Kürtçe yazım ve yayımcılık sorunsalı bir çırpıda ve bir cümlede açıklanacak durumda değildir.
Parçalanmış, yok sayılmış, varlığı “ihanet” ile irdelenmiş bir dilin, kültürün, ülkenin, ulusun kısacası Kürt halkının ya da milletinin kendini huzurluca yaşaması, dünya varlık ve varlıklılarının arasında yer alması, kendisini, Yakın Doğu’yu, Ortadoğu’yu ve Dünyayı rahatsız etmez, rahatlatır. Birilerinin de bu var olanda ve var olma direngenliğinde rahatsız olması gerekmiyor, gerekmez.
Zira bu varlıktan rahatsız olmak, rahatsızlık yaratmanın sebebidir. Şimdiye kadar Kürt edebiyatı; yayıncısı, yazarı ve okuruyla büyük bir direngenlikle kendini var etti. Bundan sonra da yok etmeye kimse direnmesin, direnemez! Bu sonuca ve tespite erişmek basit olmadı.
Gönül isterdi ki, Kürtler de Türkler, Araplar, Acemler ya da Dünyanın her hangi bir ulusu, halkı, aidiyeti gibi sorunsuz ve eşit yaşasaydı. Bunu dil, yayıncılık ve yazım yaşamında özgürce yaşatsaydı. Biz Kürtler, bu özgürlüğü yaşatmak için çok büyük bedeller ödedik. Bu bedeller insanlığa çok şey kattı. Şimdi o emeklerin ürününü toplamak zamanıdır..
Gönül isterdi ki dünyanın, Türkiye’nin, Yakın Doğu’nun, Ortadoğu’nun en güzel edebi, eserlerini ben de kendi dilime çevirip, yayınlayıp, Kürt okura ulaştırabileydim. Zira bu gerçekleşmediği sürece de eşitliğimin olduğuna iddia edemem! Şimdi bu inancımızı gerçekleştirmenin zamanıdır.
Şimdi seçici davranarak, tarihte insanlığı ilerletmek üzere yazılan ve bunu gerçekleştiren eserleri Kürtçeye aktarmak zamanıdır. Bu hususta ben tüm zorluklara rağmen 140 çeşit kitabı Kürtçe yayımlayarak üzerime düşeni yaptım ve yapmaya çalışacağım. Herkes de geleceğin edebiyatında “Kurdî” bir renkliliği görmek ve mahrum olmamak için bunu kendisi için en azında okuyarak desteklemelidir.
“Şimdi Kürtçe neden geri, Kürtler neden bilgisiz, Kürt yayıncılığı neden sektörel düzeyde ve yaygın yayıncılık yapıp marjinallikten çıkamıyor, kurtulamıyor?” diye sorarken, sorunun kendisinde büyük bir bilgisizliğin yattığını görmemek körlük olur.
Zira “yok etme” projesine tabi tutulan bir dilin, halkın, milletin varacağı sonucun bu olmayacağını beklemek saflık olur.
Şimdi “Kurdî” eğitime hazırlanmak zamanıdır. Bu kitapsız olmaz. Edebiyatsız olmaz. Biz yayıncılar da buna hazırlıklar yapmaya çalışıyoruz, daha da hazır olmalıyız.
Bütün bunları görerek Kürt roman serüveninde bir değerlendirmeyi önemli buldum ve sizlerle paylaşmak istedim..
***
Haşim Ahmedzadeh’ın kaleme aldığı, Azad Zana Gundoğdu’nun çevirisini yaptığı ve Pêrî Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabı edebi ve toplumsal sorunlar açısından ele almak güncelle çelişen değil, tamamlayan bir şey olur diye paylaşıyorum.
