Üretken ve yaratıcı yönetmen Kim Ki-duk’un 18. filmi Pieta (Acı) Venedik’te Altın Aslan’ı almıştı. Ki-duk’un daha önceki filmlerinden İlkbahar-Yaz-Sonbahar-Kış ve İlkbahar’da; insan bir canlıya zarar verdiğinde çektirdiği acının merhamet göstermeksizin kendisine yaşatılması gerektiğini ve ancak böyle bir durumda bu acıyı ve acı çekenin yaşadıklarını öğrenebileceğini ve ömrü boyunca başka canlıya zarar vermesinin de önüne geçilebileceğini anlatır. Bunun için etrafınızda başka bir canlıya acı çektirdiğinizi fark eden ve bu yanlışınızın sonuçlarının benzerini size yaşatacak bir bilgeye gerek vardır ve şüphesiz bu bilgenin her dediğini ‘O ne yaptığını bilir’ anlayışına güvenerek uygulamanız gerekir. İnsanın içine işleyen öfkeden kurtuluşu da bir rehber aracılığıyla olmalı ve öfkeyi giderebilmek için doğru ve zaman isteyen bir evre geçirmek gerekir. O öfkeyi yitiren insan bilgelik yolunda ciddi bir adım atmış demektir.
Oysa Ki-duk, Acı adlı son filminde bu olgular üzerine daha çok kafa yormuş ve fikrini değiştirmiş, bu değişimi geliştirmiş, derinleştirmiş gibi görünmektedir. Acı’da olan; bir zalime yapılacak en büyük kötülük yaptıklarını içten hissederek yaşamasını sağlamak ve zulmettikleriyle aynı sona ulaştırmaktan asla vazgeçmemek, başkalarına yaşattığı acıyı ömür boyu hissedecek katılıkta yüreğini ve bilincini mahvetmektir. Huzur ona haram kılınmalıdır. Bu süreç her aşamasını dikkatlice düşünüp satrançtaki zorunlu hamleler gibi bir anlayışla davranmayı ve sürecin her aşamasında kararlı olarak finalde vurucu darbeyi indirmeyi gerektirir. Yani ciddi bir emek, kişilik tahlilleri ve süreci planlama gerekir. Pieta (Acı)’da tüm bunlar başarıyla yerine getiriliyor. Borcunu zamanında ödeyemediği için uygulanan yüksek faizin altında tamamen çaresiz kalan insanları sakatlayarak sigortanın ödeyeceği parayı patronu için gasp eden Lee Kang-Do (Lee Jeong-jin) ve Kang-Do’nun yaşamına kendisini bebekken terk edip gitmiş annesi olduğu iddiasıyla giren Jo Min-soo ve Lee’nin şiddetine ve sonuçlarına dolaylı ya da dolaysız maruz kalanları canlandıran oyuncular izleyiciyi etkiliyor.
Lee’nin sakatladığı insanlar onun dinmeyen acımasızlığına/öfkesine ‘annen ya da eşin ya da çocuğun yok mu senin’ diyerek tepki gösteriyorlar. Bu tepki her dilde öyle çok tekrarlanıyor ki, yönetmenin aileyi kutsallaştırdığı ve bununla da yetinmeyerek ailesizliğin tüm kötülerin ve onların kötülüklerinin temel besin maddesi olduğunu düşündürtüyor. ‘Anne, kardeş, eş, çocuk sizi iyiliğe bağlayan ve bu bağın kopmasını engelleyendir’ gibi yanlış bir genellenmiş tespite bilerek isteyerek yönlendiriyor yönetmen. Hayatı, ölümü ve acıyı izleyiciye sorgulatmaya çalışan Ki-duk, sınırsız şiddeti de içeren acımasızlığın kimsesizlikle eşdeğer olduğunu kanıksatmaya çalışıyor. Yönetmene katılıyorum, sertçe anlatmak en iyisidir çünkü gerçek serttir. İnsana zarar veren gerçeği yumuşatmaya çalışmak onu kanıksatmaya, bir kader gibi, bir huysuz parçamız gibi algılatıp onunla beraber yaşamaya alıştırmaya uğraşmaktır ve bu tutum kendini kendi yaşamından çıkarak durumdan sorumlu kılan insanların yaptıkları her işle bu duruma direnmeyi ve bu yanlış yaşama maruz kalanları da direnmeye davet eden bir manifesto gibidir. Tıpkı Haneke ve Güney’in filmlerinde seyirciye sürekli kaynar yağ dökme uğraşısı gibi.
