Bilindiği gibi, bu topraklarda yüz yıldır inkar ve tekçilikle gasp edilmiş Kürt ulusal hakları, günümüze dek süregelen kuralsız ve kirli savaşın yorduğu, bitap düşürdüğü, çoğunluğu Kürtlerden, yüzbinlerle ifade edilen ölümler ile bunun bir kaç katı milyonların yerinden, yurdundan edinmesi, hapis tutsaklığı, vahşi işkenceler, doğa tahribatı ve ekonomik yıkımı yaşayarak bu günlere gelindi. Adına "Son kalkışma" olarak tarihe geçen PKK'nin silahlı kalkışması, temel hak ve özgürlüklere dayalı, hakkaniyete uygun, insancıl, şeffaf ve hesap verilebilir bir paradigma üzerinden yürümediği için, soğuk savaş döneminin o dar, sol totaliter lider kültüne dayanan ideolojisine sahip olması, süreç içinde çürüyerek şimdiki tıkanma dönemine girdi. Sonunda da kendisini feshetmek zorunda kaldı. Bu zaman diliminde, hem Kürt toplumu hem de genel olarak Türk toplumu üzerinde çok büyük psiko-sosyal tahribatları da beraberinde getirdi. Bu anormal süreç, toplumun psikolojisini çok olumsuz yönde etkiledi. Toplumun her kesimini gerçeklik algısıyla değil, reel olgulardan uzak, fevri ve aşırı tahamülsüz tepkilerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Gerçeklikten kopuk bu ruhsal durum, bir olgu veya olayın sosyal medya paylaşımlarındaki yorumlardan da belli oluyor.
Dünyanın en mağdur ve mazlum milleti olan Kürtlerin ulusal hak arama mücadelesi, bu özgürlüğü sağlama iddiasıyla ortaya çıkan PKK'nin askeri hedefler dışına çıkarak Türk ve Kürt sivillere yönelik yapmış olduğu korkunç boyutlardaki şiddet sarmalı, tekçi ve inkarcı devletin Türk toplumunu da bu hakkın verilmemesi yönünde resmi yalanlarla uyutarak ikna etmesi, iki taraf toplumun empati, ahlaki ve vicdani ruhunu betonlaştırdı. Öcalan, hangi saiklerle hareket edip, partisini lağvetme yolunda örgütünü bu yola ikna ederek fesih ve silah bıraktırması yönünde ikna etmişse, sonuç itibariyle doğru ve yerinde bir karardır. Hatta geç bile kalınmıştır. Bu karar, her iki toplum arasında düşmanlığı ortadan kaldırmayı ve Kürtlerin ulusal hakları için kabul edilebilir mücadeleye de olumlu bir ivme kazandıracağı açıktır. Vicdani duyarlılığı olan ve toplumsal barış isteyen herkes, bu tavrı desteklemelidir. Neyi getirip neyi götürdüğü konusu PKK'nin değil, Kürtlerin sorunudur.
1) DEM parti: Bu parti, 35 yıllık siyasi hayatında çok isim değiştirerek bu güne gelmiş bir yapı. PKK’nin gölgesinde ve kendi içinde Türk sol örgüt ve fraksiyonların yer aldığı koalisyon kontenjanlarına göre söylem ve eylemlerini yürüten bir dernek gibi faaliyet yürüten, eş başkanları da bu koalisyon konseptine göre atama yapılan bir siyasi yapı. Bu partinin motor gücünü şüphesiz ki Kürtler oluşturuyor. Marjinal, on bin bile oyları olmayan bu sol örgütler, yoksul ve özgürlük talebinde bulunan Kürtlerin sırtından meclise taşınıp durdular. Meclise gönderilenlerin tamama yakını, bilgi birikimi, entelektüellik, sosyoloji ve tarih bilgisinden yoksun, müritlik bağı ile liderlere bağlanmış kişilerden seçildi. Onun için ne mecliste, ne toplum arasında ve en önemlisi de diplomaside etkinlik ve yetenekleri olmayan kişilerdi. Tek bildikleri şey kitlelerin önüne çıkıp "biji serok Apo" sloganı atmak ve attırmak. Bir ara 80 milletvekilliğine ulaşan bu yapı, yeri-göğü inletmeleri gerekirken, suspus içinde kalarak, inkarcı devlete adeta destek değneği görevi gördüler. Bütün temel hakları gasp edilmiş bir ulusun milletvekillerinin siyasi davranış ve çalışmaları böyle olamaz. İçlerinde samimi ve canla başla çalışıp ağır bedeller ödeyen kişilerin de olduğunu unutmamak lazım. Bu kesim, eleştirilerimizin dışındadır.