BİR KİTAP VE İKİ MODEREN DÖNEM KAVRAMININ İLŞKİSİNİ irdeleyen “Ulus ve Roman; Fars ve Kürt Anlatısal Söyleminin Roman Türü Üzerine” kitabı, Mehabat’lı Dr. Haşim Ahmedzade\'nin İsveç Uppsala Üniversitesi\'nde yıllar alan ve özenle hazırlanmış doktora tezidir.
Kitap, 20.yüzyıl Fars ve Kürt anlatısal söyleminin roman türü üzerinden nasıl kurulduğunu karşılaştırmalı bir bakışla mahallî anlayışları aşarak inceliyor.
Yazar, belli roman ve Millet kuramlarını gözden geçirmek yoluyla Kürt ve Fars edebiyatlarında romanın doğuşunun tarihçesine uzanarak günümüz romanının kritiğini yapıyor.
Ulusun bir \"hayali cemaat\" olduğu varsayımına dayanan bu çalışma, Fars ve Kürt romanlarının yükselişleri ve bunların ulusal bağlantıları anlamında karşılaştırılması yoluyla, bir ulus-Devlet (İran) ile devletsiz bir ulusun(Kürtler) farklı ulusal edebiyatlarını inceleme ve yeniden tartışma olanağı sağlamaktadır. Batı\'da ortaya çıkmış ve Rusya\'da Ekim Devrimi\'nin kültürel zeminini hazırlamış bir yazın türü olarak romanın, farklı geleneklere sahip Fars ve Kürt edebiyatlarında hangi aşamaları aşarak ortaya çıktığı incelenmektedir.
Günümüzde, dünya edebiyatında yer edinmiş, yapıtlar ortaya çıkarmış olan Fars romancılığı ile özellikle diasporada önemli yapıtlar vermiş olan Kürt romancılığını konu alan bu çalışma “modernizm”, “modernite”, “milliyetçilik” ve “roman” kuramı gibi ayrı alanları başarılı bir şekilde tek bir potada birleştirmektedir. Bu yönüyle \"Ulus ve Roman\" Yakın ve Ortadoğu\'nun iki önemli edebi geleneğinin geçmişine ve bugününe ilgi duyanlar için önemli bir çalışmadır.
\"Sosyal anlamda ise Roman, basımın birincil unsuru olan gazete ile birlikte dili standart hale getirmeye, okur-yazarlığı teşvik etmeye ve karşılıklı anlaşmazlığı ortadan kaldırmaya yarıyordu. Fakat roman, bundan fazlasını da gerçekleştirdi. \"Romanın tasvir şekli, insanların özel bir topluluğu, yani ulusu tahayyül etmelerine olanak sağladı\"(Brenan)Demek ki romanın ortaya çıkısı, modernleşme sürecinin bir sonucudur.
Her ne kadar roman \"dar ulusal kategorilere sıkıştırılması artık pek de mümkün değilse\"(Massie) bile romanı tipik ulusal özelliklerine göre inceleme girişimleri yine de mevcuttur.
Wellek ve Warran\'a göre \"Edebiyat birdir; tıpkı sanat ve insanlığın bir olduğu gibi.\" Ancak her ulusun kendine has özellikleri vardır ve Goethe\'nin \"Dünya edebiyatı\" idealine bir gün ulaşılacağı fikrine inanmak da hala zordur. Ulusal kökenine dayanarak bir edebiyatta atıfta bulunmak kabul gören bir uygulamadır; \"Amerikan edebiyatı\", \"Alman edebiyatı\", \"İsveç edebiyatı\" vs. gibi terimler neredeyse tüm dünya edebiyat analizlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu ayrıma sebep olan tek şey dil değil midir? Eğer öyleyse hepsi İngilizce olarak kaleme alınmalarına rağmen neden Amerikan, İngiliz ya da Kanada edebiyatlarını birbirinden ayırıyoruz. Öyle görünüyor ki ulusal edebiyat salt dilsel özelliklerine göre belirlenmiyor.
1- O halde Ulus olma ile edebiyat arasındaki ilişki nedir?
