Kürd Ulusal Mücadelesinde Romantizm ve Yurtseverlik (49’lardan Üç Örnek)

2 Ağustos 2025 - 12:26
2 Ağustos 2025 - 12:26
 0
Kürd Ulusal Mücadelesinde Romantizm ve Yurtseverlik (49’lardan Üç Örnek)

1938’den sonra, yaklaşık yirmi yıl, Kuzey Kürdistan’daki ulusal mücadelede bir sessizlik dönemi yaşandı. Bu sessizlik, 1958 yılında Irak’ta meydana gelen bir darbe sorasında, Irak’ta Kürd ulusal statüsünün tanınması ve Mela Mustafa Barzani’nin, Sovyetler Birliğinden Güney Kürdistan’a gelmesiyle bozulmaya başladı.

       Bu gelişme üzerine, 1959 yılı sonlarında, dönemin Demokrat Parti (DP) Hükûmeti, 50 Kürd aydınını tutuklama kararı aldı. 17 Aralık 1959 günü ve takip eden iki günde 36 Kürd genci ve aydını gözaltına alındı. Bir süre sonra tutuklananların, İstanbul Harbiye Zindanı’nda tek kişilik hücrelere konulduğu anlaşıldı. Harbiye’de tek kişilik 40 hücre vardı. Tutukluların sayısı, 40’ı aşmamak üzere zaman zaman sayıları azalıp çoğaldı. Sayıları toplam olarak 54’ü bulsa da Ankara’daki askeri mahkemede davanın başladığı 3 Ocak 1961 günü, 28’i tutuklu 21’i tutuksuz olmak üzere, dava açılan kişi sayısı 49’du. O sırada, davaya iki kişi daha eklendi. Başlangıçta 50 kişinin tutuklanması kararlaştırılmış, tutuklananlardan M. Emin Batu, 25 Şubat 1960 tarihinde hücrede kan kusarak ölünce sayı 49 olmuştu. (Geçen ay, bu sayfalarda “49’ları Şehidi Mehmet Emin Batu” adıyla bir yazı paylaşmıştık.)       

      Kürd çevreleri, genel olarak, az veya çok 49’lar olayını biliyor. Buna karşılık konuyla ilgili çok yanlış ezberler ve yanlış değerlendirmeler vardır.  Bu hareketin, Kuzey Kürdistan’da, günümüze kadar uzanan bir Kürd uyanışı başlattığı az bilinir.  “49’lar romantikti, sadece yurtseverlik duygularıyla hareket ettiler.” şeklinde, küçümseme ifade eden değerlendirmelere karşı, önce 49’lardan üç örnek (Şevket Turan, Muhsin Şavata ve Esat Cemiloğlu) vereceğiz; sonra, Kürd romantizmi-duygusallığı ve Kürd yurtseverliğiyle ilgili kısa bir değerlendirme yapacağız.

 

        Şevket Turan

        1920 Diyarbakır Hazro doğumlu, Batman-Hasankeyfli ve Şewketê Hekki adıyla da bilinen Şevket Turan, 49’lar tutuklamalarının başladığı sıralarda, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde görev yapan bir levazım binbaşısıydı. Ankara’daki evi, başta Batman-Gercüş çevresinden gelenler olmak üzere, Ankara’da işi olan Kürdler, özellikle sağlık problemi olanlar için bir sığınma yeriydi.

        Evet, 49’lar Davası’nın “1” nolu sanığı Binbaşı Şevket Turanduygusaldı, milliyetperverdi (milliyetçiydi); şiir yazar, şiir okurdu. Gözaltı sırasında, 49’ların çoğu gibi onun da üzerinde, evinde şiirler bulundu. Polisin iddiasına göre, bu şiirlerde, müstakil Kürdistan devleti kurulması yolunda telkinleri vardı. Şiirin biri şöyleydi: “Ey asil millet, kahraman Kürd/Ey doğunun çocuğu/Ey kılıcı keskin/Ey heybetli aslanlar/Bin sene geri kaldık/Ey namdar kavim/Artık kaldır başını/Parçala zincirleri”[1]          

       Şevket Turan, mezar taşına, şu dörtlüğün yazılmasını istemişti: Ditirsim ey welat bimrim/Nebînim bextîyarî tû/Bila binûsin li ser qebrimin, Welat xemgîn, ez xemgîn.” [2]  

(Mezar taşına iki kez bu dörtlük yazıldı ve karanlık güçlerce silindi.)    

