Heryer Kan İçinde

Sahi görüşme sürecinin baş mimarı sayın Öcalan nerede? Neden görüştürülmüyor, neden yanına kimse gidemiyor? Devlete lazım olduğu zaman mı müzakerecidir, kanın bunca aktığı bu gün neden avukatlar, siyasiler görüştürülmüyor?

Nuri Sınır

10.10.2015, Cts | 15:09

Heryer Kan İçinde
Makaleyi Paylaş

Evet, her yer kan içinde

7Haziran seçimlerine Kürd toplumu büyük bir beklenti ile girmişti. Bu seçimin oluş şekli ve gidişatına yönelik eleştirilerim olmakla beraber, yaratılan algı ve beklentiler toplumun belleğine savaşın biteceğini ve parlamentoya gidecek Kürd milletvekillerinin bu işi parlamentoda oluşacak siyasal iktidarla çözüme götüreceğine inanmıştı.

Ama olmadı

Seçim öncesi iki buçuk yıla sarkan ve adına \"çözüm süreci\" denen çalışmalar, Dolmabahçe’deki toplantı sonrası yapılan açıklamayla “sonuç alınacağı’’ beklentisi yaratırken, Cumhurbaşkanı’nın \"ben böyle bir kararı tanımıyor, masa da, müzakere de yok\" açıklamasıyla, ülkede büyük bir gerginlik yaratılmış, seçim çalışmalarında olmadık suçlamalar ve haykırışlar bu gerginliği artırmıştır. HDP\'nin bürolarına atılan bombalar, cesedi parçalanan HDP seçim aracının şoförü ve en son Diyarbakır HDP mitinginde patlayan bomba ile ölen insanlar sonucunda yapılan seçimde HDP barajı aşmış ve parlamentoya 80 milletvekili göndermişti. Kürd toplumunda yaratılan sevinç, seçim akşamı Newroz alanının hınca hınç dolmasına ve sevinç gösterilerine neden olmuştu. Bu sevinç fazla sürmedi. Seçimden hemen sonra Kandilin savaş açıklaması ve devletin savaş naraları her şeyi alt üst etmeye yetmişti. Yine seçim sonrasında Suruç’ta patlayan ve 33 cana mal olan bombanın akabinde, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi her şeyi çığırından çıkardı. Savaş tüm Kürd bölgesinde can almaya başladı. Asker, polis, gerilla, sivil ölümleri ayırım gözetmeden gün geçtikçe çoğalmaya başladı. Siyaset dili alabildiğine sertleşmişti. Hükümetin \"kökünü, köklerini kazıncaya kadar devam edin\" açıklamaları savaşın boyutunu daha da ileriye götürmeye yetiyordu.

Savaş tüm vahşetiyle kentlerin içine girmişti. Can almaya, kan dökmeye doymuyordu.

Varto\'da öldürülen bayan gerillanın cesedi çırıl çıplak teşhir ediliyor, etrafında toplanan güvenlik güçleri o çıplak cesetle resim çekiyordu. Şırnak’ta öldürülen bir genç, polis aracının arkasına iple bağlanarak, vahşet ve canavarlık adeta teşhir ediliyordu. Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Ölen askerler, polisler törenlerle ve yakınlarının feryatlarıyla defnediliyor, aynı feryatlar Kürdistan\'ın her yerinde göklere yükseliyordu. Varto\'yu Yüksekova, Yüksekova’yı Hakkari Şemdinli ve sırasıyla Lice, Silopi. Silvan, Cizre, Nusaybin, Bismil takip ediyordu. Bir yandan kazılan hendekler ve yüzü kapalı gençler, diğer yandan acımasızca saldırıya geçen devletin kolluk kuvvetlerinin her yerde akıttığı kan. Toplumda yaratılan gerginlik, yaşadıkları alanlardan kaçan on binlerce insan ve talan edilen, tahrip edilen kentler, kasabalar. Doğrusu Kürt toplumu böyle bir savaşı beklemiyordu. Cumhurbaşkanı tarafından buzdolabına konulan \"çözüm sürecinin\" çıkarılması ve bu vahşi uygulamaların bitmesi endişesi ile son dönemde olup bitenlere anlam veremiyordu.

Bu savaştan kim karlı çıktı?

Kürt\'lerin karlı çıkmadığı aşikar. En büyük zararı Kürt\'ler ve yerleşim alanları, kentler, kasabalar ve buralarda yaşayanlar; evlerini, barklarını, yakınlarını, çocuklarını ve her şeylerini kaybedenler çektiler.

Geçen biri ile yaptığım bir sohbette bana \"bu savaştır, devam edecek. Hani burası daha Kobanê olmadı ki!\" söylemi dehşet verici bir söylemdi.

Ne isteniyor, neyin peşindeler?

Dört parçada birleşik Kürdistan ile başlanan mücadele, demokratik özerklik hatta ondan da geri ne ifade ettiği belli olmayan ‘’öz yönetim’’e gelmiş durumda.

Öz yönetim denen ve istedikleri şey defalarca farklı kesimlerin de dillendirdikleri yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden başka bir şey değildir. Başbakan da geçen gün \"1 Kasımda iktidara gelirsek Avrupa Birliği Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı iyileştireceğiz\" diyordu. Çünkü Türkiye’nin, bu madde ile ilgili çekincesi vardı.

Bu madde ve bu maddenin getirisi etrafında dönenlerle ilgili talepler için bu kanın dökülmesine gerek var mı? Bu kentlerin yıkılmasına, bunca insanın acı çekmesine gerek var mı?

Bu istemler, bunca acıyı gerektirmiyor. Bunca ölümü gerektirmiyor. İki tarafa da, savaşın taraftarı olan iki tarafa da düşen, bu inattan vazgeçmedir. Halklarına ölüm ve acıyı reva göreceklerine, ihtiraslarını bırakıp sorunu insani boyutta çözmedir. Bunun adı da görüşmedir, müzakeredir.

Sahi görüşme sürecinin baş mimarı sayın Öcalan nerede? Neden görüştürülmüyor, neden yanına kimse gidemiyor? Devlete lazım olduğu zaman mı müzakerecidir, kanın bunca aktığı bu gün neden avukatlar, siyasiler görüştürülmüyor?

Hulasa her tarafı kokan bir ortam. Kimin ne yaptığı, ne yapacağı belli olmayan bir ortam.

Bütün acıları çeken, yaşayan bir toplum. Bunlara kim ne zaman \"dur\", \"yeter\", diyecek o da belli değil.

Ama ben kendi adıma, yeter ve durun diyorum. Takip edilen bu yolun, ölümlerin, öldürmelerin, acının, talanın, yakılan, yıkılan kentlerin ne Kürd halkına, nede Türk halkına bir yarar getirmediği ve getiremeyeceği ortada.

Silahları susturun, halklarınıza huzur getirecek ortamı yaratın.

Bu talebin yerine getirilmesi çok mu zordur. Sizin için zorsa eğer, bu millet elbette ki bıçağın kemiğe dayandığı noktada, sizlere ‘’dur’’ diyecektir.

(Not: Bu yazıyı yazdıktan kısa bir sure sonar, KCK \'nin ateşkes önerisi internete düştü. Umarım karşılığını bulur.)

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
5403 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:06:11:40
x