2- Eğer ulusallık, uluslar arasındaki farklara dayanıyorsa, bu farklar Edebiyatlarında nasıl yansıtılıyor ya da kuruluyor?
3- Edebiyat bu farklılıkların yaratılmasına katkıda bulunuyor mu?
4- Edebiyat, ulus inşa etme sürecinde nasıl bir etken olarak kullanılmıştır?
5- Edebiyat kendi ulusallığı anlamından tözsel bir özellik mi yoksa doğal bir özellik mi taşıyor; yada sosyal ve siyasal olarak mı kuruluyor?
Çalışmanın amacı bu soruları Farsça ve Kürtçe bağlamında incelemek ve ulusal bilincin uyanışı ile romanın yeni bir edebi anlatısal söylem olarak ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi sergileyerek İran ulus-devlet ile Kürt milliyetçiliğinin \"ulus devleti\" olmaksızın devam etmesi ve roman ile kimlik arayışı ilişkisi hakkındaki savı incelemektedir.
Satchidamandan, Hint, Malayalam, Tamil, Bengal, Urdu ve Penjap dillerinden eser veren ve \"taşralı\" olarak anılan bir dizi Hint yazarını sayarken asıl Hint yazarlarının kimler olduğunu sormakta ve temel savı dilin ötesinde \"Hint ulusal edebiyatı\"nın farklı Hint dilleri ile yazılmış eserlerin bir bileşimi olduğu savını önemsemektedir.
Kitapta, anlaşılacağı üzere Irak\'ta ve Suriye\'de Arap, İran’da Acem ve Türkiye \"ulus devletleri\"nin ve Türk milliyetçiliğini etnik olarak çeşitlilik gösteren halka/ halklara totaliter tarzı dayatmasına karşın çeşitli direniş hareketlerinin oluşumunu kışkırtmışlardır. Kürt milliyetçiliği ise Kürtlerin ulusal demokratik ve birlik haklarının reddedilmesi politikalarına verilmiş bir karşıtlıktır. Bu halkların edebiyatında da bunun izlerini görmek olasıdır.
Fars edebiyat ve özellikle de romanın gelişmişliği ile Kürt romanının gecikmişliği ulus devletin varlığı ile doğru orantılı olduğu mukayesesi yanlış değildir.
Öyle ise devletli bir ulus ile devletsiz bir ulusun (Kürt) romanının karşılaştırılması yanlış değildir, ancak sorunludur.
Tıpkı milliyetçi konumlanışlarındaki farklılaşma kadar, Edebi farklarda da şüphe yoktur. Böyle olunca modern edebiyat yaratma konusunda da ikisinin atbaşı gitmeyeceği açıktır.
Ancak bir fark vardır ki Kürtler yerleşik bir tarihin ve yerel bir halkın avantajlarına sahipken, Türkler göçebe ve istilacı bir topluluk olmanın dezavantajlarının yansımalarını kültür ve edebiyatlarında da yaşamaktadır. Zira yerleşik halklar mitoloji üretir, istilacı mitoloji düşmanıdır. Yok eder. Mitolojisiz edebiyat yavandır. Hayal gücünden yoksun olur.
Göçebe ya da fetihçi topluluk her durumda efendi olmayabilir ve farklı olasılıklara varabilir.
1- İstila ettiği yerin kültür ve edebiyatını kendine katar ve benzetir.
2- İstila ettiği yerin kültür ve edebiyatına katılıp kabul eder, efendi olayım derken köleleşir.
3- Fetihçi egemeni olarak istila ettiği toplumu semirerek kültürel ve ekonomisini elindeki gücü kullanarak bağımlı kılar, uzun sürece yayarak kendine evriltir,
4- İstilacı ve istila edilen harmanlanarak yepyeni ve kendine özgü bir toplum ve bu özgünlüğün ortaya çıkardığı yepyeni bir kültür ve edebiyat yaratmaları da olasıdır.