       Muhsin Şavata

       Muhsin Şavata, 1927 Malatya doğumlu. Babası Dirêjan Aşireti Reisi Hacı Ali Bey’di. 49’lar Davası dolaysıyla tutuklandığı 1960 yılında, Malatya’da bölgenin en büyük canlı hayvan ihracatçılarından biriydi. 28 Kasım 1959 tarihinde Başbakan Adnan Menderes’e hitaben yazdığı mektupta, Kürdçe eğitim yapılmasını talep etmişti.

      49’ların İlk tutuklamalarından altı ay sonra, 27 Mayıs Darbesi’nin hemen ardından, 12 Haziran 1960 günü Malatya’da tutuklandı ve İstanbul Harbiye’ye değil, Ankara Soğuk Kuyu Askeri Ceza ve Tutukevi’nde tutuldu. İstanbul Harbiye’dekiler Ankara’ya getirilince onlara katıldı. Savcılık, iddianamede, üzerinde Kürdçe şiirler, “Şeyh Sait ile Seyit Rıza İsyanının Esrarı” başlıklı gazete tefrikası ve fotoğraflar çıktığını belirtiyordu.

        Muhsin Şavata’nın oğlu, arkadaşımız, tarihçi Bahoz Şavata, kendisine “Bahoz” adı verilmesinin hikâyesini de şöyle anlatıyor:

       Resmi adım Türk Nüfus kaydında ‘Mehmet Bahoz ȘAVATA’. Çoğu insan, adımın mahlas/takma, sahte olduğunu sanabilir. Babam Muhsin Șavata milliyetperver biriydi. Ünlü ‘49’lar Kürd Davası’ndan yargılanmıştı. Kürdçe isim sohbet konusu olduğunda, 49’ların yargı sürecinde kendileri hakkında Amerikalı Washington Post yazarı bir gazetecinin yazdığı ve onları çok sarsan bir olayı her seferinde anlatırdı.

       ‘Bir Amerikalı gazeteci, 49’lar Davası’ndan yargılanan sanıkların annelerinin adı Kürdçe olmasa, dava sanığı şahısların Arapça ve Türkçe erkek isimlerinden ötürü bu davanın Kürd Davası olduğu pek anlaşılmayacaktı!’ diye bir yorum yapmış. Bunu duyan 49’lardan Örfi Akkoyunlu (o da Malatyalı, Pütürgeli) hemen ünlü tepkisini göstermiş; ‘Anasını satayım şu Amerikalıya bak.!! Onun bilgisi var, bizim yok! Çoktan hadım edilmişiz haberimiz yok bee!’…

Bunun üzerine, 49’ların hepsi çocuklarına Kürdçe adlar verdiler...”

       Muhsin Şavata, cezaevinden çıktıktan sonra, oğluna “Bahoz” adını vermiş. Bu duygusallık olarak görülebilir ama aynı zamanda bir itirazdı. Bahoz Şavata, 1980’den sonra adının başındaki “Mehmet” ekini kaldırınca başına gelenleri, facebook sayfasındaki yazısında anlatıyor…

         Esat Cemiloğlu

         Evet, 49’ların büyük çoğunluğu duygusaldı, romantikti, milliyetperverdi, yurtseverdi, milliyetçiydi. Savcılık, iddianamede 14 kişiyi şiir yazmak ve bulundurmaktan suçlamıştı. Bunlardan biri de Ahmet Cemil Paşa’nın torunu 1904 Diyarbakır doğumlu Sezai Esat Cemiloğlu idi. Büyük bir Kürd ailesinden geldiği ve yaşamının büyük bölümünü sürgünlerde geçirdiği hâlde, Kürd siyasal sorunuyla fazla ilgilenen biri değildi. Ama onu da Harbiye hücrelerine getirmişlerdi.

