Son yıllarda öne sürülen devletsizlik anlayışı ile otonomi ve federasyona dahi karşı çıkılıyor. Bunların yerine Murray Bookchın'dan alınan özyönetim anlayışı savunulmaya başlandı. Tıpkı bir zamanlar
THKP-C'nin Regis Debray'dan etkilenip savunduğu Suni Denge teorisini alıp Kürdler üzerinde uygulayan Öcalan işi abartıp her evden bir şehit istemişti. Bedel ödeme üzerinden sunni dengenin bozulacağını var sayan bu toplama kurgu 90'lı yıllardaki Newroz kutlamalarında olduğu gibi yapılan kitle eylemlerinde halkın güvenliğin düşünülmedi. İnsanlar kolluk kuvvetleri ile gerekli önlemler alınmadan karşı karşıya bırakıldı.
Sürekli bedel ödeyen halk olmasına rağmen halkın güvenliği ihmal edildiği ve hiç önemsenmedi. Uzun soluklu olması gereken mücadelede yapılan eylemler kısa vadeli örgüt çıkarı için harcandı. Diyarbakır'da bir çocuğun yaptığı çağrı üzerine gönüllü yapılan kepenk kapatma eylemleri esnaf zarar görüp karşı çıkana kadar tekrar tekrar edildi. Halkın mücadelede hesaba katılmadığına verilebilecek güzel örnektir.
Tabanı kontrol etmek ve dış dünyaya sırf "Bende varım" demek için eylemler yapıldı. "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" mantığı ile yapılan bu eylemler halkın nazarında olduğu gibi toplumun en duyarlı kesimlerinin nazarında da zamanla sıradanlaştı. Kepenk kapatma, açlık grevi ve ölüm oruçları gibi anlamlı eylemler sıkça tekrarlandığı için sıradanlaştı. Örneğin Ferhat ve üç arkadaşının itirafçı olmamak ve yapılan işkence uygulamalarına karşı insan nurunu korumak için 5 nolu zindanda son çare olarak kendilerini yaktığı eylem anlamlı ve saygın izler bıraktı. Öcalan'ın yakalanmasını protesto etmek için de yüze yakın kişi kendini yaktı. Ama aynı etkiyi yaramadığı gibi kendini yakma eylemini de sıradan intihar olayına dönüştürülmüş oldu.
Halk adına hareket ettiğini iddia eden bir partiyi herkesin eleştiri hakkı vardır. İlkeli mücadelenin ve liyakata önem verilmesi konusunda yapılan eleştirilere parti içi demokrasi varmış gibi "Önce partiye üye ol, sonra eleştir" dendi.
Kendileri dışında kalan her örgüte, imha dahil istisnasız her türlü yöntemler kullanılarak engel olunmak istendi.
Zaza olanlar bilir, aile büyükleri "ailenin dağılmasına engel olamıyorsan başka bir aile ile çatışma başlatın" diye çocuklarına nasihat ederler. Bedel üzerine kurulu anlayış ta kitle desteğini kaybetmemek için defalarca bu anlayış ile hareket etti ve gereksiz eylemler yaptı.
En son tabanla soğuyan ilişkileri canlandırmak için "Kirli Hendek savaşı" göstere göstere hazırlandı. Sonuçta ölülerine bile sahip çıkamayan insanlar canından, yerinden, yurdundan ve malından edildi. Bir başlarına açıkta kaldılar. İnsanlar bedel ödedi ama ödenen bedelleri hep birileri farklı alanlarda kullanıldı.
Bu gerçek son seçimde artık iyice ortaya çıktı. Ödenen bedeller üzerinden siyaset yapan bir avuç atanmış legal siyaseti ilkesiz ittifaklar ile kendi amaçları doğrultusunda yönlendirdi. Bugüne kadar tabanda dillendirilemeyen tepkiler sandıkta oyların düşmesi ile ortaya çıktı.
Cumhur İttifaktı ve Millet İttifakı oligarşik yönetimin farklı görünen iki yüzüdür.
