Irkçılık; salt ideoloji değil, aynı zamanda kültürdür. Bu hususta sosyal psikolog olan Frantz Fanon şöyle der:
“Sömürgeleştirilmiş insanların kartikal bütünlükten yoksun olduğuna ilişkin modern teori, söz konusu öğretinin anatomik – psikolojik bir parçasıdır. …. ırkçılık ve kültür ilişkisi üzerine kafa yormak, bunların karşılıklı hareketlerine dair bazı soru işaretlerinin doğmasına yol açar. Eğer kültür, insanın doğayla ve başka insanlarla karşılaşmasından doğan motor ve zihinsel davranış örüntülerinin bir bileşimiyse, ırkçılığın aslında kültürel bir öğe olduğu söylenebilir. Dolayısı ile içerisinde, ırkçı öğelerin yer aldığı ya da almadığı kültürlerden bahis edilebilir. … Irkçılık katı halde kalamaz. Kendini yenilemek, uyarlamak, görüntüsünü değiştirmek zorundadır.” (Frantz Fanon, Seçme yazılar, Dipnot yayınları, Ankara-2016, s.64)
Bütün bunları unutmadan Kürtleri, Ermenileri, Lazları, Rumları , Gayri Müslimleri düşündüğümüzde, Fransız ve İngilizlerin Yada ABD’de Zencilere ve sömürge toplumlarına karşı izlediği politik – kültürel tutumlarındaki benzerliği, Yakın Doğu’da, devletli milletlerin, devletsiz halklara ve milletlere karşı benzer şekilde tezahür ettiğini gözlemleriz. Türk, Arap ve Fars devletlerinin kendi milletlerinden aldıkları destek ile kendi millet ve dinlerinde olmayanlara karşı tavırlarında, İsmail Beşikci’nin deyimi ile “Daha şiddetli ve daha ağır bir ırkçılığın yaşatıldığını” görürüz.
Örneğin bu egemen devletlerin siyaseti sonucu, eğemen milletlerde de karşılığı oluşturulan, “Dengesiz Zenci” ile “Kafasız Kürt” ya da “Laz kafası” söylemi arasında benzerlik vardır. Fransızların; “Arap eleştiriden azadedir, Çünkü değişmez bir aklı vardır!” söylemi ile “Kürt inadı ile eşeğin inadı aynıdır, sözden anlamaz!” söylemi aynıdır. Almanların, Yahudi Holokostu döneminde ettikleri, “Yahudiler kalıtsal olarak suçludur” söylemiyle, “İçinde Türk kanı taşımayan hainler” söylemi aynı kültürel ırkçılığın kotlarından beslenmektedir. Yine “Türk Film ve Tiyatrosu”na yansıyan, diğer halkları(- özellikle Kürtler ve Lazlar)’ın dili ile alay eden, onları “ilkel, geri ve kafası çalışmayan mahluklar” olarak işlemeleri ile “Onları ya Türklük üzerinde medenileştirip adam edeceğiz, ya da çürütüp tasfiye edeceğiz!” diyerek, siyasal, sosyal ve kültürel bir işleyişin olduğunu açığa vurmaktadırlar.
Ya da Kürtçe konuşanların nasıl şiddete uğradığını günlük yaşayışımızda karşılaşırız. Misal, Kürtçeye tepkinin yanı sıra, özellikle Kürtçe kitap ve günlük basını izleyenlerin diline yansıyan ve daha düzgün Kürtçe kullananların daha da hedef gösterildiği ile karşılaşmaktayız. Misal, Kürt dilinin var olduğu ve kullanıldığından beri, “Günaydın” ya da “İyi günler” kavramının Kürtçedeki karşılığı; “Roj baş” olduğu bilinirken. “Bu kavramı kullanan, PKK’lı Teröristtir” denilerek, hedef gösterildiği ile karşılaşıldığını görüyoruz.
Ayrıca belirtmek gerekir ve burada görülmektedir ki; Irkçılığın hedefi, tek tek bireyler ya da bir parti ve örgüt değildir, belli bir varoluştur, aidiyetir ve ulusun tamamıdır. Hatta kökleri Türk ve Müslüman olmayanların, yani Kürtlerin, Lazların, Ermenilerin, Rumların, Hıristiyanların, Rêya Heqîyê, Êzidi, Yahudi, Süryanilerin vs. hedef durumuna konulduğu siyasal-kültürel bir genel refleks oluşturulmuştur. Bu ırkçılık esasında Türk, Fars, Arap milliyetçiliği şeklinde her biri kendi devlet egemenliği altında oluşturulmuş bir kültürel alt yapı olarak işletilmektedir. Bu ırkçılık en uç noktada kültürel mesajlar ile biçimlerle belli terimlere baş vurur. Misal “Ya sev ya terk et!” gibi.