        49’lar Davası mahkemesinin başlamasından yirmi gün sonra, 24 Ocak 1961 günü, mahkeme, aralarında Esat Cemiloğlu’nun bulunduğu bazı sanıklar hakkında tahliye karar verdi. Esat Cemiloğlu’nun, bu karara tepkisini Musa Anter şöyle anlatıyor:

      Bu tahliyeler sırasında enteresan bir olay oldu. 60 yaşındaki Esat Cemiloğlu, vaktiyle Paris’te ziraat tahsili yaparken Avrupa Boks Şampiyonasında birinci olmuştu. Tahliyesine karar verilince, kalkıp hâkimlere doğru; yumruğunu sıkarak, ‘Ben çıkmıyorum. Bu bileklerimle Avrupa’da Türkiye’nin bayrağını yükselttim. Keşke o gavurlara nakavt olsaydım. Bu kadar zamandır ben ve çocuklarım işkence hücrelerinde çürüyoruz. Siz, torunlarım durumundakileri tutup beni tahliye ediyorsunuz. Hangi yüzle dışarı çıkıp Diyarbekir’e gideyim’ dedi...”[3]

       Musa Anter, Esat Cemiloğlu’nun, birkaç gün sonra mahkemede diğerlerinin de tahliyesinden sonra Diyarbakır’a gittiğini söylüyor. Duygusallık nedir, şiir ne işe yarar diye merak edenler, Esat Amca’nın, Harbiye Zindanı’nda yazdığı ve Muhsin Şavata’nın da hep çocuklarına okuduğu aşağıdaki şiire bakalım. (Bence sizler de birkaç kez yüksek sesle okuyun!)

        ZİNDANDA ÜLKEM

        Gün doğar tavandan, gecede taban görünür,

        Yatağımda gül, hücrem gülistan görünür.

        İaşem ve ibatem, ödenir devlet tarafından,

        Böyle otel bana ‘Divan’ veya ‘Kervan’ görünür.

        Unuttum ben yemeklerin lezzetiyle adını,

        Bulgur ile fasulye bana ‘büryan’ görünür.

        Dalmış Eshab-ı Kehf uykusuna bütün şübban[4],

        Her biri bir hücrede, nadide küheylan görünür.

        Memleketi eyledikçe, tahassürle tahattur,[5]

        Iğdır, Tekman, Bingöl, Tatvan, Cilo, Süphan görünür.

        Bu dağların, yaylaların, membaların başında,

        Munzur, Murat, Dicle, Fırat, Zap ve Batman görünür.

        Birçok acı hatıralar, manzaralarla dolu,

        Sason, Şirvan, Ağrı, Piran, Dersim, Zilan görünür.

        Hiç üzülme bacım, atılan tohum fidanlıkta büyür,

        Kontrolde hem de usta bir bahçıvan görünür.

        Bu davaya vahd-i vücud[6] eyleyenlerin beyninde,

        Ekrem, Kamuran, Yado, Seyithan, başta Barzan görünür.

        Eğer bunlar bu davayı halletmeye yetmezse,

        Arkasında çok kararlı Şêrê Kûrdan görünür.

        Çok şükür ki, şaki, katil, asi, cani değilim,

        Şekli ceza soyuma şan, bana ihsan görünür. [7]

        (Sezai Esat Cemiloğlu-1960, Harbiye Zindanı)

 

        Esat Cemiloğlu’nun yukarıdaki şiiri, onun nasıl bir Kürd ve Kürdistan aşığı olduğunu göstermiyor mu? Herkesin derdine koşan, onunla Türkçe konuşanlara, Kürdçe cevap veren Şevket Turan, evet duygusaldı, Türk ordusunda bir asker olduğu hâlde, kezepşewitî (yüreği yanık) bir Kürd’tü. Malatya’nın ileri gelen bir ailesi Dirêjanlardan Muhsin Şavata’nın, Kürdler için ana dilde eğitim istemesi; bugün Kürdler adına siyaset yapanların, bu talebin çok gerisinde kaldığı göz önüne alınırsa o günkü (1959) koşullarda çok değerlidir. Bahoz Şavata, babam milliyetperverdi diyor.

       Bazen, onların o günün koşullarında verdiği, devamı olarak, altmışlarda, hatta yetmişlerde verilen mücadelede yer alan kişiler için, “Duygusal”, “Romantik”, “Yurtsever” gibi söylemler bir sempati değil bir küçümseme olarak ifade ediliyor. Bu, ulusal mücadelede, devrimci ve silahlı mücadele dışındaki yolların göz ardı edildiği anlamına da gelmekteydi.

