“Omnis cellula a cellula”Anne Frank, 1933 yılında Frankfurt’tan Amsterdam’a ailesiyle kaçtığında henüz 4 yaşındaydı. Doğu Avrupa’ya sürmek için Yahudi arayanların ellerine geçmemek amacıyla iki yıldan fazla bir evde sessizce, havalandırmak için tahta panjurlu pencereleri bile açmadan gizli bir bölmede saklandılar. Hepsinin doluştuğu daracık bir odadaki iki yılı biraz aşan saklanma dünya tarihine Anne’nın günlüklerini kazandırdı. 1945’te Auschwitz’den sonra gönderildiği Bergen-Belsen kampında tifodan öldüğünde 15 yaşındaydı. Günlükler 1947 yılında Arka Ev adı ile yayınlandı, bunun için Auschwitz’deki kamptan Kızıl Ordu tarafından kurtarılan babası Otto Frank’e teşekkürler. Ve, evet bir düzine günlükte ölümden hiç bahsetmeyen Anne, dediğin gibi; “Kağıt insanlardan daha sabırlıdır.”
“Aynı Yıldızın Altında” vizyondaki bir film; kanserin etkilerini olabildiğince anlatan, sündürmeyen, sulandırmayan, acındırmayan. Film, “The Fault In Our Stars” olan orijinal adını Shakespeare’in “Kusur, sevgili Brutus, yıldızlarımızda değil, kendimizdedir” cümlesinden alıyor. Kanserin tüm vücuduna yayıldığı iki insanın son günlerini anlatan film Amerikalı yazar John Green’in kitabından uyarlandı. Kitabın başarıları: Time dergisi; 2012’nin En İyi Romanı, Goodreads; 2012nin En İyi Genç Yetişkin Kitap Ödülü. Ayrıca New York Times, Wall Street Journal, Amazon ve Indiebounb’un en çok satanlar listesinde 1.
Kitapta Augustus ve Hazel Grace “V for Vandetta” izlerken, filmde bu çıkarılmış. “V” korkusu oldukça yerinde! Amerikan yapımı kimi filmlerin ana vatanları olan Avrupa’da bir yerlere uğraması ise nazik bir özlem. Bu filmde Anne’yı Amsterdam’da anmak, filmin gerçek niyeti açısından, çok isabetli olmuş. Filmi izlediyseniz ya da bu yazıyı okuyorsanız siz de Anne’yla tanışmış oldunuz. Anne Frank’ler tükenmeyecek, çoğalacak; Anne Frank’ler çoğaldıkça işgaller, adaletsizlikler, vahşetler tükenecek!
“Hayat hayattan gelir.”
Hazel Grace; “Acı mutlaka dayanılır hale gelecektir. Ona uykuya dalar gibi aşık oldum; önce yavaşça sonra birden. Hamartia; ölümcül bir zaaf. Sıfır ve bir arasında sonsuz sayı vardır. Bazı sonsuzluklar diğerlerinden daha büyüktür. Kocaman ve korkunç on! Cenazeler ölenler için değil, kalanlar için.”
Augustus; “Hayat güzel be Hazel Grace Lancaster, üstelik daha bitmedi! Beraber geçirdiğimiz küçük sonsuzluk. Görünen o ki, dünya her dileğin gerçek olduğu yer değil. Kendim için bir şey yapmak istedim. Ölmek berbat bir şey! Bana ölüyormuşum gibi davranma yeter.” Ve asla yakmadığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirerek dillendirdiği metafor; “Seni öldürecek olanı ağzına koyuyorsun ama seni öldürecek gücü ona vermiyorsun.”
Hazel Grace’in annesi; “Artık anne olmayacağım. Ama acıyla da yaşanabileceğini senden iyi bilen yok.” Hazel’in annesi kanserle tanışanlara deneyimini aktarabilmek amacıyla dersler alıyor. Hazel Grace bunu duyunca çok mutlu oluyor. Her kim ki, başına gelen bir problemi ve çözüm ya da çözümsüzlük sürecini başkalarıyla paylaşıyorsa, birileri çaresizce acı çekerken sessiz kalmıyorsa, elinden gelebilecekler için davranıyorsa; o gerçekten insanlığa yardımcı oluyor, ne mutlu ona.
“Acı hissedilmek ister.”
Diyarbakır’dan Ankara’ya götürülüp İbn-i Sina’da tedavi gören Sakine (Tekeş) teyzeyi tekerlekli sandalyede bir deri, bir kemik görüşümün üzerinden yüzlerce yıl geçti. Nizam “Anne bak Aziz senin için gelmiş” deyince, yüzünü yavaşça bana çevirip yüzümde boşluk varmış gibi bakınca anlamıştım; bu bir illet. En son Mehmet Akyol birkaç ay kanserle yaşadıktan sonra gitti. Bu sinsi, aç, barbar ve işgalci hastalık hakkında ne kadar da bilgi kıtlığı yaşanan bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bu kitabı yazmak için yazarın kanser tedavisiyle ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan bilgi aldığını, sayısız psikolog ve destek sunan terapistle, kanser hastalarıyla, yakınlarıyla, kanserle ilgili işlerde çalışan meslek gruplarına ait her branştan insanla görüştüğüne ve sayısız rapor, makale ve kitap okuduğuna emin olabilirsiniz. Bir mesele hakkında mevcut tüm bilgileri edinmeden, onları ciddiyetle gözden geçirmeden fikir yürütmeye kalkışırsanız sadece gülünç duruma düşmekle kalmazsınız; dahası, insanlara zarar da vermiş olursunuz.
Geçenlerde yemekte yanına oturduğum biri deprem hakkında inanılmaz yorumlar yaptı, dünyanın değişen dengesinin de depreme yol açtığından bahsedip sözlerini ciddi ciddi şöyle tamamladı; “Çok mu derin düşünüyorum?” İşte biz bu bilgi birikim(sizliğ)iyle sorunlarımıza, olgularımıza yaklaşıyoruz; kafamızda şekilleneni doğru sanıyoruz ve dayatıyoruz. Halbuki bilgiye erişmek için internette birkaç dakika iyi bir başlangıçtır.
Biz verileri, tecrübeleri süzgeçten geçirerek olayları değerlendirmiyoruz. Bu nedenle hastalıklara, eğitime, öğretime, mesleğe, spora, ilişkilere, siyasete, inanca, geçmişe, geleceğe bilinçsizce yaklaşıyoruz. Bilimin yöntemine ve bilgisine ihtiyaç duymuyoruz, saygı göstermiyoruz; bunlara havaya ihtiyacımız olduğu kadar ihtiyacımız olduğunu bilmiyoruz, bilenleri ve bunda diretenleri dinlemiyoruz.
Filmi izlemenizi önererek; filmin “Kanser hastaları ve yakınlarının psikolojisinin, nezaketin, birbirlerine yaklaşımlarının, hayata ve ölüme bakışlarının, kanserden öleceklerle ölmeyeceklerin tartışmalarının, gerçekçiliğin, duygululuğun, kitapların öne çıkarılmasından ibaretliğine” takılmanızı rica ediyorum.
Augustus’un “Kalçamda bir acı hissettim!” demesi üzerine Hazel Grace’in kapanan gözkapakları çok tanıdık uğuldadı. Bendeki uğuldama; bu hastalığı, şükürler olsun ki, sağ salim atlatan ve hayatına yine hastalığından önceki bilinci, kavrayışı, gücü ve kararlılığı kat kat artarak devam edenden kaldı.
Aziz Yağan Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.