Bahçeli'nin ilk başta şaşkınlıkla izlenen başlattığı süreç Ortadoğu'da paylaşım savaşı sonrası oluşturulan statükoda değişen dengeler sonucu zorunlu olarak ortaya atıldığı belli oldu. Bahçeli’nin ne yapmak istediğini anlamak için Ortadoğu'da değişen dengelerin ne olduğuna bakmak ve doğru değerlendirmek gerekiyor.
Hamas'ın saldırısı ile başlayan savaş sonrası karizması çizilen İran'ın geri çekildi İsrail'in etkinliği arttı. Paylaşım savaşı sonrası Ortadoğu'da Kürdistan'ın yeniden parçalanması ve yeni devletlerin oluşturulması ile kurulan düzen (Skyes Picot Anlaşması) çatırdamaya başladı.
Bundan en çok etkilenen ülke Suriye oldu.
Esad rejiminin İŞİD saldırılarına karşı yalnız bıraktığı Rojava halkı aralarında kurdukları ittifak ile kendi kendilerini yönetmeye başladılar.
1963 yılında baba Esad'ın yaptığı darbe ile yönetimi ele geçiren aile ülkedeki sorunları çağdaş değerler ile çözmek yerine zor kullanarak çözmeyi tercih etti. Sonuç olarak oğul Esad ülkesi harab olduktan sonra Rusya'ya kaçtı.
Esad yönetiminin bitmesi ile birlikte dünyanın neresinde olursa olsun Kürdlerin her hangi bir kazanımını Türkiye’nin beka sorunu olarak değerlendiren Bahçeli Rojava'daki gelişmelere karşı önlem almak için Öcalan'ın serbest bırakılması karşılığında PKK'nin silah bırakma sürecini başlattı. Sürecin esas amacı PKK'nin silah bırakması değil Öcalan'ı konuşturarak Rojava'daki kazanımlara engel olmak.
Kürdler yüzyıllık sahiplenilmenin ne olduğunu bilmezmiş gibi "dış güçlere karşı" birlik çağrısı yapan Bahçeli diğer yandan "Erbil'deki Peşmerge sizi benden fazla sahiplenemez" diyerek aba altından sopa gösteriyor.
Kardeş demek ile kardeş olunmuyor. Bahçeli Kürdleri dolaylı laflarla tehdit etmek yerine önce körün gördüğü, sağırın duyduğu, dilsizin dillendirdiği Kürd sorununun olduğunu kabul etsin.(isterse etmesin)Bilinmesi gereken hiçbir ulus diğerinden üstün değildir. Türk'ün, Fars'ın Arab'ın ulus olarak ne hakları varsa Kürd'ün de o hakları var. Hiçbir bir ulus diğerinden üstün değildir. Bahçeli'nin bilipte bilmezden geldiği Kürd'ler kendi kadim topraklarında Türk'ler gelmeden asırlar önce yaşadılar ve bundan sonra da yaşamaya devam edecekler.
Artık sıradanlaşan kardeşlikten söz etmeden bunları önce kendisi içine sindirsin, sonra partisine ve Ülkü Ocaklarına kabul ettirsin.
"Kardeşiz" diyerek Kürdleri kullanarak İran'dan kalan boşluğu Ortadoğu'da doldurarak yayılma hayalleri kuruluyor. “Dün Ayasofya, bu gün Emevi, yarın Aksa" diyerek, milliyetçilerin fetih ruhunu canlandırıp siyasi İslamcılara mavi boncuk dağıtarak Ortadoğu'da rol kapmak bu kadar kolay mı? Rol kapmak için önce içerde barış, ambargolara direnebilecek sağlam bir ekonomi ve zikzaksız tutarlı bir dış politika gerekir.
Arap'lar yönetiminden çok memnun oldukları Osmanlı'yı özledikleri için kucak açmış Türkiye'yi beklemiyor.
Hayal kurmak bedava ancak rol kapayım derken Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmakta var.
Bir asır önce savaşın galibi ülkelerin Skyes Picot Antlaşması ile çizdiği sınırlar için Winston Churchill "Akan kan durmaz" demisti.Tarih onu haklı çıkardı. Çizilen yapay sınırlar nedeniyle Ortadoğu'da akan kan yüzyıldır durmadı. Çözüm getirilmemesi halinde bir yüzyıl daha kan akmaya devam edecek.
