış bir örgüt lideri arasında yapılan bir müzakeredir. Kürtlerin ulusal hak sorunuyla, statü sahibi olmakla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Sadece pansumanvari göz boyamaya yönelik bazı şeyler düşünülüyor. Tekrar ifade edelim. Bu satırların yazarı, adı geçen sürecin kazasız belasız amacına ulaşmasını destekliyor ve arzuluyor. Örgütün vesayetinin Kürtlerin üzerinden kalkması, Kürtlerin gerçek anlamda bir Kürt parti veya oluşumun etrafında kenetlenmesini ve şiddetsiz bir şekilde inkarcı devleti zorlayacağına inanıyorum. Dünyadaki bütün Kürtlerin Rojava'daki canları pahasına elde ettikleri kazanımlarını korumalı ve bunu tüm dünyaya statü şeklinde hak sahibi olmayı haykırarak desteklemelidirler. Gün ola devran döne.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 12:36:23






























































































































































