***
Yaşar Kemal, yazım yaşamına başlarken; \"Önlü Kürt dengbêjî Evdalê Zeynıkê\'den derin etkilendim, Çukurova’dan yoksul Kürt, Arap emekçileri pamuk toplamaya gelirken yaşadıklarından esinlendim.\" der. Biz buna memleketi Van’ın tarihi bir Ermeni yerleşimi olduğu ve yine tarihte bu yörelerin Fars egemenliğinde ve dilsel-kültürel anlamda Kürt-Ermeni ve Fars halklarının içiçe yaşamışlığını eklemeden onu ve romanını analiz edemeyiz.
Zira Yaşar Kemal Kürt, Fars, Arap ve Ermeni kültüründen aldıklarını Çukurova’ya ve oradan Marmara’ya kanalize ederek Türk kültüründe kimlikleştirip dünya edebiyatıyla bütünleşti ve simgeleşti. Türk diline hizmet etti. Kürtlere değinip geçmekle kaldı ve edebiyatı ile Kemalizme demir attı.
Altanlar, Balkan ve Kürt motiflerini yaşamda edindikleri sosyal ve demokrasi kültürü ve mücadelesiyle köylülüğü reddederek modern bir düzeyde hayattan aldıklarını Türk yazım ve eleştiri diline devşirerek harmanladılar.
Kendisi tıpkı Yaşar Kemal gibi bir Kürt olan Selim Bereket, Kürt ve Lübnan\'ın kozmopolittik kültürlerinden yoğrularak Arap anlatısalı ile başta Arap olmak üzere Yakın ve Orta Doğu ve dünyada yazım dünyasında ünlenen bir Kürt. Ama edebi tarzda Kürt dilini kırmaya hizmet ettiler. Arap diline hizmet ettiler.
Mehmet Uzun, Yazarlığa portreler yazarak girdi. Evdalê Zeynikê gibi. Sonra Bedirxanilerin arşivini ilk elde etmenin avantajı ile başladığı “kopyalama” tarzı romancılığına kopya çekerken farkına varmaksızın dersini kavrayan öğrenci misali “en önlü Kürt romancımız” oldu. Ancak kendisini Kürdistan’a değil hayali bir ülkeye oturturken, son siyasal dürtü ve halkçı kişiliği ile “Kürtleri Türkiye’ye hizmete” çağırarak, kendine has roman dilini Kürdistan topraklarından uzaklaştırdı. “İlkin Kürtçe sonra Türkçeleştirdikleri roman tarzı” ile “Türkçe romanlar” üretmeye başladı. Yaşar Kemal’e pek öykündü. Kürdistan değil, Türkiye yazarı olmayı uygun gören adımlarla “ uyguna dur”maya başladı. Komplolarla ilgilenmesi, popülaritesini tutturmak içindi. Sözünde durmadı. Son kitabını Sadece Türkçe yazarak gitti. Onun da yeniden analizi gereklidir. Zaten Haşimahmedzadeh de “Mehmet Uzun romanında ülke ve ulus sevdası eksiktir.” derken ne de yerinde bir tespit yaptığı süreçte daha da netleşiverdi.
***
Kürt coğrafyasının, farklı Kürt bölgelerindeki yazın faaliyetleri arasında organik bir ilişkinin eksikliği, kesintili bir Kürt edebiyatına neden olmuştur.
Kürt coğrafyasında; Siyasal denetimin ağır tahripkârlığı, özgür araştırma ortamının olmaması, kaynak ve arşiv yetersizliği, kültürel ve yazım hayatını dumura uğratmıştır.