Ailesinin (ki, filmde terk eden kişinin anne olması özellikle seçilmiş çünkü bu süreci ancak böyle bir figür sapmasız ilerletebilirdi) kendisini terk ettiği bir süreçte tutunmaya çalışarak yaşamış bir insanın terk edildiği için hissizleşerek, hislere sırtını dönerek bu kadar öfkeyi biriktirmesi ve bu öfkeyi insanlardan sakınmaması nasıl bir mucize gibi ise, ona bu yaptıklarını ödetmek için karşısına çıkan anne görünümündeki mükemmel intikamcının da mucizevi olması zorunludur. Öyle ki, sakat bırakıldığı için intihar eden oğlunun intikamını almak için davranan bir kadının zaman içinde cellada alışabileceği (uykudaki Lee’ye masturbasyon yapması ve sonra bu yaptığından iğrenmesi, yatağına bir oğul gibi gelen Lee’yi tokatlayarak kovması gibi) ve ona acıyıp vazgeçmesi ihtimalini bile öngörüp bunun önüne geçebilmek için ölmüş oğluna sürekli kazak örüşüne şahit oluyoruz. Kazak sayesinde anne düşmanına karşı diri kalıyor ve amacının onu öldürmek değil ölmekten de beter etmek olduğunu hızla kavratıyor. Sadece salt kötüler kötülük planlamaz, iyi ve kimseye zararı olmayan insanlar da dürtülürlerse kötülerden daha kötü olabilirler yaklaşımı filmin sonuna dek ince ince örülüyor. Bu derecede bilince sahip bir annenin oğlunun zor günlerini fark etmemesi, onunla ilgilenmemiş olması da filmin paradoksu gibi görünmektedir. Öz oğlunun uzun süren yıkımını fark edemeyen anne, onun yıkımını sağlayanlara karşı birden Tanrılaşıyor. Halbuki, böyle rehberlik yapar gibi intikama yaşayan bir bilge ve kararlı bir annenin oğlunu ölüme götüren, oğluna ve kendine bu acıları yaşatmayacak bir geçmişe sahip biri olarak gösterilmesi hiç inandırıcı gelmiyor ve sürece yakışmıyor. ‘Oğluna zamanında sahip çıkıp onu yönlendiremedi.’ sorusu da safça sorulmuş gibi havada kalıyor. Lee’nin annesi olduğunu iddia eden bu kadının annesi olduğunun kanıtını sergilemesi için Lee’nin ifadesiyle kadının içine girmesi (tecavüz) esnasında yitirdiği oğulun acısı taze ve düşmanını henüz tanımayan bir anne olarak bu anlarda sergilediği oyunculuğun sinema tarihine geçtiğini düşünüyorum.
Annenin Lee’nin patronunu yani olayların asıl sorumlusunu öldürmesi de ayrı bir değerlendirme gerektiriyor. Aynı olgu, Fakir Baykurt’un Tırpan adlı romanında da işlenir ve yazar bir kadına kurtuluşun zalimi/düşmanı öldürmekte olduğunu söyletir ve bunu yaptırır. Baykurt’un yaptırdığını Ki-duk da yapıyor; Lee’nin patronu, anne tarafından oğlunun atölyesinin zincir bağlı ağır kilidi ile vahşice öldürülüyor. Bu sahnede yönetmen çözüm olarak yanlış adres gösteriyor, çünkü kapitalizmin yaşattığı acımasızlıkların hıncını onun yerel ve ilk göze çarpan işbirlikçilerinden çıkarmak ya da kapitalizmin vahşiliğinden faydalanarak korumasız ve emeğini değerlendirmesi oldukça zor olan kol işçilerinden, emekçilerden para kazanmaya çalışanları hedefe koymak ve ardından sorun kapanmış gibi yaklaşmak doğru bir seyir olmasa gerek. Kötü olan ve kötülük yapan her bireye böyle yaklaşınca dünyadaki kötülük sona mı erecektir yoksa, kapitalist sistemin bekasını sağlayan güçleri değil de yaşanandan sorumlu görülen somut bireyleri cezalandırmak mı kötülüğü sona erdirecektir, yoksa herkesin bilinç düzeyi ve olanaklarına göre davranarak mı bu sorun tarihe gömülecektir? Aynı anne, annesi olduğunu kanıtlayabilmek için; Lee’nin inşaattan ittiği kişinin sakat kalmasını garantilemek için aşağıya inip tekmeleyerek dizkapağını tamamen dağıttığı adam oğluna beddua edince, bir anne olarak oğluna böyle beddua edilmesine öfkelenip adamın diz kapağını oğlundan sonra bir de kendisinin içtenlikle tekmeliyormuş gibi görünüşü de dikkat çekici bir sahneydi. Bu eylem de bilinçle yapılan bir eylemse eğer, bize anlatmaya çalıştığı düşmanınızın güvenini kazanmak için her şey mübahtır anlayışını sergilemek midir acaba? Düşmanı bize yaşattığı felakete sürüklemek için düşmanla sabırla ve bilinçle yaşamayı gerektiren bir yaklaşım bu.
