İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri 23 Haziran 2019 tarihinde yinelenecek. Türkiye’nin kök sorunlarının Kürdlerle ilgili kısmının çözümünde makul, doğru zamanlı, her partinin ve seçmenin reddedemeyeceği bir talebi dile getirmenin, Kürd sorununun çözüm tartışmalarının doğru zeminde yürütülmesini sağlamanın en elverişli dönemlerinden birini daha kaçırmamak gerekiyor.
Genel seçimlerde haklarımızın anayasal güvenceye alınmasını taahhüt eden partiye ya da adaya oylarımızın verilmesini 2016 yılından beri yeri geldikçe önerdim. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde de önerimin bir benzerini İstanbul’da yaşayan Kürd seçmenler için tekrarlıyorum. Öne sürdüğüm yaklaşım ‘yerel yönetim yasasının verdiği olanaklar’ dahilindedir.
Seçim boyunca tüm seçmenler, adaylar ve partiler sürekli ‘seçmenin Kürd olanı’ndan bahsediyor ancak, ‘Kürd olmanın’ ne anlama geldiği, neyi gerektirdiği tartışılmıyor. Özellikle, Kürdlere bir Türk seçmen gibi yaklaşılmaması, beklentilerinin de dikkate alınması gerektiğini vurgulamak, ısrarla öne çıkarmak önemlidir. Vatandaş ve vatandaşlık görevleri açısından bir ayrım yoktur ancak, beklentiler yönünden durum farklıdır.
Kürdlerin bölgesel anlamda statüsü yoktur, süregiden illegallite ve silahlı, silahsız şiddet başlangıcından beri Kürdlere ölüm, cezaevleri, parçalanma, dejenerasyon, yoksullaşma ve yerinden edilmeyi getirmiştir, bu sorunlar yoğunca devam etmektedir. Kürdlerin sandığa gitme oranının yüksekliği, sandık sonuçlarını kabullenmesi; silah ve şiddete karşı olduğunun, daha fazla demokrasi istediğinin kanıtıdır.
Hangi partiye oy verirse versin ya da ister boykot etsin, isterse oyunu geçersiz kılsın; Kürd seçmenlerin her seçimde ve sonrasında seçimin galibinden beklentisi ‘daha çok demokrasi ile iş ve iş dışı yaşam koşullarının iyileştirilmesidir.’ Kürdler açısından ‘daha çok demokrasi’ ile kastedilen ise, anadili Türkçe olanların dışındaki bireylerin milliyet, din ve kültürel özelliklerinin gerektirdiklerinin karşılanmasını içermektedir. Bir Türk’ün demokrasi istemi ile bir Çerkes’in demokrasi istemi arasındaki fark/fazlalık buradadır. Eksiklerin giderilmesi için seçim vaatleri arasında yer almasının ya da seçimin galibinin kim olduğunun bir önemi olmamalıyken, ne yazık ki, hem Kürd olmayan seçmenler hem de partiler yaşanana sessiz kalmaktadır.
İstanbul toplam 10 milyon 560 bin 963 seçmene sahiptir. Seçmenlerin %20 ila 25’inin Kürd olduğu öne sürülüyor: İstanbul seçmeninin yaklaşık 2 milyon ila 2 milyon 6 yüz bini Kürd. Bu büyük sayıdaki Kürd seçmenlerin ve sayıya dahil olmayan çocuklarının sorunlarına, ihtiyaçlarına, hassasiyetlerine adayların yazılı ve sözlü seçim çalışmalarında yer verilmiyor. Dahası, ya Kürd seçmen bile bunun farkında değil ya da artık kanıksamıştır. Halbuki, bu durum asıl Kürd seçmenin dikkatini çekmeli, taleplerini dile getiren parti aramalı, ayırt etmeksizin her bir partiden talep etmelidir. Görevde olan yerel yönetimlere ihtiyaçlarını iletebilmeli, yerel yönetimler bu ihtiyacı açığa çıkarıcı ve giderici çalışmalar yapabilmelidir.
Türkiye için Berlin’de yaşayan bir Türk ya da Kürd ne ise, İstanbul’daki Kürd ve Boşnak da odur. Farklı dil ve kültür atmosferi altında yaşayan bir Türk Londra’da hangi zorlukları yaşıyorsa, İstanbul’da yaşayan Kürd de az çok benzer zorlukları yaşamaktadır. Bu nedenle, Avrupa belediyelerinin farklı dil, din ve kültürlere sağladığı koşulların, kolaylıkların bir benzerini de İstanbul’daki Kürdlerin yerel yönetimlerden beklemesi gayet makuldür. Bu sebeple Kürd seçmenlerin özel ve kamusal yaşantıda doğuştan gelen farklılıklarını korumak ve geliştirmek için gerekli koşulların oluşturulmasını talep etmesi ve oy verme tercihinde bu talebine verilen yanıtı da göz önünde bulundurması en doğal hakkıdır. Masum bir taleptir.