Siyasal koşullar, Kürtlerde ortak bir alfabeyi bile engellemiştir. Buna karşılık Kürt siyaset sınıfı, kendini konuşlandırmada yetersiz kalmıştır. Kültürel, siyasal ve dilsel eğitim ile aydınlanmayı hızlandıramamış, halkçı politikalarla köylülük ağırlıklı anlayış olunca toplumsal gelişme modernite yönünden tetiklenememiş, siyasallaşma oranında kültürden ve yazım yaşamından beslenemediği için tutarlılık sağlayamayınca, siyasal yozlaşmanın da önüne geçilememiştir. Bugun gurupswal düzeydeki tartışma ve çekişmelerindeki sebep birazda edebiyatı ile kaynaşamamış ve siyasetin edebiyatın uzağında yapılır olmasındandır ki, ulus refleksi azdır, geridir ve Yüksek Kürt bilinci yerleşik değildir.
Nasıl olur diye sormayın yaşıtlarım olan kırk yıllık “Kürtçü”ler Kürtçeyi konuşamaz, okuyamaz ve yazamaz durumdalar. Yetmedi; iktidara geldiklerinde de kurdukları iktidarlarını “kırk yıl daha Türkçe yöneteceklerini” vaad ettiler. Şimdi de \"Türkçeyi resmi dil olarak kabul edebiliriz! Yeter ki bir köşeye Kürtleri koyun. O halince biblo olarak kalır. Siz korkmayın! Demelere geldik.\" derken, \"Biz Kürt müyüz, değil miyiz?” Tartışmaları “Biz ulus muyuz, değimliyiz? Ulus haklarımız olsun mu, olmasın mı.\" noktasına geliverdik. Bu edbi eksiklikten olsa gerek birileri “Kürtdistanın bağımsızlığını çöpe atmaya kalkışa bilir” çok çirkin..Bilmezki kendisi attığı o çöplüğün içinde kalıp çürür.
Dolayısıyla yoğun nüfusuna rağmen yazım ile ilgilenenler elit bir kesim, marjinalleştirilmiş ve kendi toprağında jenoside tabi, sürülünce asimilasyoncu devletin yaptıklarına böylece iman getirilmiş bir ruh, ruhiyat ve ruhaniyet. Müritlerde de ses yok. İlişki ağa köylü ilişkisi, ama her ne hikmetse herkes “ilkel”, kendinin “moderniteden” burnundan kıl aldırılmıyor. Ne ala! Özgürlük tanımı bireyselleştirilince memleket bir veya birkaç “değerli” bireye kurban edilmiş ne olacak ki! Eh… şimdiki en gözde koro: “Kemale” yakın olan, Allaha yakın olur! Ama bu sloganla Kürt, Kürdistan halkından ve romanından uzaklaşılacağı ve Türkiyelileşerek kendinden de o kadar uzak olduğu doğru olur.
Kürt entelektüel kesimi, evrensel kültür ve edebiyat ile buluşma ve kendini kaumpore/mukayese etme hususunda da yetersiz. Eh ne yapsın bilgisizler ya dedikodu yapar ya da suskunluğunda bıçak ağzını açmaz. Aval aval bakar! En rahatı sorgulamadan, ortaya atılanın av diye üstüne atlayıp keyfince yatmak. Ohhh. Gerl keyfim gel!!!
Ancak tüm bu olumsuzlukları aşacak yeni bir sürece girdik. Diasporadaki yazım yaşamının canlanmasının ardında Kürdistan’da da canlı bir sürece giriyoruz. Tüm savaş durumuna rağmen Güneyliler federe devlet olarak örgütlendi, şimdi bağımsızlık güncele oturdu. Artık “Welatê Gewre” yerleştirmekle de kalmamış, O’nun ütopyasını genç kuşağa hatırlatmaya başlamış, maddi bir varlık olarak kendini dayatıyor. Tüm parçalardaki Kürtler arasında yankısını güncel olarak hissettirmekte ve kendini her alanda yeniden yaşatmaya çalışıyor. Artık sınırlı sayıda ve yeni olmasına rağmen gösterişten uzak arşiv tutma eğilimi de gelişiyor. Televizyonların da sayısı artıkça arttı.
