Hamas'ın başlattığı çatışmanın üzerinden bir yıl geçti. Çatışmayı tek başına Netanyahu'nun yaptığı soy kırım ile değerlendirilirse doğru sonuçlar elde edemeyiz. Filistin halkının haklı mücadelesi yerine İran mollalarının Ortadoğu'da yayılma siyasetinde kullandığı Hamas Örgütü antisemitik mücadele veren, terör eylemleri yapan paramiliter bir örgüttür.
Bu örgüt İran gibi İsrail devletini ve Yahudi halkını Ortadoğu'dan silmek, yok etmek istiyor. Filistin halkının haklı mücadelesini vermek yerine attığı uyduruk roketlerle saldırıyı başlattı. Sınıra yakın bir yerde verilen bir konseri izlemek için gelen sivil insanların bir kısmını esir alıp, bir kısmını öldürerek Netanyahu gibi bir katilin Gazze halkına saldırıp5 vahşice katletmesine olanak tanıdı.
Konser alanından kaçırılan genç kızlara tecavüz edilmiş, sorun çıkaranlara işkence yapılmış. Esir alınan bu insanlar Hamas militanları tarafından canlı kalkan olarak kullanıldılar. Gazze de yaşayan 2 milyon insana yerini, yurdunu terk etmek zorunda kaldı.17.500'ü çocuk,11.000'i kadın olmak üzere 40.000'in üzerinde Filistinli öldürüldü. İsrailli 1200 sivil ve 800 asker hayatını kaybetmiş,500 kişide göç etmiş.
174 gazetecinin hayatını kaybetmiş. Kısa bir süre ateşkes yapıldığında da 81 İsrailli ile 240 Filistinli esir takas edilmiş. Lübnan’a taşınan eşit şartlarda olmayan savaşın bilançosu da giderek artıyor.
Hamas sonuçlarını bile bile saldırıyı başlatması, kaçırıp esir aldıklarına yaptığı muameleler ve sivillere yönelik roket saldırıları Netanyahu'yu ve Filistin halkına yaptığı zulmü haklı çıkarmaz. Ancak Hamas'ı ve amacını bilmeden yaşanan olaylarla ilgili yorum yapmak, taraf olmak ile doğru sonuçlar elde edilemez. Sonra dünya yaşanan olaylara neden tepki göstermiyor diye şikayet edildiğinde doğru yanıtlar alınamaz. Başta Arap dünyası olmak üzere, yaşanan olaylara Avrupa ülkelerinin sessiz kalması ve tepki göstermemesinin nedeni Hamas'ın kurulduğu günden bu güne kendi halkının mücadelesini bırakıp İran adına yaptığı terör eylemleridir.
Türkiye'de sol ve sosyalist kesimin çoğunluğu ile DEM Parti'nin atanmış yöneticileri akıl almaz bir şekilde İran'ın beslediği ve amacı belli olan Hamas'tan ve Gazze'deki gibi felaketle sonuçlanacağını bilindiği halde çatışmaları Lübnan'a taşıyan Hizbullah Örgütünden yana tavır aldılar. Hamas ve Hizbullah Örgütü'nün amacı bilindiği halde, onlardan yana taraf olmak, yaptıkları terör eylemlerini aklamak sadece İran molla rejimine yarar. Doğru olan tavır Netanyahu'ya karşı Hamas'tan ve Hizbullah'tan yana değil Filistin ve Lübnan halkından yana tavır almaktır.
Bu çatışmalar ile birlikte DEM Partinin parlamentodaki varlığına bile tahammül etmeyen Devlet Bahçeli yeni bir toplumsal barış Süreci'nden söz etmeye başladı. Söz etmesine rağmen ortaya koyduğu tavırda her zamanki gibi somut bir öneri yok. Bahçeli meclis kürsüsünde Kürdlere hakaretler ederek gerçek duygularını belirttikten sonra yüzünde sahte gülücüklerle durup dururken "Eniştem beni niye öptü" der gibi DEM Parti yöneticileri ile tokalaşmaya gidiyor. Bahçeli ile tokalaşmak için yarışa giren DEM Parti yöneticileri de yaptıkları yorumlar ile estirilen sahte antiemperyalist havaya ve Türk-Kürd birlikteliğine anlamlar yüklemeye çalışıyor.
"Kurtuluş Savaşı" öncesi Kürdlere verilen ve tutulmayan sözleri ve en son konuşması gereken Bahçeliyi bir kenara bırakalım. Yakın tarihte Kürd oylarını almak için Süleyman Demirel "Kürd realitesini tanıyoruz”, Tansu Çiller de "Bask modelini tartışıyoruz" demişti. PKK'nin başlattığı silahlı mücadele sonrası "Ver kurtul, vur kurtul" tartışmaları başladı. Vur kurtul" anlayışı benimsenince çözüm için Bask modelini tartışıyoruz diyen Çiller Çatlı gibi faili belli cinayetlerin işleyenler için "Bu ülke için kurşun atan da, yiyenler şereflidir" demeye başladı.
Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde özel ekiplerin Beyaz Toroslarla Kürdistan'da insan avına çıktığı, infaz edilenlerin asit kuyularına atılarak kan donduran cinayetlerin işlendiği dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener yapılanları bir kenara bırakıp oy istemek için Diyarbakır'a gittiğinde büyük bir pişkinlikle "Bu ülkeyi Kürd'ler, Türk'ler ve Zaza'lar kurdu. Kucaklaşmaya geldim" demişti.