Skyes Picot Antlaşması ile çizilen sınırların değişme ihtimalinin her geçen gün güç kazanmasından ve değişen sınırlardan dolayı ortaya çıkacak Kürd kazanımları Bahçeli gibi DEM Parti'nin atanmış yöneticilerini de endişelendiriyor. Antiemperyalist söylemlerin arkasına gizlenerek bir asır önce emperyalistlerin masa başında (İngiltere ve Fransa'nın)çizdiği sınırlar değişmesine karşı çıkarak bir asır daha devam etmesini trajikomik bir biçimde savunuyorlar.
Bilindiği gibi Mustafa Kemal'de Kurtuluş Savaşı'na başlamadan önce Erzurum ve Sivas'a giderek Kürd ileri gelenleri ile toplantılar yapmıştı.Bu toplantılarda Kurulacak yeni devletle ilgili Kürdlere çok sözler verildi.
Verilen bu sözler Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra rafa kaldırıldı.24 anayasası ile birlikte Kürdlerin inkar ve asimilasyon politikası yasal kılıfa büründürüldü. Ancak bütün yapılanlara rağmen diğer azınlıklar gibi Kürd'ler asimile edilemedi.
"Tarih tekerrür etmez" dense de Bahçeli Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürd'ler üzerine uygulanan inkar ve asimilasyon politikasının tokalaşma ile başlattığı süreçte bir yüzyıl daha beka sorunu diyerek devam etmesini istiyor. Kürd sorunu Türkiye'nin beka sorunu değildir. Beka sorunu diyerek bölünme paranoyası ile yatıp kalkan Kürd düşmanı saldırgan bir kitle oluşturuldu. Bilinmesi gereken beka sorununu yaratanlar Kürd'ler değil yüzyıldır şiddet ve zor kullananlardır.
Kürd halkı üzerinde sistemli bir şekilde uygulanan baskılar devam ederken DEM Parti "Kurdistan'ı tepside verseler istemem" diyen Öcalan'ın özgürlüğünü öne çıkarmak istiyorlar. Önemli olan kişilerin değil ulusunun özgürlüğüdür. İnsanlar bunun için cezaevinden çıkmayı değil yatmayı göze alırlar. Kürd ulusu özgür olmadan Öcalan'ın özgür olması ile ne değişir? Daha önce de önemli olduğu için yazdım; Dünyanın her yerinde, illegal bir örgüt içindeki konumu ne olursa olsun cezaevine düşen biri ile örgütsel ilişkiler askıya alınır ve örgütün alacağı siyasi kararlarda o kişinin söz hakkı olmaz.
Ancak tahliye olduktan sonra mahkemedeki savunması ile cezaevindeki tavrına bakılır ve örgütü ile kopan ilişkinin devam edip etmeyeceğine bundan sonra karar verilir.
Öcalan'ın bindirildiği uçakta başlayan, mahkemedeki savunmaları ve İmralı görüşmeleri ile devam eden görüşleri ortada duruyor. Bunlar yetmezmiş olacak ki
bir de Ortadoğu'da son gelişmeler ile ilgili çözüm önerileri bekleniyor.
Halkının özgürlük mücadelesi için cezaevinde yatan bir liderlerin tavrının nasıl olması gerektiği konusunda verilebilecek en güzel örneği ırkçı Apartheid rejimine karşı Robben Adası'nda cezaevinde yatan Mandela verdi. Irkçı rejim kendisi ile sorunları görüşmek istediğinde "Sadece özgür insanlar müzakere edebilir" diye tavrını koyan Mandela halkı üzerinde uygulanan baskılar devam ederken "Bana hangi özgürlük teklif ediliyor" diyerek yapılan bütün teklifleri reddetti. Onurlu bir barış ancak onurlu liderlerin onurlu tavrı ile sağlanabilir.