"Türkiyelileşme" hedefine yönlendirilen kapılan bu yapı, bütün bu sorunların ve yaşanan kötülükçü şeylerin yegane müsebbibi olan inkarcı devlet paradigmasının oluşturulmasında, çıkarılan anayasa ve yasaların anası ve babası olan CHP’nin kanatları altına sığınarak güya devlet baskısından korunmak için bu partiye şirin görünmeye, CHP mitinglerinde figüran olmaya çalışmış, kendi kendilerini yok hükmüne sokmuşlardı. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde tarihi bir hata daha yaptılar. Bu işin ateşli kişisi de Selahattin Demirtaş oldu. Kürtlük benliğinden tamamen uzaklaşmış, Aleviliği de Kemalizme kurban eden ve CHP ye paraşütle indirilmiş Kemal Kılıçdaroğlu, kayıtsız şartsız destekleyerek Cumhurbaşkanlığı seçiminin iki turunda da ona koltuk değneği görevi üstlendiler. Kürdistan da silme oy patlaması yapmasına rağmen, Kemalistler tarafından; "Kürtler ihanet etti" demekten yine kendilerini kurtaramadılar. Halbuki Kendi adaylarıyla seçime katılmış olsalardı. İkinci turda Kürtlerin çoğunlukta olduğu bu parti kilit parti konumuna gelip siyasi pazarlıklar yapabilirlerdi. Peki ne oldu. binde 5’lik veya yüzde oy yüzdelerine sahip ultra ırkçı ve faşist Türk parti ve kişilerle hem hükümet kanadı hem de CHP protokol imzalayarak onlara önem ve meşruiyet kazandırmış oldular. Kürtler yine "hain" olmuşlardı. Selahattin Demirtaş bu yanlışı yaparak, Kürtlerin oylarını ırkçı ve faşist CHP ye aktardığı için de çıkıp Kürt ulusundan özür dilemelidir. Dolayısıyla bu süreç hem mürit bağımlı kişilerin Kürtler adına meclise taşınmasını minimuma indirebilir, hem de Kürtlerin sırtından meclise taşınan şımarık marjinal şoven Türk solunu Kürtlerin sırtından atabilir. Böylelikle Kürt ulusal birliğini kurmayı başarırlarsa oy oranlarının %20 lere çıkarmaları hiçte zor değil
2) CHP ve diğer milliyetçi ırkçı partiler. CHP ideolojisi ve tepe yönetimi, Kürtlerin ulusal haklarına kavuşması ve bir statü sahibi olmasını asla kabul etmez. İnkarcı, tekçi ve katliamcı ideolojik zihniyet partisi olan CHP'nin 6 okunda bu ilkeler zaten mevcuttur. Partinin temel ilke olarak benimsediği, Milliyetçilik, devletçilik ve halkçılık kavramlarında Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Alevilerin ve diğer azınlıkların yeri var mıdır? Yok. Bu üç kavramda sadece Türklük var, Türk olmak var. CHP'nin yönetimi 1923 ve 1930 ları geri getirmekte milim şaşmış değil. Daha önceki çözüm sürecinde mecliste "Analar ağlamasın diye bu çalışmaları yapıyoruz" diyen AKP yetkilisine, dönemin CHP genel başkan yardımcısı Onur Öymen söz alarak; "Şeyh Said isyanında, Ağrıda, Dersimde analar ağlamasın dendi mi?" diyecekti. Yani hak talebinde bulunanlarla konuşarak, müzakere edilerek değil, tenkillerle yok edilmelidir demeye getirmişti. Vicdan ve insanlıktan nasibini alamamış böylesi hoyrat ve barbar bir ırkçılık örneği yeryüzünün başka bir yerinde var mıdır? CHP ye oy veren taban içinde, "sağcılar ve dinciler iktidara gelmesin" diye kerhen oy veren çokça demokrat ve barışsever insanın var olduğunun da altını çizelim. CHP politikalarını belirleyen üst akıl eski tas eski hamam olduğu için, tabanın bu korkular hezeyanları, politikaların demokratik ve özgürlük temeline oturtulmasına engeldir.