Tarih bilgisi olan herkes bunu bilir. Kürdler söz konusu olduğunda bu iki ittifakta söz birliği yapar. Her ikisinde de "HAK ALINMAZ, VERİLİR" anlayışı egemendir. Verilmiş bir hak varsa geri alır ya da işlevsiz hale getirirler. Bunun içinde iki ittifaktan birine seçimlerde verilecek destek mutlaka yazıya dökülmesi ve halka açıklanması gerekir.
Verilen desteğinde mutlaka ilkesel anlamda bir karşılığı olmalıdır.
Cumhur Başkanlığı seçimin ikinci tura kalması siyasi talep gücünü artıracağı bilinmesine rağmen nedense baştan Kılıçdaroğlu'na vereceği desteği açıklayan Yeşil Sol Parti tarafından istenmedi.
Seçimin ikinci tura ertelenmesi halinde sonucunu belirleyecek blok oylar ilkeli ittifaklar kurmak için kullanılmadı.
Seçim daha birinci turunda Başkanlık Sisteminin değişmesine ve parlamenter sistemin geri gelmesine indirgendi.
Sorunların çözümü için tek adres parlamento esas alındığı için de millet vekili sayısı önem kazandı ve millet vekili sayısını arttırmak amaç haline geldi. Bu amaca ulaşmak için de başta ilkesiz ittifaklar olmak üzere her yol mubah sayıldı. Tabanı hiçe sayarak siyaseti kendi amaçları doğrultusunda yönlendiren atanmış yöneticiler yerine oylar azaldı diye seçmeni eleştirmek haksızlık.
Yasal mücadelede kurulacak ittifaklar ile veya dışarıdan bir destek ile Kürdler adına kazanılacak bir hak yoksa başkanlık yada parlamenter sistem olmuş fark etmediği gibi iddia edildiği kadar önemli değildir. Hatalardan ders alınmak isteniyorsa seçimdeki oy kaybına bahane üretmek yerine nedenleri tartışılmalı.
Düşen oy sayısını izah etmek için çok neden var. Sudan bahaneler üreten atanmış ağır yöneticilere inanıp nedenler görmezden gelinmemeli.
Kürdlerle ittifak İyi Partiye rağmen yapılamazmış. Bunu mazeret gösterenler oylar azaldığında da şikayet edemezler.
Seçmenler icin "tek adama karşı verilen demokrasi mücadelesi" deniyor. Kürdler altılı masada yer alsaydı ve altılı masada ile kurulan ittifak kağıda dökülseydi bir ihtimal demokratik hakların kazanımı söz konusu olabilirdi. Kürdleri dışladıkları halde altılı masa ve adayı Kılıçdaroğlu'ndan Kürdlerinde yer alacağı bir demokrasi beklemek en iyi niyetli ifade ile saflık ve siyasi öngörüsüzlüktür.
Yeşil Sol Parti ile ittifaka Akşener'i bahane edip yanaşmayan CHP göründüğü gibi değil olduğu gibi görünmek zorunda kaldı ve kıymete binen Ümit Özdağ ile görüşüyor.
Akşener'in Kürdler ile ilgili şartları bitti, şimdi Özdağ şartlarını açıklayacak. "Birleşe birleşe kazanacağız" diyerek YSP ile buraya kadar gelindi, bakalım bu yeni ittifaklar ile nereye kadar gidilecek?
Kapalı kapılar ardında Kılıcdaroğlu'nun Yeşil Parti'ye bir söz verip vermediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz karşılıksız ve talepsiz verilen bir destek. Diyelim ki beklendiği gibi kapalı kapılar ardında bir söz vermiş. Verdiği sözde bu ortaklarına rağmen Kılıcdaroğlu durabilirimi? Yoksa yine sonuçta "Kürd Memed nöbete mi" denilecek?
Görüldüğü gibi yapılacak seçim ittifakında Kürdler dışında kimse kalmadı. Etnik siyaset yapan ve özü tekçilik üzerine kurulu ittifaklardan dışlanan Kürdlerin ikinci yüzyılda varlığını koruyabilmek için statü değişikliğinden yana tavır almaları artık kaçınılmaz bir gerçek olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.