Mesut Yılmaz'da Kürd oylarını almak için "Avrupa birliğinin yolu Diyarbakır'dan geçer" dedi ama çözüm için kendisinden öncekiler gibi o da tek bir somut öneri sunmadı ve adım atmadı, atamadı.
En son Erdoğan "Kürd sorunu benim sorunumdur”, çözmek için "Baldıran zehiri içerim" dedi. Başlattığı barış sürecinde ellerinde silah ve gerilla kıyafetleri ile teslim olmaya gelen gerillalara halkın gösterdiği sevgi gösterilerine engel olunmadığı gibi yargılanmaları için "Çadır mahkeme" bile kurdurdu. Sonuç Ceylanpınar'da iki polis memurunun susturucu tabanca ile öldürülmesi sonrası Barış Masası devrildi. Dikkat çekici olan PKK'nin yaptığı iddia edilen bu olayla ilgili tutuklanan bütün sanıklar sonunda beraat etti. SS.Önder'in ortaya attığı "Seni başkan yaptırmayacağız" lafı ve Demirtaş’ın "Ver başkanlığı al özerkliği diyenler kusura bakmasın. Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz" dedikten sonra özerkliğin konuşulmasını fırsat verilmeden bütün ipler koptu.
Kürd sorununun çözümü ile ilgili politikacılardan kim samimi, kim değil diye test yapacak imkânımız yok. Bildiğimiz Türkiye'de iktidarlara gelene kadar her parti Kürd sorununun çözüm için söz verirler. İktidara gelincede devletin belirlediği kırmızı çizgilerin dışına çıkamaz ve kırmızı çizgiler savunulmaya başlanır.
Bu nedenle siyasilerin iktidar olana kadar, hatta iktidar olduktan sonra bile kendi iradeleri ile çözüm için devletten onay almadan adım atamazlar.
Bilinmesi gereken çözüm içim son sözü söyleyen, her zaman muhatap devlettir
Devlet Bahçeli’de Cumhur Başkanı gibi İsrail'in esas hedefinin Türkiye olduğu iddiasını tekrar ederek Milli Birlik çağrısı yapmaya başladı. Bu çağrıyı yaparken "bin yıllık Kürd-Türk kardeşliği" nakaratını tekrar ediyor. Diğer yandan da birlik çağrısı yaptığı Kürdlere ne yararı olacaksa dünyaya nizam getirecek olan Türk-İslam devletinden söz ediyor. Sürekli işlenen Beka fobisini güçlendirmek için de durup dururken, Türklerin Anadolu’dan gönderemeyeceğinden dem vuruyor. Bahçeli’yi tanımadan konuşmasını dinleyen bütün dünyanın işini gücünü bırakıp Türk düşmanlığı yaptığını zanneder.
DEM Parti dahil TBMM'de bulunan partiler çatışmaların sonunda Ortadoğu'da statükonun değişeceği endişesi ile, hiç bir öneride bulunmadan Kürdlere İsrail'e ve emperyalizme karşı birlik çağrısı yapıyor. Kürdlerin ulusal taleplerini Türkiye'nin güvenlik sorununa indirgeyerek değerlendirme yapıyorlar. Kürd sorunu güvenlik sorunu olarak ele alınıyor. Her geçen gün daha da kötüye giden, yaşam koşullarının zorlaştığı ülkede, NATO üyesi olmasına rağmen Beyrut ile yakınlıkta bahsedip "Lübnan'a müdahale ederiz" diyen iktidar öne sürdüğü gerekçelerle ülkeyi silahlandırmaya devam ediyor.
Türkiye'de olduğu gibi İsrail'e ve emperyalizme karşı aynı birlik çağrısını İran'da Farslar, Suriye ve Irak'ta Araplar yapıyor. Savaştan galip çıkan emperyalist ülkelerin son verdiği Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan irili ufaklı çok sayıda bağımsız devlet kurulmasına rağmen Kürdistan dört parçaya bölündü. İsrail ve emperyalist ülkelere karşı birliğe çağıranlar bundan hiç söz etmedikleri Kürdlerin ulusal haklarını da kullanmasına izin vermiyorlar.
Egemen ülkelerin bu tavrına DEM Parti'nin atanmış yöneticileri de onay veriyor. Emperyalizmin Ortadoğu'yu yüzyıl önce yaptığı yeniden dizayn etmek ve haritanın yeniden çizilmek istediğini iddia eden DEM Parti'nin Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları Bahçeli gibi birlik, beraberlik ve barış çağrısı yapıyor.
Ortadoğu'daki gelişmelerden ve olası Türkiye'ye etkisinden endişeli olan Hatimoğulları Kürdistan'ın dizayn edilerek 4 parçaya bölünmesine hiç rahatsız olmadığı için sözünü bile etmiyor. Yakında "1071 ruhuna ihtiyaç var" derlerse kimse şaşırmasın. DEM Partiyi yöneten atanmış yöneticilerin görevi bu.
"Rüzgarsız havada dönen fırıldağın bir üfleyeni vardır".
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.