       Kimsenin, artık silahlı mücadeleyi savunmadığı/savunamadığı bu günlerde, Kürdleri bilinçlendirmek için ne yapacağız? Hep kabahatmiş gibi gördüğümüz milliyetçiliğe, yurtseverliğe sarılmaktan başka yol kaldı mı? Yok olmamak için, Kürdlerin kadim tarihine ve kültür değerlerine sıkı sıkı sarılmaktan başka yolu var mı?

       Yıllarca, ırkçılıkla eş tutarak, milliyetçiliği kabahatmiş gibi kendimize yasakladık. Oysa fazla teoriye gerek yok; milliyetçilik kendi milletini sevmek, ırkçılık ise başka milletlere düşmanlıktır. Ne kadar farklı; biri “sevmek” diğeri “düşmanlık” …      

       Onlar, fakir, emekçi veya sol devrimci değillerdi, büyük Kürd ailelerinden geliyorlardı ama Kürdlük duygusuyla doluydular. Yalnız Şevket Turan, Muhsin Şavata ve Esat Cemiloğlu değil; Musa Anter (Apê Musa), Canip Yıldırım (malamin!), Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan), Yaşar Kaya (Azizim Castro), Faik Savaş, Medet Serhat, Ziya Acar (Kibar Ziya) ve diğer 49’ların büyük kısmı, “duygusal”, “romantik”, “yurtsever” veya “milliyetçi” diye nitelendirilebilecek kişilerdi. Bunu küçümsemek, Kürdleri tanımamaktır.  Onlar, mevcut şartlarda Kürdistan’ı gönüllerinde taşıdılar; küçük, gerçekçi adımlar attılar.  Gerçek olmayan, gerçekçi olmayan, bir sürü kavramların, ideolojilerin peşine düşerek Kürd ulusal mücadelesini başka mecralara taşımaktır.

       

      49’lar, tüm olumsuz koşullara karşın ellili yılların sonlarında, Kuzey Kürdistan’da yeniden uyanışın öncüsü oldular. Büyük çoğunluğu, altmışlarda, yetmişlerde, seksenlerde verilen mücadeleye ışık oldular, umut oldular. Günümüz Kürd gençlerinin, Musa Anter, Canip Yıldırım, Muhsin Şavata, Esat Cemiloğlu, Şevket Turan gibi bilge Kürd önderlerinden öğreneceği çok şey vardır.[8]

       Yakın geçmişteki bazı Kürd aydınları ve “49’lar” diye adlandırılanlar, içinde bulundukları dönemlerin şartlarına göre mücadele verdiler. Onların silahı yoktu ama hepsi “Kürd duyarlılığına” sahipti; mücadelelerinde romantiktiler (duygusaldılar), milliyetperverdiler (yurtseverdiler) ve her şeyden önce Kürd’tüler. Çoğunda, Kürdlerin ulusal haklarını ve Kürd ulusal değerlerini savunan bir milliyetçilik anlayışı vardı. Bugün, artık devrimcilik ve silah da kalmadığına göre, onları daha iyi anlamalıyız...

      Üçü hâlen yaşayan, diğerleri ebediyete intikal eden tüm 49’lara saygıyla, minnetle…

      Em wa, bi rêzdarî bi bîrtînin…

      /CT/

                 

 

 

 



[1] 49’lar Davası, GEREKÇELİ HÜKÜM, 30 Nisan 1964, s. 5

[2] TÜRKÇESİ: Korkarım ey vatan öleyim/Görmeden senin mutluluğunu/Mezarıma böyle yazın/Vatan mahzun, ben mahzun.

[3]  Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, s. 165

[4]  Şübban: Gençler

[5]  Tahassür: Özlem, Tahattur: Hatırlama

[6]  Vahd-i vücud: Baş koyanlar

[7] Naci Kutlay, Anılarım, s. 222 ve Şehmus Diken, İsyan Sürgünleri, İletişim Yayınları, 2005

[8]  49’ların kısa biyografileri için bakınız: Celâl Temel, İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar, İsmail Beşikci Vakfı Yayınları, 2023

Ev nûçe toplam 1616 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 15:27:25