Egemen devletin ırkçı siyasetinden cesaret alan, o ırkçı kültürel kodlar, siyaset ile harekete geçerek, zemin bulduğunda, hemen linç kültürü ve siyasetinin birleştiği noktada, eyleme dönüşür.
Fındık, narenciye, çay, pamuk vs. gurupça toplamaya gidip çalışmaya koyulan kadın, erkek, çocuk Kürt işçiler, linç olaylarına tabii tutulurken; “Her bakımdan güçlüyüz, egemeniz ve adaletliyiz!” diye böbürlenmesi ile ortada caka atan sistem sözcüleri, bu linç olayları karşısında müdahalesiz(!) kalarak, adeta teşvik edercesine; “Biz devlet olarak, Doğu’da getirilen bu insanların can güvenliğini koruyamayız!” diyerek, aslında Kürt işçilerinin toplumdan izole edilmelerine, aşağılanmalarına, çalışmalarının engellenerek açlığa mahkum olmalarına ve linç edilmelerine vs. vize çıkarmaktadırlar. Bu durum, linç kültürü ile linç siyasetinin buluştuğu ve Kürt halkı üzerinde tatbik edilen ırkçı ve bir terörist yaklaşımın bariz halidir.
Burada merak edilmesi gereken yan, bu siyaset ve kültür nasıl oluştu, buluştu ve iç içe işlevli oldu?
Elbette ki bu soruya cevap vermek için, tarih bilgisi ve tarih bilincini aktive etmek gerekiyor. Zira sorunun kendisi tarihi bir soru olduğu için, tarihi cevaplar ile karşılık vermek zorunlu oluyor!
Burada Osmanlı ve Türk devletlerinin şekillenmesi, Türk ulus ve kültürünün oluşturulması süreçlerini incelemek ile cevap hasıl olur. Bu hususta 1926’da devletin ortaya koyduğu “Şark Islahat Planı”, 1935 İsmet İnönü’nün “Şark Seyahati Raporu” konuyu anlamak için resmi ve önemli verilerdir, belgelerdir:
…….
İsmet İnönü'nün Şark Seyahati Raporu’ndan:
"Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan'ın kurulmasından korkarım. Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş ovasında tedricen ve Elazığ ovasında kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız. Kürtleri Türkleştirmenin en etkili yolu, Türklerle Kürtlerin aynı okullarda okutulmasıdır. Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz olgunluktadır. Dersim vilâyetinin teşkili ile askerî bir idare kurulması ve Dersim ıslahının programa bağlanması lâzımdır. Erzurum'un içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezi haline getirilmesi gerekli, ki, boşaltılan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleştirilmesinin engellenmesi de ayrıca gereklidir'...
"Bitlis, Hizan ve Mutki arasında suni olarak daima devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk Merkezidir. Bitlis olmasaydı bizim onu yaratmamız gerekecekti."
• Kürtlerin şehirlere yerleşmesi engellenmelidir.
• Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadeniz’den buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır.
• Türk ve Kürt şehirleri olarak ayırdığı mıntıkalar ayrı şekillerde hizmet almalıdır.
• Kürtlerin bulunduğu yerlerde henüz okul açılmamalı, açılacaksa Türkler için okul açılmalıdır, ikinci planda Kürtleşmiş fakat Türkçeyi çok daha çabuk öğrenebilecek yerlerde açılmalıdır.
• Fransız ve diğer ülkelere karşı Mardin, Urfa ve Hakkari gibi sınır bölgelerinde iyi bir idare kurulmalıdır.
• Boşaltılmış olan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleşmesi engellenmelidir.
• Kürt bölgesi, nüfusu bakımından kalabalık olmasına rağmen, ülkeye kalabalığı oranında katkı sunmamaktadır. Bundan dolayı yeraltı zenginliklerinin (petrol, linyit) daha çok nasıl kullanılabileceği araştırılmalıdır.
• Bölgede trahom ve cüzam (sadece Kars’ta bin dolayında cüzamlı var) hastalıkları çok yaygındır.
• Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır.
• Kürdistan coğrafyası şimendifer (tren) hattı ile kontrol altında tutulmalı.
• Dersim’e müdahale edilmeli.
• Kaçakçılığın önüne geçilmeli. Kürtlerin ekonomik güç elde etmeleri engellenmeli. Gerekirse bunun için vergiler indirilmeli.”
BELGE
Şark Seyahati Raporu / 21 Ağustos 1935
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.