Türkiye 1923'ten 1946'ya kadar tek partili sistem ile yönetildi. SSCB’nin baskısı sonucu batı ile bütünleşmek zorunda kaldı. Batının dayattığı şartlardan biride çok partili sisteme geçilmesiydi. Bu dayatma ile çok partili sisteme geçildi. Bu geçiş ile birlikte 1946'da Demokrat Parti kuruldu. Böylece "Açık oy, gizli sayım" ve Ankara'nın belirlediği adayların atanması ile yapılan göstermelik millet vekili seçimleri de son buldu. Tek parti dönemindeki baskılara karşı "Yeter söz milletin" sloganı ile seçimlere giren Demokrat Pa7rti 1950'de yapılan oyların yüzde 55'ini alarak 416 millet vekili ile iktidar oldu.1954 ve 57'de de yapılan seçimleri yine Demokrat Parti kazandı. Bütün aksaklıklara rağmen çok partili sisteme geçiliyor derken çoğunluk Türk solunun da yakın tarihe kadar ilerici olarak kabul ettiği 27 Mayıs 1960'da askeri darbe oldu. Seçim ile başa gelen Başbakan Menderes ile birlikte 2 bakan arkadaşı bu gün sıradan sayılan iddialar ile idam edildi. Bu darbeyi 70 ve 80'de açık olmak üzere bir çok üstü örtülü darbeler takip etti.
Demokrat Parti'nin devamı olduğunu iddia eden benzeri siyasi çizgide Adalet Partisi, ANAP ve günümüzde ki AKP yıllarca tek parti dönemine yönelik aynı eleştirileri yaparak seçim kazanıp iktidar oldular.
Bu partilerin neredeyse kesintisiz yıllarca iktidar da olmalarının en önemli nedeni tek parti döneminde CHP tarafından uygulanan jakobenci anlayışa karşı olmalarıydı. Ancak CHP'nin uygulamalarını sürekli eleştirmelerine rağmen kendi iktidar dönemlerinde tek parti dönemini aratmayıp kayda değecek ölçüde farklı bir uygulama yapmadılar. Deyim yerindeyse bu güne kadar gelen gideni hep arattı.
Kurulduğundan bu güne 100 yıllık ülkenin geldiği yerde yasalar artık kağıt üzerinde ve uygulanması keyfiyete bağlı. AİHM'sindeki sürekli bozulan davalar ile Türkiye süreli itibar kaybediyor. Sağlık sistemi tıkanmış ve kapitalist sistemde ekonominin temel direği olan orta sınıf yok olmak üzere. İşsizlik had safhada. İş bulunsa bile çalışan insanların çoğu aldıkları ücret ile açlık sınırının altında yaşıyor. Emeklilerin durumu ise daha da vahim.
Tarım ülkesi olmasına rağmen saman dahi dışarıdan getiriliyor. Komşunun Kürd'ünün de bir kazanımı olmasın diye sürekli verilen tavizler ile ABD ve Rusya arasında gidip geliniyor.
Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım demokrasi, ekonomi, dış ilişkiler ve benzeri konularda kötü giden ne varsa bunun nedeni şiddet ile çözümü istenen ama yıllardır çözülemeyen Kürd sorunu var.
2023 yılında da bu önemli soruna değinmeden Millet ve Cumhur İttifakı bildik vaatler ile seçime hazırlanıyor. İki ittifak Kürd'lere kimlikleri kabullenmiyor ve seçim programlarında eşitlik taleplerine yer vermiyor. Etnik ve inançta ötekileştirici siyaset ile kısa vadeli günlük çıkarlar esas alınıyor. Türkiye'de yaklaşık 30 milyon nüfuslarına rağmen Kürd'lerin demokratik hakları tanınmıyor. Talepleri gibi varlıkları da inkar edildiği halde oyunu almak için aya adam göndermek gibi propagandaların Kürd'ler için ne anlamı olabilir?
Uygulanan asimilasyon ve ötekileştirme anlayışının böyle devam etmesi halinde ister Millet İttifakı ister Cumhur İttifakı seçimi kazansın kötü gidişatı değişmeyecek, bu yüzyılda da hayatın her alanında sürekli gerileme devam edecek.
Sunulan Türk Tipi Başkanlık yada eski parlamenter sistemin özü Kürd'leri inkar dayalıdır. Bu nedenle birini karşı diğerini savunarak Kürd'leri bir yüzyıl daha inanç yada ideoloji ile bölmek artık yeterli olmayacak. Baskı, inkâr ve asimilasyon politikası dışında çözüm üretilmediği takdirde 2'ci bir yüzyıla Türkiye'yi hazırlamak mümkün değil. 2023'te çözüm önerisi olmayan, sadece şiddet ile var olanların kirli savaşı gelecek kuşaklara devredilmesinin yıkımdan başka bir yararı yok.
Aklın yolu bir, tek parti dönemine karşı Demokrat Partinin söz milletin diyerek iktidar olduğu gibi yapılacak seçimde ve yeni yüzyılda son söz Kürd'lerin olacağı gerçeği artık görülmelidir.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.