Kimse bir kaç gün sonra başkanlığı devralacak olan Trump ile ABD'nin Ortadoğu ve Kürd'lerle ilgili politikasında değişiklik olur mu diye televizyon kanallarında yorumlar yapılıyor. Kimse değişiklik olur diye beklemesin. ABD’de yapılması gerekli görülen değişikliği belirleyen başkanın değişmesi değil somut koşullardır. Somut koşullar değişirse ABD'nin dış politikası da değişir. Güçlü devletlerin dış politikası esen rüzgara göre değişmez, tutarlılık esastır. Ortadoğu’da şartlar değişmediği sürece Biden gibi Trump'ta aynı politikayı izleyecektir.
Nihayet geçen hafta Nerina Azad Sitesi’nden beklenen sevindirici haber nihayet geldi. Babasından miras kalan Bağımsız Kürdistan amacının günümüzdeki temsilcisi Başkan Mesud Barzani ile Demokratik Suriye Güçleri Genel komutanı Mazlum Abdi Erbil’de (Hewler) Mevcut koşulları değerlendirip kazanımları koruyup çoğaltmak için bir araya geldiler.
Kürdistan Demokrat Partisi Siyasi Büro Yürütme Komitesi üyesi Hoşyar Zebari yaptığı açıklamada “Bugün Erbil'de Başkan Mesud Barzani ile Kuzeydoğu Suriye'deki Demokratik Suriye Güçleri Komutanı Mazlum Abdi arasında gerçekleşen toplantı, Kürt birliğini güçlendirmek ve Şam'daki yeni Suriye yöneticilerine karşı sorunsuz bir siyasi geçiş için önemli bir başarıdır. Tüm müttefiklerimize ve dostlarımıza teşekkür ederiz.” dedi.
Ortadoğu'da Filistin sorunu da Kürd sorunu gibi çözüm bekleyen bir sorun. Ancak bu surunu çözmek yerine Kürdlere karşı kullanmak tercih ediliyor. Dikkat edilirse Mısır, Irak, BAE ve Suudi Arabistan gibi Arap devletlerinden çok Kürd'lerle sorunu olan devletler Filistin sorununu sahipleniyor. Bunun nedeni Kürd sorununun Filistin sorununun gölgesinde iç sorun olarak kalmasını sağlamak ve uluslararası sorun haline gelmesine Filistin sorununu öne çıkararak engel olmak. Filistin sorunu da mutlaka çözülmeli. Ancak nasıl çözülürse çözülsün sonunda sadece İsrail ile olan sınırları değişecektir. Kürd sorunu çözüldüğünde ise emperyalizmin Skyes Picot Antlaşması ile çizilen yapay sınırların kaldırılması ile Ortadoğu haritasının büyük bir kısmı değişecektir.
Gazze'de 471 gün sonra ateşkes yapıldı. Bu gün başlayan takas ile Hamas'ın kaçırdığı 30 sivil karşılık İsrail 300 gerillanın serbest bırakacak.
Eşit koşullarda olmayacağı ve başından kaybedilecek belli olan savaşı Hamas İsrail'de sivil insanlara saldırarak başlatarak Netanyahu'ya beklediği fırsatı verdi. Yarısından fazlası kadın ve çocuk 50.000 insan öldü. Gazze’de taş taşın üstünde kalmadığı için milyonlarca insan evini, yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Halkın ödediği bedel üzerinden Hamas direndik diye kutlamalar yapıyor. Ateş sonrası Hamas kaçırdığı bir sivile karşı 30 gerillanın bırakılması da zafer mi?
Gazze'de savaşın yarattığı yıkımı her gece izlediğimiz televizyon kanalları şimdi Netanyahu'nun zulmü bitti diye sevinen Gazze halkının görüntülerini Hamas'ın zaferi diye veriyor. Gazze’nin hikayesi yeniden yazılacak deniyor.
Yazılacak olan hikaye bizim çok iyi bildiğimiz hikaye.
Bir zamanlar gerillanın zaferi diye sunulan Hendek Savaşı'nda olduğu gibi Hamas'ın da başlattığı bu savaşın sonucu ve halkın ödeyeceği bedel başından belliydi. Neresinden bakılırsa ağır yenilgi ortada dururken, bunu zafer diyerek kutlamak kendi halkını kandırmaktan başka bir şey değil.
Rojava'nın kazanımlarına karşı Bahçeli'nin başlattığı süreç dargınlık barıştırmak için yapılan "Herkes yanındakine sarılsın" partisine benziyor.
A.Güllüoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.