Diyarbakır dut kentidir, tıpkı Antep gibi. Kentin her yanında dut kokusunu hissetmek harika bir duygudur. 100 yıl önce Osmanlı’nın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan bu kentte bu sahipsiz dut ağaçlarının yaprakları o zamanlar ipek böceklerini beslermiş. Tıpkı tüm Antep yolları gibi, Diyarbakır’ın yolları da dut ağaçlarıyla doludur.
Geçen Cumartesi, Antep’te Héjo ve Henna ile bir parkta dut ağaçlarının altında belli bir konu üzerine tartışıyorduk. Henna’nın bu kadar dertli ve sayısız örneği olduğunu görünce; dikkatine, yoğunluğuna, anlatımındaki cesarete şaşırmış ama bazılarının altından kalkamadığını ve kendisinde problem haline geldiğini fark edince çok üzülmüştüm. Bakışlarını, sorunlarını ve eleştirilerini ifade etmekte çekinmeyen iki yiğit insanla sohbet etmekte olduğumu fark ettiğimde çok sevinmiştim. Kaybetmek istemediklerimize karşı şiddeti reddedip, susma kaçışlarına saklanmadan, içinde biriktirmeden anlamayı anlatmayı önceleyen insan bizdendir. Tam da o sırada geldi Filiz’in haberi. Bu dut mevsiminde, Filiz Korkmaz sesini, delikanlılığını, dostçalığını, cinsiyetsizliğini, samimiyetini, yiğitliğini almış da gitmiş; bir daha dönmemek üzere. Ne yazık ki, Héjo ve Henna Filiz’le tanışamadılar, onu tanıyamadılar. Filiz biraz iyileşebilseydi.. Kanseri içeren bir yazı yazdığımda nasıl da sevinmişti ve teşekkür etmişti içeriğine.
Sorarsanız eğer etrafınızdakilere, size Filiz’i anlatacak çok kişi bulacaksınız. Eğer Filiz’i tanıyanları bile tanımıyorsanız tanıdık çevrenizi biraz değiştirip genişletmenizi öneririm. Filiz’in işinde ya da iş dışında insanlara hayati önemde nasıl da yardımcı olduğunu dinlerseniz, onu hiç görmemiş olsanız da ona saygı duyarsınız. Filiz Korkmaz’dan bahsediyoruz!
Gelen haber Ankara’dan getirildiğine ve ertesi gün öğlen vaktinde Yeni Köy mezarlığına defnedileceğine dairdi. Gece yarısı Antep’ten ayrılıp Filiz için Diyarbakır’a gittim. Hem kendim veda edecektim hem de Berlin’den bir abimin selamını fısıldayacaktım Filiz’e. Öğlen mezarlığa gittiğimde kimseler yoktu, görevlilere sordum, ‘saat 16’da defnedilecek’ dediler. Ayrıldım, Dağkapı’ya gittim. Saat 15’e doğru yola çıktım ve saat 15 gibi mezarlığa ulaştığımda biraz ileride bir defin töreni gördüm. Yaklaşınca Filiz’inki olduğunu anladım. Selamı ilettim, vedalaştım.
İnsanlara ve görevlilere defin için saat 16’yı verenler, Filiz’i neden duyurulan saatten önce defnetti? Fazla bir seçeneğiniz yok yanıtlar arasında! Herkes birbirini tanıyor az çok! Kim neyi neden yapıyor sır değil, bilinmez değil çoğu zaman. Sayısız insan 16’da mezarlığa geldiğinde kahroldu, çünkü mezarlıkta ailesi dahil kimse kalmamıştı. Şafi Kürtler yakınları vefat eder etmez, istisnalar hariç, anında mezarlığa koşarlar ve ben buna hiç alışamadım, Gecenin ikisinde, üçünde, dördünde bile olsa projektörlerle cenaze defnedildiğini çok duydum. Ancak belirtilen saatten önce defin işlemine ilk kez ve umarım son kez tanık oldum.
Ne Filiz, ne dostları bu yapılanı hak etmedi. Duyurulan saatin öncesinde Filizimizi defnetmeye kimsenin hakkı yoktu. Mezarlığa gittiklerinde Filiz dahil kimseyi bulamayan dostlarının yüzünü ve cümlelerindeki kahrı ifade etmek çok güç. Hastalıktan çok çeken Filiz’in hissettiğimiz çilesine, bu tür bir defin de dahil oldu. Hem Filiz’i kaybetti insanlar, yetmedi bir de cenaze törenine katılamadı. Bu topraklar bir trajediye daha tanık oldu. Dostları ve Filiz hakkında sonradan araştırma yapmak isteyecekler bu yazıyla karşılaşacak, öylesi bir törene kimler ve neden sebep oldu diyecek, yanıt bekleyecek, yanıt arayacaklar.
En son görüşmemizde bana “İyileşeyim ülkemiz için beraber çok şey yapacağız” demiştin, iyileşemedin. Filizcim, iyi ki tanıdım seni, dost, içten ve cesur bilincini bilebildim. Ve bu sayede Héjo ve Henna’da senin berraklığının izlerini sezebildim.
“Doğru zaman, doğru yer” şart değildir, aslolan “doğru insanların” bir araya gelebilmesidir. Filiz, doğru insandı.
Aziz Yağan
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.