Birkaç haftadır lise öğrencilerinin okul yönetimlerine karşı protestolarını izliyoruz. Başlangıcında son derece samimi ve problemleri yansıtan protestoların ve açıklamaların içeriğine daha sonradan “yandaşlık, padişah yalakaları” vurguları girmeye başladı.
Bunların dışında, ikisi Diyarbakır’dan olmak üzere 365 liseden imzacı muhtırayı anımsatan bir bildiri yayınladı. Eğitim sisteminin gericileştiğini belirterek başlayan bu bildiride, neden değinildiği anlaşılmayan “Vatan olmadan gelecek olmaz.” ve “Yüreklerimiz Mehmetçikle birlikte çarpıyor.” gibi ifadelere yer veriliyor ve “Kararlılığımızı Kurtuluş Şavaşı’nda sıralardan cephelere koşan on beşlilerden ve bu yüzden mezun veremeyen liselerin ruhundan alıyoruz” deniliyor.
Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “Liseliler eylemi çok değerli: Cumhurbaşkanı bunu eleştiriyorsa çok düzgün bir iş yapıyorlar. Liseliler çok düzgün bir iş yapıyorlar. Gençler cesaretle bunu sürdürmeli ve büyütmelidir.” diyerek protestocu tüm liselilere açık destek verdi.
Sayın Demirtaş mutlaka protestocu liselilerin tüm eylemlerinden ve açıklamalarından haberdar olarak partisinin desteğini açıklamıştır. Bu açıklamayı da ‘Cumhurbaşkanı protestocu liselileri eleştirdi’ diyerek yaptı. Demirtaş’ın bu söyleminden, “Cumhurbaşkanı’nın eleştirdiği her şey düzgün bir iştir; sahiplenilmeli, sürdürülmeli ve büyütülmelidir!” anlamı çıkar.
HDP yönetiminin liselileri ayırt etmeden destekleyen yaklaşımını da \'Seni başkan yaptırmayacağız!\' anlayışının bir uzantısı sayabilir miyiz? Buram buram tarihsellik kokan bildirilere bile sahip çıkış kime, neye hizmet eder ve gençlerimizin o anlayışın yedeğine düşmesinden başka nelere yol açabilir? Sonuçta hala kaybeden hep biziz.
Bahsedilen bildiriyi de kapsayıcı biçimde HDP yönetiminin eğilimini açıklamasında, tümünü desteklemesinde bir sorun yok ve bu desteğe saygısızlık yapılmamalı. Tartışmamız gereken; bu koşulsuz desteği HDP tabanı da sahiplenmeli mi ya da bu desteğin kendine getireceği yükümlülüğün farkında mı? Bu şekilde devam eden liseli protestosunda Kürdlerin ve özellikle Kürd gençlerinin nerede durması gerektiğini tartışmak gerekiyor.
Liselilerin taleplerinden hangilerine destek verileceği açıkça ortaya konmazsa, lisede okuyan gençlerimizi yani bir neslin bir kısmını göz göre göre o kesimin yörüngesine itmiş olur muyuz? Bu endişe yerinde midir? Çocuğu, kardeşi, akrabası, yakını ortaokul ve lisede okuyan her bir birey bu endişeyi taşımalı mıdır?
Diyarbakır’daki iki lisenin de bu içerikteki bir bildiriye imza atması Müslüman, Alevi ve Ezidi Kürdleri, Lazları, Türkleri, Süryanileri, Ermenileri, Yahudileri, Mıhellemileri, Arapları, Rumları panikletmeliydi.
‘Mustafa Kemal’in askerleri’ belli bir siyasi kesimin kullandığı bir slogandır. Protestocu liselilerin bir kısmının huzursuzluğunun bir zamanların genç subaylarının rahatsızlığından farkı nedir?
Birkaç yıl önce Almanya Yeşiller Partisi ‘Seçim kampanyası sırasında bir kültür şölenine katıldığı gerekçesiyle’ bir Türk üyesini partiden ihraç etmek istemişti. İhraç gerekçesi olarak da “Aşırı sağcı ve milliyetçi çevrelerin vereceği oya ihtiyacımız yok” açıklaması yapılmıştı. Bu açıklama partinin bir prensibini yansıtır. Bizse burada tarihte sayısız acının yaşatıldığı Kürdlerin kendine kıyan bir anlayışı destekler hale gelmesinden, onu kutsayan bir yörüngeye dahil olma ihtimalinden bahsedeceğiz.
Baskı altında yaşayan birey ve kesimlerin hissettiği baskıya karşı demokratik yollarla direnmeye, bunu dile getirmeye ve sorunun giderilmesini talep etmeye hakkı vardır. Benzer baskıya maruz kalmayanların da baskı altındakilerle dayanışmak görevidir.
Hükümetlerin okullardaki yanlış uygulamalarına karşı çıkarken başka odakları meşrulaştırmamaya dikkat edilmelidir. Bir yanlışa karşı dururken; çağa uygun, şiddetsiz ve kendi coğrafyasının sakinlerine yol açmak için davranmak gerekir.