CHP sosyalist enternasyonali kullanarak, Cumhurbaşkanı adayları Ekrem İmamoğlu için diplomatik baskı kurmaya çalıştı. CHP, "sol" "sosyalist" bir parti değil ve hiç olamadı. CHP’nin gerçek siyasi duruşu, nasyonal sosyalist, yani şoven ve ırkçı bir partidir. Sosyalist enternasyonalde ne işi var? Her zaman fırsatçı ve komplocu bir davranışla, etik dışı bir şekilde bu durumdan fayda sağlamak için masaların üzerin "Free İmamoğlu" yani "İmamoğlu serbest bırakılsın" dövizleri bırakılarak herkesin bu dövizleri kaldırması için konulması sağlanmıştı. İlk kez DEM partinin temsilcilerini takdir ettim. Şişirilmiş o dövizleri sallamadılar. İmamoğlu'nun üzerinde rüşvet ve yolsuzluk gölgesi var. 85 milyon insanın cumhurbaşkanlığına soyunmuş kişinin önce bu iddialardan aklanıp temizlenmesi gerekmez mi? Çok ciddi şüpheler var. valizler ve paralar ortalarda dolanıyor. Bunları ihbar edenler de AKP’li MHP’li kişiler değil, bizzat CHP içinde daha önce önemli makamlarda bulunmuş iş adamları ve üst düzey belediye çalışanlarının da resmi şikayetleri var. Bu konuları gündeme getirdiğinizde, bazı aklı evvel Kürtler bile bu hükümete tepkilerinden dolayı; "Bunlar bu işi yapmış olamazlar" diyemiyorlar, dedikleri şu; "25 yıldır bu iktidar çaldı /çırptı birazda bunlar yapsın ne olmuş?" diyebiliyorlar. Savunmaya bakar mısınız?
Peki Kürt/Kürdistan sorununun ulaştığı bu merhalede CHP veya bu partinin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu bu devasa sorunu çözebilecek bilgi, donanım, feraset, demokratik anlayış ve bakışa sahipler mi? Kesinlikle hayır. İmamoğlu siyaset yapıyor ve yalan söylüyor. Kürtler konusunda samimi değil. Toplum hafızası zayıf olduğu için derler ya, kişilerin içinde uhde olarak duran niyeti Allah tarafından ağızlarından kaçırır misali, sarf edilen sözlerin ne anlama geldiğini bilmeyip çabucak unutulduğu için, sadece cafcaflı sözler akılda kalır. Şoven duyguları kabaran İmamoğlu; "Ben topal Osman'ın torunuyum" demişti. Peki gerçekten, yani biyolojik olarak Topal Osman’ın torunu mudur? Hayır. Bu ülkenin mağdurlarına şunu demek istiyor. "Şartlar hasıl olursa ben Topal Osman'ın yolundayım bilmiş olun" demeye çalışıyor. On binlerce Pontus Rumunu, Ermeni’yi ve Alevi Kürtleri (Koçgiri) katleden kişinin torunu olduğunu söylüyor. Topal'ın neler yaptığını, TKP genel sekreteri Mustafa Suphi ve Arkadaşlarının Karadeniz de boğdurulması ve Mustafa Kemal'in Muhalifi, meclisin liberal kanat başkanı Trabzon Milletvekili Şükrü Beyin (Mustafa Kemal'in teşviki ile bu cinayetin işlendiği iddiaları var) kaçırılarak katledilmesi gibi daha bir çok sorun. Topal'ı kaynaklardan öğrenebilirsiniz.