İstanbul’daki yukarıda sayısı tartışılan Kürd seçmenin bir kısmı İstanbul’da yerleşiktir ve atalarının topraklarına geri dönmeleri de pek mümkün görünmemektedir. Geri dönmeleri mümkün görünmemektedir ancak hangi partiye oy verdiklerinden bağımsız olarak anadillerinden ve kültürlerinden de vazgeçmemektedir. Bu nedenle sosyal belediyecilik gereği vatandaşlarının bazı ihtiyaçlarına olanak sağlamak yerel yönetimlerin görevleri arasındadır ve yasal dayanakları mevcuttur. Kürdlerin yaşadıkları, eğitim gördükleri, çalıştıkları kentlerde sağlıklı bir başlangıç olarak erken çocukluk dönemi boyunca anadilleriyle de eğitim görebilmelerinin olanakları oluşturulabilir.
Gerek bölgesel, gerek bölge dışı Kürd temsiliyeti yoktur. Türkiye’de Kürdlerin sorunlarından kaynaklı taleplerini odağına almış donanımlı ve etkili bir siyasi parti mevcut değildir. Bu nedenle, mevcut siyasi çalkantılar ve kamplaşmalar arasında, siyasi ortaklıklar içinde hiçbir parti Kürdlerin taleplerini dile getirmemektedir. Kürd seçmenler Türkiye’de her seçimde yaşanan ‘öncelik sırası’ aceleciliğine, heyecanına kapılmamalı, ihtiyaçlarını siyasi partilerin öncelikleri arasına dahil ettirebilmelidir. Siyasi partiler ve adayların bu insani öneriye karşı çıkması pek muhtemel olmasa gerek.
Kürd toplumu heterojen yapıya sahip olduğu için birbirinden çok farklı görünen partilere oy vermektedir. Bu partiler milliyetçiliğe kaydığında, statükoyu sahiplendiğinde, milliyetçi partilerle ittifak kurduğunda ya da şiddet uygulayanı reddetmediğinde huzursuzluk hisseder ve bunu sandığa yansıtır. Bir Kürd MHP, SP, CHP, AKP ya da HDP’ye oy veriyor diye Kürdlüğünden ve dilinden vazgeçmemektedir; Partilerin kendilerine oy veren Kürd seçmenlerin toplumsal ihtiyaçlarıyla ilgilenmeye başlayabilmesi gerekmektedir. Bu ihtiyaçlar için aslında Kürd olmayan seçmenlerin ve parti yönetimlerinin harekete geçmesi gerekirken, bu hareketsizlik bile Kürd seçmenin oy vermesini etkilememektedir ve bu tavırsızlık artık değişebilir.
CHP kazandığında CHP’ye oy veren Kürdler kazanmamakta, AKP kazandığında ise AKP’ye oy vermiş Kürdler kazanmamaktadır ve aynı ilişki MHP ve HDP dahil diğer partiler için de geçerlidir. Sonuçta Kürdler hep kaybediyor çünkü yaşamı ve geleceği rahatlatacak adımlar atılmıyor. Kürdler kısa ve uzun vadeli planlamalarında ‘kazandır kaybet’ ya da ‘kaybettir kaybet’ yaklaşımından, kendisine aşılanan nefret duygusundan kurtulup rasyonelleşmeli ve ‘kazandır kazan’ ve gerekirse ‘kaybettir kazan’ yaklaşımını benimsemeli, meşru taleplerini dile getirebilmelidir.
AKP, HDP, MHP, SP, CHP ya da İyi partiye oy veren Kürd seçmen arasında bir ayrım gözetilmemelidir; her bir Kürd seçmenin kararı saygı değerdir ve her şey daha iyi olsun diye oy verildiği ortadadır. Kürd seçmenlerin ortak derdi Kürd kültürüne, diline saygı, bunların tarafsızca ve manipüle edilmeden geliştirilip güçlendirilmesine destek verilmesidir. Yerel yönetimler yasası bunun için bereketli olanaklar sağlamaktadır ve vergi veren vatandaş olan Kürd seçmenler de bu yasaya dayanarak yerel yönetimlerden taleplerinin karşılanmasını isteyebilmelidir.
Hangi partiye oy vereceği hakkında karar vermiş ya da kararsız Kürd seçmenlerin tercihlerinde taleplerini karşılamayı taahhüt eden ve kolaylaştıracağını açıklayan adaya oy verme olasılığının yüksekliği kamuoyunca bilinirse, partilerin Kürd seçmenle ilişkileri de daha somut bir aşamada olacaktır.
Osmanlı ve Türk modernleşmesinden bu yana Alevi ve özellikle de Müslüman Kürdler bir türlü kendi taleplerinin öznesi olmamış, pasif bir beklenti içinde kalmıştır. Önce İslam-Türk, ardından da Türk-İslam şekillenişinin (her iki şekillenişte de İslam kısmına sığmaya çalışarak) gönüllü bir nesnesi haline gelen Müslüman Kürdler; bu pasif hal ile modernleşmenin biçimlenmesine katkı sunamamış, kendi toplumuna da pek fayda sağlamamıştır. Farklı kulvarda görünse de, benzer süreç ve sonuç Alevi Kürd toplumu için de geçerlidir. Bu pasif tutum İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde de kendini tekrar ediyor.
Kürtler için her şeyin çok güzel olması, herkes için her şeyin çok güzel olmasıdır. Ancak, sadece Kürd seçmen değil, Kürd olmayan seçmen de aynı talepleri ısrarla dile getirirse ve bu talebe olumlu cevap veren adaya oyunu verirse, işte o zaman ‘her şey çok güzel olacak’, hem de hızla!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.