Türkiye’de yaşayıp da hali hazırda rejimin neden olduğu bireysel ve toplumsal acı belleğine sahip tüm kesimler Kemalizm’in egemen olduğu dönemlerde başlarına gelenleri unutmamalıdır. Özellikle Kürdler çok dikkatli olmalıdır.
İttihatçıların, Kemalistlerin geçmişteki kimi pratiğini sahiplenenlerin nabzı, gittikçe daralan bir kesimde hala atmaktadır ve hala yeşerecek uygun ortam ve kişiler aramaktadır. Hükümetlerin yanlış, yanlı, baskıcı açıklamaları, uygulamaları, dayatmaları hiç kimseyi öyle sistemleri çağırmaya, güçlendirmeye itmemelidir.
Bu anlayış deşifre edilmediği, uzak durulmadığı sürece iktidara gelen kim olursa olsun bu düşünüş şeklini, kendileri açısından sorun olarak nitelediklerine karşı benzer çözüm yöntemlerini kullanmaktan kaçınmayacaktır, kaçınmıyorlar da. Geçmiş ve günümüz bunun sayısız örneğiyle doludur.
Hükümetlerin kural tanımaz, ölçüsüz uygulamalarına karşı o bildik ruha ve o ruhu çağıranlara destek verdiğiniz zaman ilerici olunmaz, kendinizi ilerici sayamazsınız, ilerici görülmezsiniz.
İlericilik-gericilik görüntüsü altında devam eden bu tarihsel hesaplaşmaya bu biçimde taraf oluş tüm kesimlere zarar verir. Kürdler olaylara faşizm, ırkçılık, Erdoğan, AKP, gericilik açısından değil, coğrafyasının huzurlu geleceği açısından yaklaşmalıdır.
Hükümet karşıtlığı üzerinden, her kesime koşulsuz destek vermek, geçmişi gözden kaybettirmeye yol açabilir. Hükümet karşıtlığı siyasetinin kurbanı, esiri olmamak, körleşmemek gerekiyor. İlericilik, her kesimden insanınızla geleceğinin peşinde olmaktır, bugününde de çağdaş yaşama isteğinde diretmektir.
Kürdler hep bir başkasının siyasetinin kölesi, kurbanı olmaktan vazgeçmelidir. Kürdler kendileri için siyaset yapmaya başladıklarında “bir şey” olurlar, bir dinamik, bir odak olurlar. Bu nedenle Kürdler kimin hangi siyasetini, hangi amaçla destekledikleri konusunda uyanık olmalıdır.
Dikkatli olunmazsa şu sorular her fırsatta üzerimize yapışacaktır: “Siz bir Kürd olarak tüm tekleştirme dayatmalarını, 1915’i, Seyfo’yu, Türk Tarih Tezi’ni, Mecburi İskan Yasası’nı, Şapka Kanunu’nu, Alevi Kürdlerin de Müslüman olduğunu, Yerleşim Yeri Adlarının Değiştirilmesi Yasası’nı, Kürdçe yasağını, 1938’i, Zilan’ı, Trakya Olaylarını, Diyanet’in yarattığı atmosferi, 6-7 Eylül’ü, 33 Kurşun’u, 1980 darbesini, herkesin İmam Hatipli olacağı günleri, türbana baskıyı, cem evlerini tanımamayı, Onuncu Yıl Marşı’nı, Andımız’ı da destekliyor musunuz?”
Bir Kürd, bir önceki paragraftakileri savunan herhangi bir yapı ya da kişi ile ilişki kurmalı mıdır? Bu yapıların ve kişilerin geçmişte yapılanları kabul, pişmanlık ve özeleştirisine tanık olundu mu? 1938’de kendi halinde yaşayan her yaştan 40 bin insanımızı iki ayda katlettiklerine, sağ bulabildiklerini sürgün ettiklerine, katletmedikleri çocuklarımıza el koyduklarına ve bunların akıbetlerine dair belgeli itiraflarını gördünüz mü? 38’i planlayanların, katliamı yapanların listesini istediklerine, açıkladıklarına, utandırdıklarına, yargıladıklarına şahit oldunuz mu? Bunlar yapılmadığı sürece de uzak durmamız gerekmez mi?
Geçmişte yapılanları, yöntemleri devletin çıkarları, bekası açısından savunanlar olabilir, bu onların bakışıdır ve anlaşılırdır. Ancak, o kesimin dışında kalan Türkiye toplumu için o dönemin neyi ifade ettiği açıktır ve bir Kürdün de hangi çıkar hesabıyla olursa olsun o kesime destek veriyor olması anlaşılır bir tutum değildir.
Bir yanlışa karşı çıkarken bir başka yanlışı desteklemek, o yanlışı doğru gibi göstermez ve sizi ilerici yapmaz. Aksine, sizi birilerinin fedaisi yapar, suç ortağı yapmaz belki ama suça iştirakçi yapar ve birkaç yıl sonra bugünlere bakıldığında topluma verilen zarar ve faydayı da kolayca netleştirir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.