MHP den ayrılan İYİ parti, Zafer partisi ve diğer irili ufaklı ultra ırkçı partiler ve CHP adını kullanmayan ulusalcı Kemalist bilumum emekli asker ve bürokratlar, bu sürece ateş püskürüyorlar. Ayrıca tüm ulusalcı kanallar (GZC, Halk TV. Tele 1 ve diğerleri) demokrat maskelerini çıkararak bütün ırkçılıklarıyla Kürtlere kinlerini kusuyorlar. Neymiş? Böyle olmazmış. "PKK zaten yok ki" dedikten sonra esas olan PYD-YPG ve PEJAK da kendisini tasfiye etmesi lazımmış. PYD-YPG Suriye Kürtlerinin kurdukları siyasi örgütlenme ve askeri birlikleridir. Kendi toprakları üzerinde özgürce yaşamak ve kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. PKK ile benzer sol ideolojik duruşları var. Türkiye ile ne alakası var. PKK Türkiye’de kuruldu ve Öcalan diyor ki "Örgütümü feshettim, bundan böyle Türkiye ile savaşmayacağım silah bırakıyorum. Bitti" diyor. PEJAK, yine Doğu Kürdistanlı bir örgüttür. İdeolojik duruşları PKK ye yakın. Bunların derdi PKK varlığını sürdürsün, Kürtler ulusal hak talebinde bulunduğunda "terör" bahane edilerek rahat bir şekilde katliamlarına devam etsinler.
3) Kürdistani cephe: Bunların da akılları çok karışık. Daha önce Öcalan ve PKK liderlerine hakarete varan ifadeler kullanan bu kesim, Öcalan'ın PKK’yi feshedip silah bırakmasını eleştirerek: "Hiç bir şey istemediler. Neyin karşılığında silah bırakıyorlar?" demeye başladılar. Onlara şu soruyu sormak lazım: Siz Öcalan’dan ne bekliyordunuz? 1999 yılında yakalandığında 15 sayfalık gözaltı ve mahkeme itiraflarında, "Devlete hizmete hazırım... benimde çok yanlışlarım oldu ama beklerdim ki devlet bana; 'gel bakalım derdin nedir senin?' denmesini bekliyordum." Yani diyor ki 'benim amacım öyle yıkmak, bölmek falan değil, dikkat çekmek, bakın ben bu kadar maharetliyim.' Öcalan devletin bu dikkatini üzerine çekti mi, nasıl çekti? Bir "aferin" aldı mı? Alacak mı? Bunları elbette bilemiyoruz. Fakat çok kritik bir sürece girdiğimiz açıktır. Kuzey Kürtleri, dağıtılan PKK içindeki dürüst yurtsever kesime, tepeden bakarak "bak biz dememişiydik" alaylı bakış ve laflarını asla kullanmamalıdırlar. Bu yapıyı ve liderini tarih değerlendirecektir. Şimdi birlik zamanı. Kürtlerin "Türkiyelileşme" amacı güden DEM den ayrılmalı, ya gerçek anlamda bir Kürt partisi etrafında birleşerek, siyasi, ideolojik veya mezhepsel ayırım yapmadan ulusal birlik çatısı altında bir araya gelmelidirler. Bu olamıyorsa, DEM içinde bulunan Kemalist şoven Türk solu ile yollarını ayırarak yüzlerini Kürtlere dönmelidirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.