Unutmak ihanettir, ne anlama gelir? Pasif bir tepki olarak bir daha başınıza gelmemesi için her türlü önlemi almak ve yaşadığınız sıkıntıyı unutmamanız gerektiği midir, yoksa size bu sıkıntıları yaşatan(lar)dan intikamınızı almanız gerektiği midir? Ki-duk bu soruya verilecek olası yanıtlardan sonuncusunu bilinçle seçerek bunu savunur bir görsellik, oyunculuk ve kurguyla seyircinin bilincine işlemeye çalışıyor. Bu ise bambaşka ve haksız da sayılamayacak bir tercihtir. Demokratik kuralların insanı korumadığı, kendisinin ve ailesinin her türlü saldırıya açık olduğu bir sistemde elinizdekileri korumak, geleceğinize sahip çıkmak devrimci bir eylem değildir de nedir! Üstelik işgalcilerin ve sizi kapitalist rejimin koruduğu kitleden değil, onları size karşı koruyan, acımasız ve korunaksız bir yaşam kurarak sizi ve çevrenizi her türlü yozluğa itmek ve bunu da kaderin bir versiyonu olarak kabullendirip ne şekilde olursa olsun sizi yaşamaya devam etmenize koşullandırılmak ve hesap soramamanın doğallığını kavratıp sizi acizleştiren bir sistemde bu tür tartışmalar, çözümlemeler ve pratikler evrensel değerdedir.
Filmde insanlara böylesine vahşice zulmeden ve yaşadığı yerden, arkadaşsızlığından ya da sevgisizliğinden, sevgilisizliğinden, ilişkisizliğinden, yaşam alanının pis ve derme çatmalığından, gerçekte bir zavallı olduğundan emin olduğumuz birinin karşısına anne olarak çıkanın varlığından sonra inanılmaz bir hızla değişim sergilemesi, merhamet gibi insani özelliklerin ipuçlarını vermeye başlaması bile yönetmeni durdurmuyor ve bu kötü adam çizilmiş kaderine sakin sakin ve asla duraksamadan ve duraksamaya neden olacak yumuşamaları da öngörüp nefreti, intikamı canlı tutacak şekilde yaklaştırılıp yaşaması ve ömür boyu bununla debelenmesi sağlanıyor. Ama Lee itildiği sonun dışına çıkıyor ve böyle kahırla yaşamaya devam etmeyeceğini üstelik buna kötülük yaptığı insanlardan birinin aracılığıyla son vereceğini gösteriyor ve sonuçlandırıyor. Ayrıca, son sahnelerin birinde bir başka acılı annenin Lee’nin annesi sandığı kadını inşaattan itip itmeyeceğini yönetmenin muğlak bırakması ayrı bir tartışma açmaya yönelikmiş gibi görünüyor ama kanımca pek etkili bir sahne olamıyor. Yaşatılan zulmün hesabını kim sorabilir, nasıl sorabilir, ne gibi bir yoğunlaşmaya ve hangi araçlara ihtiyacı var soruları kafanızda dönüp duruyor film boyunca. Yönetmen izleyiciyi, bu intikamın mutlak alınacak olmasına odaklıyor. Kötüler cezasını çekmeli; geçmişini sorgulamanın ya da içtenlikle sergilenen pişmanlığın bir faydası olamayacaktır.
Kore sinemasının genel karakteristiklerini yansıttığı düşünülen Kim Ki-duk’un bu son filmi Acı adından, oyuncularının performansından, karakterlerden, içeriğinden sıkça bahsettireceğe ve kendini unutturmayacağa benziyor. Basit mekanlar, basit olaylar, basit karakterlerle akan ancak, izleyeni her sahnesiyle inanılmaz ve hep artan tempoyla yoran filmleri ustaca kotaran Ki-duk’un biraz daha dikkatli ve tutarlı olması umuduyla.
Aziz Yağan Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.