Okul ve kamusal alanda sınırlı ve şimdilik güney ağırlıklı da olsa eğitim ve dilin kullanılması kendine has, karakteri ve kültürüne uygun olunca devletsiz dönemde aldığı yolu kat be kat aştığı / aşacağı kesin! Kuzeyde eğitimin devlet okullarına sokulmasının eli kulağında. Bununla bir adım daha iyilik ve arama yaklaşacağız.
***
Son olarak Kürt yazım yaşamına örnek teşkil edecek ve düşündürtecek; Yazar Eli Heseniyan\'ın yazım eyleminde başından geçenlerinin kendisi bir roman olabilecek nitelikteki bir anısını aktarayım:
Eli Heseniyan tarafından kaleme alınan bir Kürt romanı olan \"Karmamız\"ın tarihi, bir Kürtçe roman yazma ve bunu yayınlama çabasında olanların karşılaştığı sorunların güzel bir örneğidir. Roman yazımına ilk olarak 1964 yılında Kürt sorununa duyduğu sempatisi sebebiyle yattığı Tahran cezaevinde başlar ve bitirir. Bir de kitaba önsöz yazar. Ancak kitabı cezaevindeki bir aramada ele geçer ve kaybettirilir.
İran İslam devrimi sonrasında yeni kurulmuş İslam Cumhuriyetine karşı peşmerge olup savaşırken, boş zamanlarını değerlendirerek romanına yeniden başlar ve bitirir. Bu ikinci el yazmasını da İran Kürdıstanı’nda Kelwê’de bir nehiri geçerken güçlü bir akıntıya, bir kaza eseri kaptırır ve kaybeder.
Eli Heseniyan” üçüncü kez romanını yazmaya koyulur. Bu sefer de notları, İran Kürdistan’ında bir bölge olan Hewşar yakınlarındaki bir köyde, bir havan topunun kurbanı olur. Pes etmez ve Mehabet yakınlarındaki bir köyde 1981 yılında bitene dek romanı yeniden yazar. Ailevi nedenlerden dolayı peşmerge mücadelesini bırakır. Önce Mehebat\'a yerleşir, sonra da ülkesini terk ederek Filandiya\'ya ve oradan da Danimarka da sığınma arar. Hala iltica işlemleriyle meşgulken 1992 yılında kalp krizinden ölür. Kopenhag\'da Christian Anderson mezarlığına gömülür. Ölümünden yedi yıl sonra romanı Holanda\'da yayımlanır.
Biz bunları tartışa duralım, Mehmet Uzun etrafındaki sorgulayıcı olmayanlara kendisini ilk Kürt romancısı ilan edip, tüm ettik ve mütevaziliği elden bırakarak, kopyalama usulü başladığı romancılığına, “ilk” olduğunu ekleyiverir, sonra da dersini öğrenip gerçek bir romancı olur. Olsun, etsin bakalım! Kürt halkı ve dünya edebiyatına kazandırdıklarıyla yaşasın. İlk olmanın ne anlamı var! Söz uçar yazı kalır. Zira ondan evvel Modern edebiyat var. Tıpkı ondan evvel “modern olmazsa roman olmaz” diye yazan Erebê Şemo, Eli Hesenyanî, İbrahim Ahmed, Elî Evdirehman Memedov, Rahim Gazi, Hecîyê Cindi vs. ardındakileri gibi.
“Ulus ve Roman”; edebiyat, tarih ve sosyolojiye ilgi duyanlar için ender bir kaynaktır. Sizi bilmediklerinizle yüzleştirecek, Onu okuyup tartışmak size kalmış bir şey!
“Ulus ve Roman” kitabını ortaya çıkaran; Haşim Ahmedzade’ye, Azad Zana Gündoğan’a ve tüm emeği geçenlerin yüreğine, beynine ve ellerine sağlık!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.